okumali

Üye Girişi

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün405
mod_vvisit_counterDün787
mod_vvisit_counterBu hafta2431
mod_vvisit_counterBu ay10515
mod_vvisit_counterHepsi1851295

Kimler Sitede

Şu anda 11 ziyaretçi çevrimiçi

Yeni Türkiye Nedir?Ne Değildir?-II

Müslümanların son üç asrının serencamını tespit noktasında işe başlarken, bu tarihten öncesinin pir-ü-pak olduğunu iddia ediyor değiliz.17.yüzyıla gelmeden çok önceleri de, yani henüz modernite keşfedilmemişken, Müslüman halklar gerek Emeviler döneminin ultra Milliyetçi yaklaşımlarına gerek Abbasiler döneminin mezhep eksenli politikalarına gerekse de bu miraslardan bir şekilde istifade eden Selçuklu-Osmanlı-Babür-Memlük-Safavi hanedanlarının türlü cürümlerine şahitlik etmiştir.Bu cürümlerin işlenmesi sürecinin Raşit Halifeler dönemini sona erdiren ve saltanatın müesseseleşmesine sebep olan Emevi Hanedanlığı ile başladığı söylenebilir.’’Isırıcı Meliklik’’ olarak tavsif edilen bu dönem, yönetim erkinin ilim,meşveret/istişare,gönüllü biat ve adalet bağlamından soyutlanarak belli bir ailenin/nesebin uhdesine temlik edilmesi,yöneticinin Rasulullah(s.a.v)’ın halifesi değil de ‘’Allah(c.c)’ın Yeryüzündeki gölgesi’’ olarak adlandırılması ve en önemlisi de din dilinin iktidarın meşruiyeti için araçsallaştırılması yönüyle dikkat çekicidir.Beşinci Raşit halife olarak adlandırılan Ömer b.Abdülaziz dönemi dışarıda bırakılırsa,sonraki dönemlerde halkı Müslüman devletlerin çoğunda cari olan saltanat/padişahlık/meliklik sistemi,dinamik ve özne olması gereken Müslüman toplumları edilgenleştirmiştir.Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olma vasfı, yönetici erki eleştiriden/muhalefetten muaf tutmuş ve din dilinin araçsallaşmasına sebep olmuştur.Bu durum, otoriteye bağlı din dilinin ve ancak bir devlet otoritesinin olması halinde Müslüman’ca yaşanacağı algısının oluşmasına zemin hazırlamıştır.

 

Agah Olma Mükellefiyetimiz Ertelenemez

Her medeniyet bir değerler sistemine yaslanır. Yaslandığı değerler sisteminin insan-evren-tanrı görüşü o medeniyetin kendisini zamanda ve mekanda nasıl tezahür ettirdiğinin işaretlerini verir. Böylece bizler medeniyetlerin duygu ve düşünce dünyası hakkında bilgi ediniriz. Tarihin doğrusal bir çizgi üzerinde sürekli ileriye doğru ilerlediğini iddia edenler, ilkel/barbar olandan medeni olana doğru bir sürecin işlediğine bizleri inandırdılar. Bugünün şahidi olan insanlık tarihin ilkellikten medeniliğe doğru aktığına ikna olmuş vaziyettedir. Denebilir ki aydınlanma sonrası oluşan modern dünya bu geri döndürülemez zaman algısıyla kadim ile modern ve gelecek arasında keskin kopuşlar icat etmek suretiyle dünya da bir cennet oluşturmanın imkanlarını zorlayarak hem insanı yarını yakalama çabasının mahkumu yaparak zamanının şahidi ol(a)maması cinayetini işledi hem de hiçbir zaman inşa edilemeyecek olan muhayyel yeryüzü cenneti düşüncesiyle ortaya çıkan emek dinamizmini sermaye kapitalizminin çarklarını daha iyi döndürmesini sağlamak için kullandı.

 

Özgürlüğün Baş Dönmesi

Yazar bu kitabında benliğin tarihi dönüşümünden ve bu dönüşüme bağlı olarak terapinin kişiye bakış açısının değişiminden bahsediyor. Ayrıca geleneksel kişiliklerin modern çağın getirdiği çıkmazlarla nasıl yüzleştiği hakkında bizlere engin ufuklar açıyor.Küreselleşmenin bu benlik dönüşümü serüveni içerisinde ne denli etkili bir araç olarak kullanıldığından bahsederken; kapitalizmin benlikleri nasıl batından(içten)-zahire(dışa), ruhtan-bedene, değer, kültür ve maneviyattan geçici ve malayani(faydasız) duygulara dönüştürdüğünden dem vuruyor.Nihayetinde her şeyini kaybetmiş intisab(bağlılık) duyguları küreselleşmenin amaçları doğrultusunda öğütülmüş, boş benliğe sahip, tüketici ve müşteri kişi tiplerinin bizlere miras kaldığını vurguluyor.Yazar varoluşçu felsefeden kaos kuramına uzanan bir çerçeve içerisinde ruh sağlığı ve hastalığını anlamak için bütüncül bir bakış açısına sahip olunması gerektiğini belirtiyor. Tüm makalelerin içeriği tüm sosyal bilimlerin birbiriyle temas halinde olduğunu ve insanın ruhunu anlamak için farklı bilimlere bakmak gerektiğine işaret ediyor.

 

Tarihin Tekerrürü

Modernitenin post-moderniteye evirildiği,ideolojilerin/büyük anlatıların ortadan kalktığı,merkezsizliğin egemen olduğu ve mutlak hakikatin bilinemeyeceği mottosunun Avrupa merkezli olarak terviç edildiği bir tarih zaman kesitinin kaotik izdüşümlerini müşahede ediyoruz.Buna rağmen başka türlü düşünmemizi sağlamak amacıyla çeşitli spekülasyonlar yapılıyor.Bir yandan sermaye temerküzünü gerçekleştirmiş ve Dünyanın kendisi dışındaki bölgelerini kendisine benzetmek için uğraşan bir Batı Medeniyeti varken diğer yandan o medeniyete benzeyip benzememe noktasında kafası karışık olanlar ile benzemek için elinden geleni ardına koymayanlar bulunmakta.

 

Yeni Türkiye Nedir?Ne Değildir?-I

Bu yazının amacı, özellikle son yıllarda, sıklıkla dile getirilen Yeni Türkiye imgesinin ne olduğu ve ne olmadığı meselesini irdelemektir.Bu vesileyle, hem 21.yüzyıl Türkiye’sinin kurucu paradigmasının ne olduğu ya da olacağı hususu, hem de hassaten 1699 sonrası başlayıp bugüne kadar devam eden modernleşme hamlelerinin nereye doğru evirileceği meselesi ‘’paradigma değişikliği’’ bağlamında tartışılacaktır.Yazının ana eksenini, 18.yüzyılın hemen başından itibaren başlayan ve Tanzimat’la kemale eren, en nihayetinde ise Cumhuriyet’le birlikte radikal bir kültürel dönüşümle taçlanan dönemler teşkil edecektir.Her bir dönemin kendi içinde değerlendirilmesi oldukça teferruatlı ve pek tabi ki zahmetli olacağından,biz temel olarak Osmanlı modernleşmesinin muharrik gücünün ne olduğu,Tanzimat’ın Osmanlı modernleşmesinde neye tekabül ettiği ve Cumhuriyetin kurulma sürecinde Osmanlı modernleşmesinin etkilerinin olup olmadığı sorunsalı üzerinde durmaya çalışacağız.Modernleşmenin sadece araçlar üzerinden gerçekleşen bir olgu olmadığını,modernliği kullanılan eşyaların değişimi üzerinden anlamlandırmanın meseleyi kısırlaştıracağını, dolayısıyla modernleşme derken ‘’yeni bir düşünme biçimini’’ anlamanın daha sağlıklı değerlendirme yapma imkanı sağlayacağının farkında olarak, Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesini ele almak niyetindeyiz.

 

Gönüllü Mustazaflık Ya da Zihinsel Kadavralaşma Kabul Edilemez

Sömürgeleşmenin en tehlikeli olanı hiç şüphesiz zihinsel sömürgeleşmedir. Zihinsel sömürgeleşme bilincin körelmesi, sahih fikir ve eylem üretme potansiyelinin zaafa uğraması ve sömürgeleştiren iradeye karşı itiraz edebilme melekelerinin dumura uğramasına sebep olur. Zihnen sömürgeleşenler fiziki olarak sömürgeleşenlere nazaran daha uyumlu ve uzlaşmacıdırlar.Çünkü sömürgeciler gibi düşünmeye başlamışlardır. Bir insan/toplum, kendisini sömürenler gibi düşünmeye,onların kavramlarıyla hayatını anlamlandırmaya ve onların hayat tarzını kendisi için vazgeçilmez kılarak yaşamaya başladığında, artık o insan ve toplumun içinde bulunduğu durumdan kurtulması oldukça güçtür.Bundan dolayıdır ki tarih boyunca zihinsel sömürgeleşmeye maruz kalmış halkların, kendilerini yeniden sömürge öncesi dinamikleriyle inşa etmesi oldukça zaman almış, hatta çoğu zaman mümkün olmamıştır.Ünlü tarih felsefecisi İbn-i Haldun, İsrail Oğulları'nın Allah tarafından  Tih sahrasında kırk yıl boyunca sürgüne maruz bırakılmalarını, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ‘’sömürgeleşmiş zihin’’ teorisiyle açıklar.

 

Yahudi Mistisizmi veya Kabalacılık

Dinler Tarihi profesörü olan Kürşad Demirci’nin kaleme aldığı “Yahudi Mistisizmi veya Kabalacılık” kitabı, Yahudiliği ve Yahudilikte çok önemli bir alan ve inanç teşkil eden Kabalacılık/Mistisizmi anlama ve anlamlandırma açısından önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Kitap, iki bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde, ‘Kabalacılığın Ana Hatları ve Sefirot Kuramı’ işlenmektedir. Bu bölüm altında Kabalacılıkta Kozmoloji/Yaratılış Kuramı ve Safed Kabalacılığı işlenmektedir. İkinci bölümde ise ‘Tarihsel Açıdan Kabalacılık’ anlatılmış; bu bölüm altında Kabalacılığın Kökeni ve Tarihsel Süreci irdelenmiştir. 

 

Yirminci Asırda Alem-i İslam

"Bu eser Yaralı bir kalbin eninidir" diyerek eserine başlayan Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, yirminci asırda özelde Osmanlı Devletinin genelde ise tüm İslam Coğrafyasının içerisinde bulunmuş olduğu buhranlı dönemi bariz bir şekilde gözler önüne sermektedir. Yazar, eserinde sadece vakıa-yı tespit etmekle kalmaz aynı zamanda, alem-i islam'ın içinde bulunduğu durumdan kurtulması için tavsiyelerde de bulunur. Şehbenderzade, Alem-i islam-ın üzerinde oyun oynayan ülkeleri (Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere ) zikredip, bu devletler karşısında hangi mebadilerden yola çıkarak durulacağını eserinde özetle şu şekilde ifade eder: "En cengaver ve özgürlüklerine düşkün Araplar, Cezayir, Tunus ve Mısır'daki yirmi beş milyon Arap bugün bağımsız değilse, üç milyon Suriyeli, beş milyon Yemenli de Osmanlı'nın çökmesi durumunda bağımsız olamayacaktır."