okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün702
mod_vvisit_counterDün787
mod_vvisit_counterBu hafta2728
mod_vvisit_counterBu ay10812
mod_vvisit_counterHepsi1851592

Hamaney'e ve Nasrallah'a Açık Mektup-II

 Devrim öncesi İran, ABD’nin bu coğrafyadaki ileri karakolu durumunda ve Şah Rıza Pehlevi de Türkiye de Mustafa Kemal’in misyonuna benzer bir misyonla İran’ı modernleştirme çabası içerisindeydi. Musaddık’ın İran’ın petrollerinin millileştirilmesi çabasını onaylamayan ABD, bir CIA operasyonuyla gerçekleştirdiği darbe neticesinde Musaddık’ı devirmiş ve Şah Rıza Pehlevi’ye iktidar yolunu açmıştı.Ayetullah Şeriatmedari’nin mukallidi olan Şah Rıza, elindeki iktidar gücüyle bir yandan İran’ı modernleştirmeye ve küresel sisteme entegre etmeye çalışırken ,bir yandan da uzun yıllar boyunca devletten bağımsız hareket edebilmiş olan Kum ulemasını yanında tutmaya ve yaptıklarının meşrulaştırılması için Kum’u araçsallaştırmaya çabalıyordu. 

Kum ilim havzasından Humeyni , daha kırklı yaşlarında Şah Rıza’nın yaptıklarına karşı durmuş,devrik lider Musaddık çizgisinde bir politika izleyerek Şah rejiminin meşruiyetini tartışmaya açmıştı.Bu çabaları hemen tepki çekmiş ve Humeyni önce Türkiye’ye ardından  Irak’a ve sonrasında Fransa’ya sürgüne gönderilmişti.

1978 de İran’da olaylar başladığında kimse devrim olacağına ihtimal vermemişti.Hatta İranlı bir generalin devrim sonrasında Türkiye deki meslektaşlarıyla yaptığı bir görüşmede ‘’hiçbir şeyi fark edemedik.Biz her şeyi kontrol altında zannediyorduk fakat yanılmışız’’ dediği,ki bu konuşma özellikle 28 şubat günlerinde Türk medyasında sıkça dile getiriliyordu,rivayet ediliyordu.Ancak olaylar çığırından çıktığında şah ABD’nin yönlendirmesiyle ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı.

Muhterem Önderler;

Humeyni devrimini sadece İran halkına değil bütün bir Mustazaf Halklara armağan etmişti.Hatta bundan dolayıdır ki bugün İran anayasasında ‘’dünyanın neresinde olursa olsun mustazaf halklara yardım etmek gerekir’’ ibaresi yer almaktadır.Humeyni’nin mezhebi,etnik ve coğrafi  aidiyetini dini aidiyetinin önüne geçirmediği ve hatta ‘’Şiilik yok,Sünnilik yok,ancak İslam var’’ dediğini zatı alilerinizin de çok iyi bildiğini biliyorum.Kaldı ki bu devrim esnasında ve öncesinde Humeyni bizzat Kum uleması tarafından da mehdinin gelmesini geciktiriyor gerekçesiyle bağilikle suçlanmış ve dışlanmıştı.O ise ben mehdinin işini kolaylaştırmaya çalışıyorum te’viliyle binlerce yıllık şia itikadında önemli bir ictihat yapmış ve Kum’un bu mukavemetini kırmaya çabalamıştı.

İran devrimi küresel emperyalizmin bu coğrafyadaki en önemli mevzisini ortadan kaldırdığından devrimi daha başlangıcında boğmaya çabaladılar.Devrimden çok kısa bir süre sonra Irak kışkırtılarak İran’ın üzerine saldırtıldı ve sekiz yıl sürecek ve 1,5 milyon insanın ölümüne-ki ölen bu insanlar arasında devrimin çekirdek kadrosu da bulunmaktaydı- yol açacak bir savaşın fitili ateşlenmiş oldu.Bu savaş sırasında halkın mücahitleri denilen yapılanmanın da verdiği destekle devrimin çekirdek kadrosu, yani Şiiliği İslamlığının önüne geçmemiş gerçek devrimci kadrolar şehit edildi.Cumhurbaşkanı Beni Sadr’ın özel kalem görevini yerine getiren kişinin bu seçkin kadroların bulunduğu binaya koyduğu bomba neticesinde aralarında Beheşti gibi Humeyni den sonraki adam olarak görülen 72 kişi şehit edildi.Şüphesiz ki bu kadroların elinde bir İran bugünkünden çok daha farklı bir yerde olabilirdi.

Muhterem Önderler;

Zat-ı alilerinizin de çok iyi bildiği gibi 20.yüzyıl Müslümanların ulus devlet olgusuyla karşılaştığı bir süreci temsil eder. Birinci dünya savaşında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu,Alman İmparatorluğu,Rus çarlığı ve Osmanlı imparatorluğu parçalanmış ve bu imparatorluklar bünyesinden çeşitli ulus devletler neşet etmiştir.Eksik yönleri olsa da Müslümanların temsilcisi ve bir arada tutucusu durumunda olan Osmanlı Devleti ve Hilafeti de bu ulus devletleşme sürecinden payına düşeni almıştı.Sykes Picot anlaşmasıyla bugün devlet olarak tanımlanan onlarca devletçikler türe(til)miş ve bu devletçiklerin teşekkülünde etnik ve mezhebi argümanlar çok büyük rol oynamıştır.Oluşan bu ulus devletler genelde Batının bu coğrafyadaki çıkarlarını koruma üzerine yönetim kadrolarını oluşturmuştur.Yönetici elitler genelde halktan kopuk ve Sovyetlerde altyapısı hazırlanan Arap Sosyalizmi/Baas ideolojisi’nin uygulayıcısı konumundaydılar.Müslüman halk başlarındaki bu Baasçı kadrolara zaman zaman başkaldırmış fakat Cezayir,Mısır ve Hama da olduğu gibi katliam düzeyinde bir tedhişle bastırılmışlardır.

Ancak takdir edersiniz ki zulümle idare mümkün değildir. Her ne kadar baskı ve şiddetle insanları sindirmek kolaymış gibi görünse de tarihin biriktirdiği öfkeyi belli bir noktadan sonra kontrol etmek mümkün olmamaktadır. Kaldı ki bunun en yakın şahitleri sizlersiniz.Hatırlarsanız, Şah Rıza devrimden önce ABD den son derece modern silahlar almış ve ordusunu neredeyse tepeden tırnağa yenilemişti.Halkın öfkesini bu şekilde dizginleyebileceğini zannediyordu.Fakat insanlar bir kere korkuyu yendiklerinde artık onları durdurabilecek bir silah yoktur.Tunus,Mısır,Cezayir,Irak,Suriye,Suudi Arabistan,Yemen,Bahreyn gibi ülkelerde halk yıllarca zulüm ve onursuzlukla iç içe yaşadı.Yanı başlarındaki Filistin de kardeşleri İsrail tarafından şehit edilirken, o ülkelerin idarecileri İsrail’le sarmaş dolaş olmuşlardı.Kudüs’ün mukaddesatı çiğnenirken o ülkelerin yöneticileri lüks ve safahat içerisinde debeleniyorlardı.Tüm bunların sindirilmesi mümkün değildi.

Muhterem Önderler;

Şahit olduğunuz üzere halkların isyanı önce Tunus’ta başladı. Ardından Libya’ya ve Mısır’a ulaştı.Ürdün,Yemen ve Bahreyn de de halk iktidar sahiplerinin uykusunu kaçırmaya devam ediyor.Yani yirminci yüzyılda çerçevesi çizilen bölgede ciddi kırılmalar oluyor.Bu yaşananların devrim olup olmadığı konusu ayrıca tartışılabilir.Fakat yılların biriktirdiği öfke ve onursuzca yaşanan bir hayattan duyulan tiksinti insanları kendi idarecilerine karşı başkaldırmaya itti.Düşünün ki Gazze de dünyadan yalıtılmış kardeşlerinize bütün bir dünya, aralarında Hristiyan ve Yahudilerin de bulunduğu aktivistlerle, örgütlenerek yardım ulaştırmaya ve o ablukayı kırmaya çabalıyor, fakat sizin ülkenizin idarecileri-Mısır örneğinde olduğu gibi-bu insanların önünü kesiyor ve geçit vermiyor.Bununla da kalmıyor tünellerle hayatlarını idame ettirmeye çalışan Gazzelilerin tünellerini gazla ve suyla doldurarak İsrail’den daha vahşi ve onursuzca saldırıyor.Bu duruma tahammül etmek mümkün değildi ve dikkat ettiyseniz Mısır ayaklanmasında ‘’onur’’sözcüğü önemli bir yer tutuyordu.

İran başkaldırıların ilk başladığı yer olan Tunus’ta Zeynelabidin diktatörünü kovan halkı selamlayarak mücadelelerinde yanlarında olduğunun mesajını verdi.Bu zaten İran’dan beklenen bir tavırdı ve takdire şayandı.Ardından başkaldırılar Libya ve Mısıra sıçradığında İran yine kendisinden beklenen tavrını göstererek  başkaldıran Mısırlı ve Libyalı halkları selamladı.Ne zamanki ,Suriyelilerin 40 yıllık Esat diktatörlüğünden kurtulma çabası başladı İran şimdiye kadar gösterdiği tavrından vazgeçerek, Suriye de ki başkaldıran halkı emperyalistlerin oyuncağı ve işbirlikçisi ilan ediverdi.Aslında sürecin buraya geleceği belliydi.Bütün diktatörler devrilirken mazlum Suriye halkının kendi başlarındaki zalime ses çıkarmamaları mümkün değildi.Nitekim Der’a da birkaç genç  duvarlara ‘’doktor sıra sende’’ yazarak bunun ilk işaretini verdiler.Ardından bu gençlere ahlaksızca işkenceler yapıldı ve aileleri onursuzca aşağılandı.Böylece Suriye deki başkaldırı süreci başlamış oldu.Ayaklanmanın ilk altı ayında ne silah ne de şiddet vardı.Halk ellerinde pankartlarıyla kendilerine yapılan aşağılamaların cezalandırılmasını ve sorumluların hesap vermesini istiyordu.Ancak muhaberat ve Şebbiha’nın iğrençlikleri halkı çileden çıkardı.

Suriye de ki bu başkaldırı yeni değil şüphesiz.Yakın tarihi şöyle bir deşelediğimizde seksenli yıllarda gerçekleşen Hama katliamı henüz hafızalardaki yerini koruyor.Aynı dönemde İran da Irak ile savaş halindeydi ve tek nefes alabildiği yer o zaman Suriye idi.Bu nedenle İran’ın Hama ayaklanmasına destek veremeyişi belki anlaşılabilirdi.Çünkü bir yandan küresel emperyalizmin desteklediği Irakla savaşıyor, bir yandan da içerideki halkın mücahitleri adlı muhalif guruplarla baş etmeye çabalıyordu.İmam Humeyni henüz hayatta olduğu o dönemde kendisini ziyarete gelen ve destek isteyen Hamalı müslüman liderlere acele etmemeleri gerektiği yönünde telkinde bulunuyordu.İran’ın bu tavrı dönemin konjonktürü-ki bu kelimeyi hiç sevmem- gereği belki anlayışla karşılanabilirdi.Fakat bugün Suriye de yaşanan zulme karşı duyarsızlığının anlaşılabilir bir tarafı yoktur.

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis
 

Yorum ekle