okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün787
mod_vvisit_counterDün527
mod_vvisit_counterBu hafta1960
mod_vvisit_counterBu ay12191
mod_vvisit_counterHepsi1839200

Müstağniliğin Panzehiri Tevhid-IV

Bu noktada insan-Allah, insan-insan ve insan-evren ilişkisi tanıma(irfan/marifet) ile mümkünken; Allah-insan,Allah-evren ilişkisi bilme(ilm) ile mümkündür.(Bu bağlamda Rağıb el İsfehani Müfredatında (A-R-F) köküyle ilgili şu açıklamayı yapar:İrfan ve marifet bir şeyin izini tefekkür ederek ve derin düşünerek onu algılamaktır.Bu kelime ‘’ilm’’kelimesinden daha dar kapsamlıdır.Onun zıddı ise ‘’inkar’’dır.’’Fulanun ya’rifullah/falan kişi Allah’ı kabul etmektedir/tanımaktadır denir;fakat tek bir mef’ul getirilerek fulanun ya’lemullah/falan kişi Allah’ı bilmektedir denilmez.Zira beşerin Allah’ı bilmesi,onun zatını idrak etmekle değil,eserlerini düşünmekle olur.Aynı şekilde Allahu ya’lemu keza/Allah şunu bilir denir;fakat Allahu ya’rifu keza/Allah şunu tanır denilmez.Çünkü marifet,tefekkürle ulaşılan sınırlı bilgi için kullanılır.)Dolayısıyla insan Allah’ı ‘’bilemez’’fakat ‘’tanıyabilir’’.Çünkü bilme, bir şeyi bütün hususiyetleriyle ihtiva etmektir.

Bu nedenle insan Allah’ı ancak ve ancak kendisini tanıttığı kadarıyla tanıyabilir.Yani kul ‘’ben Allah’ı biliyorum’’ yerine ‘’ben Allah’ı tanıyorum’’demelidir.Aynı durum insan-insan ve insan-evren ilişkisi için de geçerlidir.İnsan,hemcinsi olan başka bir insanı ancak muhatabı kendisini tanıttığı kadarıyla tanıyabilir. Onu bütün hususiyetleriyle bilemez. Bundan dolayıdır ki uzun süre görüşemediğimiz bir tanıdığımızla karşılaştığımızda‘’beni bildin mi?’’ değil ‘’beni tanıdın mı?’’deriz.Ya da yeni karşılaştığımız biriyle muhabbet kurmak için atılan adımın adı ‘’tanışmadır’’,‘’bilişme’’değil.Nitekim evren için de aynı şey geçerlidir.Evrenin ne olduğu ve niçin öyle olduğu sorusu tarih boyunca alimlerin/mütefekkirlerin/filozofların en fazla meşgul oldukları soru olmasına rağmen ancak o günkü bilgileri muvacehesinde tespitler yapabilmişlerdir.Nitekim bazı tespitleri sonradan meydana gelen bilimsel gelişmelerle yanlışlanmış bazıları ise doğrulanabilmiştir.Fakat tam anlamıyla evreni ‘’bilme’’ gerçekleşmemiştir ve dünyanın nihayetine kadar da gerçekleş(e)meyecektir.Yakın zamanda CERN de yapılan deneylerle insanın bu ‘’bilme sancısı’’ giderilmeye çalışılsa da yine bugünkü bilimsel veriler ışığında tespitler yapılabilmekte ve bu tespitler nihai olamamaktadır.20.yüzyılın başına kadar maddenin en küçük yapı taşı atom olarak bilinirken şimdi atom altı parçacıkların bulunmuş olması da insanın bilgisinin sınırlılığını ve dönemselliğini göstermektedir.Bu zaviyeden olmak üzere insan evreni tam anlamıyla bilemez ve fakat evrende içkin kanunları/sünnetullahıtespit edebilir ki buna da tanıma denir.Bu bağlamda İslam arifleri ‘’nefsini tanıyan(irfan/marifet) rabbini tanır(irfan/marifet) ‘’diyerek yukarıda ifade etmeye çalıştığımız duruma dikkat çekmişlerdir.Yani insanın kendi nefsini ‘’bilmesi(ilm)’’de mümkün değildir.Nefsini ancak belli bazı hususiyetleriyle tanıyabilir.İlim kavramının irfan kavramını ihtiva eden yönü hatırlandığında bilmek ve tanımak arasındaki fark da ortaya çıkmaktadır.’’Allah yarattığını bilmez mi(ilm)’’(Mülk-14) ayeti de gösteriyor ki Allah zerreden küreye bütün yarattıklarını tüm hususiyetleriyle bilir(ilm).Dolayısıyla en iyi bilenin norm koyucu olarak kabul edilmesi insanın dünya sürgününü anlamlı kılması için gereklidir.En iyi bilenin yerine bilenler ihdas etmek tevhit akidesine halel getirecektir ki bu durum şirke kapı açmaktır.

Allah’ın mutlaklık makamında oluşu Allah-kul arasındaki tüm aracıların reddedilmesini gerektirir.Peygamberler,rab-kul ilişkisinin nasıl olması gerektiğini bizzat yaşayarak öğreten birer örnekşahsiyetlerdir.Allah’la yaratan-yaratılan,rab-kul ilişkisi haricinde bir ilişkisi olduğuna,birtakım özel yetenekleri gereği kendisinden bazısorumlulukların kalktığına veya bir takım özel ritüellerle Allah’la özel bağlar kurduğuna dair iddiada bulunmak hiç bir insanın haddi değildir.Allah kendisine yak(ın)laşma arzusunda olanın kalbini ve aklını berraklaştırabilir ve/veya ona ilahi ikram ve bağışlarda bulunarak basiretini,ferasetini,iz’anınıarttırabilir.Ancak bu durum o kişinin kendisini bağlar ve kulluk makamından azat edildiği anlamına gelmez.İnsanın hayatında rab-kul ilişkisinin olmadığı bir an dahi yoktur.Bu nedenle mutlak anlamda iktidar sahibi sadece ve yalnızca Allah olarak kabul edilmek zorundadır.İnsanın iktidarı ancak Allah’ın rızasına muvafık olursa kayda değerdir.İnsan halife olma hususiyeti gereği Allahın mutlak adaletini yeryüzünde tesis etme çabasında olmakla mükelleftir.İnsan-insan ve insan-evren ilişkisi de bu adaletten nasibini almak durumundadır.Allah’ın mutlaklığı kabul edildiğinde,insana ve evrene bakış değişecektir.Bacon’un evrene işkence ederek onun sırlarına ulaşma arzusu ile Froud’un insanı şiddet/öfke/gazap ve cinsellik diyalektiğine mahkum eden varsayımları;Descartes’in‘’düşünüyorum o halde varım’’ ifadesinde içkin varlığı düşünce ile mümkün kılan önermesi;Sartre’ın hümanizmin zirvesi kabul edilebilecek varoluşçuluğu,Camus’un bohem halinin ‘’isyan ediyorum o halde varım’’ a evirilen anarşizmi;kapitalizmin insanı homo-economicus olarak konumlandırması gibi çabalar,insanın en iyi bilicisi dışındaki tanımlamaların acizliğini gösterir.

 

İslam’ın tevhit mefkuresinde insan özgürdür.Hatta öylesine özgürdür ki kendisini yaratanı/yaşatanı ve kendisine ikramlarda bulunan tanrısınıdahi inkar edebilmektedir.Dolayısıyla insanı değerli kılanda onun bu özgürlüğüdür.O tercihlerini kendi iradesiyle yapar ve bu tercihleriyle var oluşunu değerli/anlamlı kılar.İnsanın özgür olması bizzat Allah’ın isteğidir.Allah’ın mutlak alim olması,insanın iradesini ipotek altına alan ve onu tanrısal bir cebrin mahkumu haline getiren bir durum değildir.İradi eylemlilikleri sayesindedir ki insan,meleklerin dahi fevkinde bir konuma sahiptir.Melekler,kendilerine emredilenin dışına çıkamazken insan rabbine hasım kesilebilmektedir.(Yasin-77)İradi eylemleriyle insan,kemal ve zeval derecelerini tadar.Gazali’ye göre iradi eylem,seçme imkanının bulunduğu durumlarda gerçekleşen eylemlerdir.Yani bir fiilin gerçekten bizim fiilimiz olabilmesi için o fiilin tarafımızdan bile–isteye yapılması gereklidir.Harici bir zorlamanın/baskının altında icra edilen eylemler iradi eylem olarak kabul edil(e)mezler.Bu bağlamda Allah-insan ilişkisinde insan bile-isteye yaptığı eylemler nedeniyle mesuldür.Mükafatı veya mücazatı bu mesuliyet çerçevesinde berraklaşır.

 

Nitekim aziz Kur’an göklere,yere ve dağlara sunulan emaneti insanın kabul ettiğini ifade eder.(Ahzab-72)Bu yönüyle insanın diğer canlılarla biyolojik olarak ortak yönleri olsa da ilahi emanete sahip çıkması yönüyle mahlukat içerisinde oldukça müstesna bir yere sahiptir.Kendisine bahşedilen akıl nimeti sayesinde tefrik,temyiz,tasnif,sebep-sonuç ilişkisi kurma gibi meziyetlerle donatılmıştır.Bu meziyetleriyle varoluşu hayatı boyunca devam eden insan kemalat düzeyine çıkabilecek bir imkanı da sufli ve den’i seviyelere inecek potansiyeli de bünyesinde barındırır.Nefsine ilham edilmiş olan takva ve fücur(Şems-7ve8),hayatı boyunca onda bir çatışmanın kaçınılmazlığını gösterir.Bu çatışma zannedildiği gibi Allah-şeytan çatışması değildir.Çünkü şeytan da Allah’ın yarattığıdır ve Allah-şeytan çatışması ifadesi şeytana Allah’la denk bir pozisyon atfettiği için kabul edilebilir değildir.Oysa ki mübarek Kur’anşeytanın Allah’ı rab olarak tanıdığını beyan etmektedir.(Hicr-39)İnsanın benliğindeki bu kavga,insani yüceliş için gereklidir.İnsan nefsini tezkiye eder ve rabbine layık bir kul olma çabasında olursa kalp-akıl uyumu/muvazenesi gerçekleşir ve insan-ı kamil makamına ulaşılır.

 

 

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis
 

Yorum ekle