okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün25
mod_vvisit_counterDün535
mod_vvisit_counterBu hafta1970
mod_vvisit_counterBu ay6769
mod_vvisit_counterHepsi1847549

Tarihin Tekerrürü

Modernitenin post-moderniteye evirildiği,ideolojilerin/büyük anlatıların ortadan kalktığı,merkezsizliğin egemen olduğu ve mutlak hakikatin bilinemeyeceği mottosunun Avrupa merkezli olarak terviç edildiği bir tarih zaman kesitinin kaotik izdüşümlerini müşahede ediyoruz.Buna rağmen başka türlü düşünmemizi sağlamak amacıyla çeşitli spekülasyonlar yapılıyor.Bir yandan sermaye temerküzünü gerçekleştirmiş ve Dünyanın kendisi dışındaki bölgelerini kendisine benzetmek için uğraşan bir Batı Medeniyeti varken diğer yandan o medeniyete benzeyip benzememe noktasında kafası karışık olanlar ile benzemek için elinden geleni ardına koymayanlar bulunmakta.

Görünen o ki yeni dünya düzeni medeniyetlerin kendi aralarında verdikleri savaşla şekillenecek.Güneşin altında yeni bir şey yok yani yaşadıklarımız itibariyle.Birilerinin başka birileri eliyle tasfiye edilmesi yönüyle savaş Adem’in yeryüzüne teşrif ettiği ilk günden beri cari ve bu durum kıyamete kadar da devam edecek.Bu savaşta kimin kazandığından ziyade önemli olan kimin doğru tarafta olduğudur.Güç dengeleri açısından bariz bir fark var savaşanlar arasında.Ancak güç, netice üzerinde her zaman belirleyici değildir bizim inancımıza göre.Sayıca az fakat hakikatin tarafında olanlar nicelik olarak kendilerinden kat be kat fazla olanları Allah’ın izniyle mağlup edebilirler.Bu savaşta her ne kadar birçok taraf varmış gibi görünse de savaşın asıl tarafları İslam Medeniyeti ve diğerleri çerçevesinde tebarüz ediyor.(Bu noktada İslam Medeniyeti terkibinde ki ‘’medeniyetin’’ Batılı anlamda ‘’civilisation’’ olarak değil,dinin kurucu özne olduğu bir durumun tezahürü bağlamında adlandırmak gerektiğini düşünüyorum.Aksi durumda ‘’civilisation’’un ‘’barbarism’’in karşıtı olarak ve Romalılık arka planına yaslanmasından mütevellit İslam Medeniyeti terkibi yanlış anlaşılabilir)

Gardırop garpçılığının dahildeki temsilcilerinin de olağanüstü çabalarıyla beslenen ileri Avrupa algısı tam da kral çıplak demenin farz olduğu bir vasatta ‘’küfr’’ kavramının hakkını verecek şekilde bir örtme/gizleme operasyonuyla muhkemliğini tahkim etmeye çabalıyor.Ancak tüm bu gizleme gayretlerine rağmen kralın çıplak olduğunu gözlerden kaçırmaları mümkün görünmüyor.Çünkü bu çıplaklık sadece Avrupa dışında ki az gelişmiş! Ülkelerin halkları tarafından değil bizzat Avrupa’nın vicdan sahibi entelektüelleri tarafından da ifade edilmeye başladı. Liberal/demokrat değerlerin insanlığın gelip varacağı son nokta olduğu tezviratını serdedeli çok olmadı Fukuyama’nın.İŞİD ve türevleri aracılığıyla insanlığın maruz kaldığı dehşet ve korkunun Avrupa Medeniyeti’nin değerlerini yüceltmesi ve bu vesileyle Dünyaya aydınlanma aklının örnek gösterilmiş olması üzerinde dikkatlice düşünmek gerekiyor.’’Kaosun rutinleşmesi’’ olarak adlandırılabilecek olan Dünyanın içinde bulunduğu mevcut durum insanlığa ‘’müşevveş zihin’’ hali armağan ettiği için kaosu üretenlerin teşhir edilmesi mümkün olmuyor.İfsat ve iğva edici olmalarına rağmen ıslah edici olduklarını iddia edenlerin gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasını engelleyen ‘’rutinleşmiş kaosun’’ sebep olduğu ‘’müşevveş zihin hali’’ agah olma mükellefiyetiyle mücehhez olması gereken Müslüman şahsiyeti de,zihnen, dumura uğrattı. Kaosun üreticilerini teşhir edememenin tabii neticesi olarak kimi Müslümanlar tarafından sapılan nihilizm bataklığı, gayrı ahlaki tavır alışların zeminini oluşturdu. Köksüzlük /gelenek reddiyeciliği üzerine kurulu olan ve kendisini radikal olarak adlandıran kimi İslami iddialı fraksiyonlar, adeta usulsüzlüğü usul edinerek, yaptıkları eylemleri aziz Kurana meşrulaştırmak için sonu gelmez tevil spekülasyonları yapmak suretiyle tam da post modernitenin ruhuna uygun olarak öznesiz/merkezsiz/geleneksiz ve parçacı bir İslami anlayışın mümessilleri olarak tebarüz ettiler. Batıya kahretme üzerine kurulu bu anlayış yaklaşık 200 yıldır Batıdan dayak yemenin ve hassaten 11 eylül sonrasında tebarüz eden İslam’la savaş doktrininin neticesi olarak bugün sadece Batıyı değil  hatta belki daha da fazla olarak Müslümanları tehdit etmektedir.

Tarihi boyunca bir öteki olmadan varlığını devam ettiremeyen Batı Medeniyeti için yeni öteki artık gizlenemez bir biçimde İslam olarak tanımlanmış vaziyettedir. Ve yine barizdir ki Cezayirli Tarihçi Jaques Attali’nin ifadesiyle ‘’Kudüs’e ihanet eden’’ Hıristiyanlık, nasıl ki 1492 de Kudüs’ü,aslında Doğu’yu, hatırlatan Müslümanları ve Yahudileri Kıta Avrupası’ndan kovduysa, şimdi de yeni bir ‘’arınma’’ya ihtiyaç var ve bu arınmayı gerçekleştirmek için Avrupa, müttefik olarak İsa’nın katilleri olan Yahudileri yanına çekmiş durumdadır.Doğu kökenli olan Hıristiyanlığa Batılı bir kök bulmak zorunda kalan Avrupa’nın Endülüs’ün yıkılışının ardından gerçekleştirdiği ‘’temizlik’’ bugünü anlamak açısından önemlidir.Kudüs’e ihanet etmenin acısını hala yüreğinde taşıyan Hıristiyanlık, 11 eylülle birlikte yeni bir haçlı seferi başlatmış ve Akdeniz Havzasına geri dönmüştür.Vaktiyle Akdeniz’den kopmak için çabalayan Hıristiyanlığın yeniden Akdeniz’e dönüşü elbette sadece petrol ve doğalgazla açıklanamaz.Bağdat-Şam-Kabil-Belh gibi insanlığın ,hassaten Müslümanlığın, hafızası olan beldelerin yıkımını gerçekleştiren, bu beldelerin mirasını yağmalayan  ve bu mirası kendi müze ve kütüphanelerine götüren Batı aslında Müslümanları da kendisi gibi geçmişinden koparmak ve nasıl ki kendisi Avrupa kıtasında Hıristiyanlığı yeniden icat ettiyse Müslümanlarında İslam’ı yeniden icat etmelerinin zeminin oluşturmak istemektedir.1992’de Endülüs’ün yıkılışının ve Müslümanların Avrupa kıtasından kovuluşunun 500.yılını nümayişlerle kutlayan Avrupa, ikinci 1492 sini bu kez vaktiyle Bizans/Rum toprakları olan ve önce 1071’de ardından,İsmet Özel’in ifadesiyle, İstiklal Mücadelesi’nde İslam Beldesi olduğu tescil edilen Anadolu topraklarından Müslümanları Sibirya steplerine veya Asya bozkırlarına sürerek gerçekleştirmek istediğinden şüphe duymaya artık gerek yok.İstanbul’un Fethi’nin intikamını 39 yıl sonra Avrupa Kıtası’ndan Müslümanları kovarak alan Hıristiyan Dünyası kızıl elma olarak besleyip büyüttüğü Anadolu’yu Müslümanlardan arındırmanın hesaplarını yapmaktadır ve bu konuda da en büyük destekçisi yine Yahudilerdir.Özgür Sare’den olanlar köle Hacer’den olanları zaten hiç çekememişlerdi. Oğullarını tanır gibi tanımalarına ve peygamberlerinin müjdelemesine rağmen Hz.Muhammed(s.a.v)’e cephe alanlar kendileri gibi olmadıkça Müslümanlardan razı olmayacaklar. İsrail devleti kurulduğunda Selahaddin Eyyubi’nin mezarını tekmeleyerek ‘’Kalk ey Selahaddin!Biz geri döndük’’ diyen Yahudi askeri nasıl ki tarihin yalnızca bir kronoloji olmadığını izhar ediyorsa, Fatih’in mezarını tekmeleyerek sevinç çığlıkları atacak bir zihniyetin bugün Avrupa’yı teslim almaya başladığını söylemek abartı olmaz. Paris saldırısının hemen ardından tam da Avrupa’nın İslam’dan arınması amacına matuf olarak faturanın öncelikle göçmenlere kesilmesine şaşmamak gerekir.Meseleyi din perspektifinden değerlendirmek kimilerince bilimsel ve dahi rasyonel bulunmayabilir. Ancak tarih çok iyi bir öğretmendir ve din olgusu dışarıda bırakılarak bugünkü dünyayı anlamlandırmak mümkün değildir. Avrupa’ya önce aydınlanmayı ardından sanayi devrimini yaşatan ve nihayetinde teknik/sınai anlamda inkişaf etmesini sağlayan da Luther-Calvin ikilisinin Hıristiyanlığa getirdiği yeni yorum değil midir? Şayet Calvin Hıristiyanlığı ahiret için dünyada çile çekmek yerine dünyayı cennete çevirecek bir çaba içerisine girmek şeklinde yeniden yorumlamasaydı, Avrupa’nın Aydınlanma ve Sanayi devrimini gerçekleştirmesi mümkün olabilir miydi? Ya da Hıristiyanlığı dışarıda bırakarak modernliği anlamak ne kadar mümkün olabilir? Dolayısıyla aslında fazlasıyla dini bir süreçten geçiyoruz fakat bunun anlaşılmaması için ciddi anlamda bir uyuşturulma ameliyesiyle karşı karşıyayız.

Terörün ‘’ne’’liği ve ‘’nasıl’’lığına karar verme noktasında kendisini özneleştiren Batı dünyasının elinde bulundurduğu enformasyon araçlarıyla aslında nasıl bir manipülasyon yaptığını fark etmek için bir örnek kanaatimce faydalı olur. Rivayet edilir ki Büyük İskender, hakimiyeti altında bulunan denizlerde korsanlık yapan bir eşkıyayı tutuklatıp huzuruna getirtir.Eşkıya ile İskender arasında yaklaşık olarak şöyle bir konuşma geçer.İskender:Neden benim denizlerimde korsanlık yaparak halkımın huzurunu bozuyor ve güvenliklerini tehlikeye atıyorsun?Korsan:Efendim aslında yaptıklarımız hususunda aramızda bir fark yok.Benim ilkel yöntemlerle yaptığımı siz düzenli ordularla yapıyorsunuz.Bu yüzden size kral bana korsan diyorlar.Paris saldırısı bu perspektiften okunabilir mi?Terörün korku,dehşet,kaygı gibi hususiyetleri göz önüne alındığında bunun nasıl ve kim tarafından yapıldığının önemi var mı?Sofistike silahlarla ve düzenli ordularla, hatta müttefikler edinmek suretiyle bir beldenin işgal ve sömürüye maruz kalması da terör kapsamında değerlendirilemez mi?Yoksa terör sadece fanatiklerin üzerlerine bağladıkları bombaları insanların bulunduğu bir alanda patlatması ya da canlı yayınlarda infazların yapılması mıdır?

Enformasyon araçlarını ellerinde bulunduranlar bir olayı veya olguyu vuzuha kavuşturmak, o olay veya olgunun bütün yönleriyle anlaşılmasını sağlamaktan ziyade nasıl anlaşılması gerektiği hususunda kitleleri kodlamakla meşguldürler. Medya denilen ‘’kitlesel narkozlama aracı’’ sadece haber vermiyor.Aynı zamanda ilgili haberin hangi içerikle kitlelere enjekte edileceğine de karar veriyor.Medya unsurlarını ellerinde bulunduranlar bütün bir dünyayı kendi oluşturdukları içerik ekseninde düşünmeye zorluyor.11 eylül saldırılarının hemen ardından özellikle Müslümanların yaşadığı beldelerde meydana gelen işgal,sömürü ve tecavüzler hatırlandığında Paris saldırılarının ardından nelerin geleceğini tahmin etmek güç değil.Irak’ın ve Afganistan’ın ‘’demokrasi’’ için nasıl işgal edildiği henüz hafızalarda tazeliğini korurken Paris’te gerçekleşen bu olayın yeni bir demokratikleştirme eylemlerine sahne olacağı söylenebilir.

Kendilerinde başkalarını medenileştirme/uygarlaştırma görevi vehmedenler bu vehimlerini gözden geçirmek zorunda. Romalı arka plandan beslenen medeni-barbar ayrımı bugün Batı Medeniyeti’nin dünyanın kendileri dışında kalan yerlerini kendileri kıvamına getirmek amacıyla hareket etmelerine sebep oluyor. Önceleri kültürlerarası iletişimin arttırılması amacına matuf olarak  desteklenen küreselleşme/globalizm, gelinen noktada Batı değerlerinin küre üzerinde egemen kılınması amacına indirgenmiştir. Avrupalı kibir, kendisi dışındaki hiçbir kültürü kabul etmiyor.İlerlemeci tarih algısının eşlik ettiği bu kibir dünyayı Aydınlanma öncesi ve sonrası olarak kodlayarak insanlık ailesinin kadim ile olan bağını koparmayı amaçlıyor.İnsanlığın şimdiye kadar oluşturduğu edebi,felsefi,hikemi ve estetik birikim müze kültürüne dönüştürülüyor.Modern toplumlarda müzelerin bu kadar tercih edilen mekanlar olması da kanaatimce hafıza yitiminin en çok barizleştiği yerler olması dolayısıyladır.Müzeler sayesinde modernite insanlığa ‘’senin geçmişinde böyle ilkellikler vardı ancak şimdi sen medeni oldun’’ diyerek bir noktada ilerleme mitinin mahkumları olmamızı sağlıyor.Batı, kendisi dışında kimsenin değer ihdas edemeyeceğine inandığı için her halükarda kendisini özneleştirmenin imkanlarını arıyor.Çirkinliğinin görünmemesi için elindeki medya unsurlarını manipülasyon aracı olarak kullanıyor. Bu nedenle artık Olayları değil olguları konuşmanın zamanı çoktan geldi ve geçiyor.Vesselam...

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis
 

Yorum ekle