okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün404
mod_vvisit_counterDün441
mod_vvisit_counterBu hafta1814
mod_vvisit_counterBu ay6613
mod_vvisit_counterHepsi1847393

Melezleşmenin Konjonktürel Vecheleri

İlahi kaynaklı hakikat manifestoları tarih boyunca başkaları tarafından değil bizzat mensupları tarafından, kimi zaman konjonktürel gerekçelerle kimi zaman dünyevi menfaatler karşılığında kimi zamansa, özellikle pagan Roma’nın İsa(a.s)’nın mesajını resmi din olarak kabul etmesinden sonra yaşanan süreçte olduğu üzere, batıl üzerine tesis edilmiş müesses nizamın beka sorununu ortadan kaldırmak amacıyla müdahaleye maruz kalmışlardır.Aziz Pavlus’un Hıristiyanlığı Roma ve Grek kültürünün içinde yetişmiş insanlara beğendirmek için şeriattan arındırması din içi yozlaşmanın en somut örneklerinden biridir.Hıristiyanlığı manevi bir tatmin vasıtası haline getirerek içeriksizleştiren Pavlusçuluğun İslam geleneği içinde Müslüman kılıklı şahıs/lar tarafından devam ettirildiği gerçeği izahtan varestedir.Yani İslam’ın mensupları arasından da İsa’nın ardından gittiğini iddia edenlerin İsa’nın mesajına gadretmelerinde olduğu gibi bir takım sufli emellerin gerçekleştirilmesine müteveccih olarak dini sündürme ve sulandırma çabaları ya da aziz ve mübarek İslam’ı egemen batıl ideolojilerle mezcetmek veya uzlaştırmak amacıyla kadükleştirmek isteyenler olmuştur/olmaktadır.Ancak hem aziz Kur’an’ın bizzat Allah(c.c) tarafından korunan müstesna dili, hem de peygamberin(s.a.v) 23 yıl boyunca hayatın içinde inşa ettiği dinamik sünneti bu kadükleştirme çabalarını başarısızlığa mahkum etmiştir/edecektir.Hıristiyanlığın monist karakterinin önce Aziz Pavlus sonrasında ise Luther-Calvin ikilisi tarafından tağyir edilerek sanayi devrimini ortaya çıkaracak şekilde yorumlanmasına benzer bir müdahaleyi, Müslümanların da aziz İslam’a yapmasını bekleyen Yahudi-Hıristiyan ittifakından oluşan küresel sistem, içeriden devşirdiği kimi Müslüman Lutherler ve Calvinler aracılığıyla ‘’Dünyayı mü’minin zindanı kafirin cenneti’’ olarak görmesi gereken Müslüman’ı ‘’dünyayı müminin de cenneti’’ şeklinde yorumlamaya teşvik ederek ahiret gerçekliğini talileştirmeye ve böylece kapitalist/neo-liberal değerler sisteminin kavileşmesini sağlamaya çabalamaktadır.

Adem(a.s)’den bu yana tüm ilahi menşeli dinler(ki bunların tamamı İslam olarak adlandırılabilir), içine doğdukları tarih-zaman kesitinde cari olan batıl düşünme ve eyleme biçimini ortadan kaldırmak ve sahih bir düşünme ve eyleme biçimi inşa etmek için ‘’tekçi/monist’’ hususiyetlerini tartışma dışı tutmuştur.Bu tekçi hususiyet, aynı zamanda, İlahi menşeli dinlerin batılın hiçbir cüzüyle mezcedilemez oluşlarını da tazammun eder.Böylece Allah-insan-evren-tarih-zaman ve mekan tasavvurunun sahih bir zemine oturması ve insan etkinliğinin olduğu her alanda iyi,güzel ve adil olanın ancak ‘’İslam’dan’’ sadır olacağı yüce ilkesi beyan edilmiş olur.

Post-Modern zamanlarda ‘’hakikatin çokluğu’’ bağlamında terviç edilen sentezci yaklaşımların, İslam’ın monist karakterinin tartışma zeminine çekilmesi amacına matuf bir çaba olduğuna dikkat çekmek isteriz. Özellikle Müslüman teologlar aracılığıyla, İslam’ın iman-küfür seçeneklerini muhatabının tercihine bırakan hususiyeti ve ‘’dinde zorlama yoktur’’ ulvi ilkesi üzerinden ‘’hakikatin çokluğu’’ argümanı meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Aziz İslam’ın muarefeyi önceleyen perspektifinin, ilgili teologlar tarafından, Batıl’ın versiyonlarıyla uzlaşma anlamına gelecek şekilde yorumlanması, İslam’dan başka bir hakikat varmış algısının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Kendisini İslam’a nispet edenlerin zaten karışık olan kafalarını daha da karıştıran bu durumu, ‘’deizmin’’ zaferine giden yolun ‘’işaret levhası’’ olarak tanımlamak herhalde yanlış olmaz. Oysa ki başımıza örülmek istenen çorap, müteyakkız Müslüman’ın hemen fark edeceği şu şartları havidir;1-Neo-liberal paradigmaya boyun eğme 2-Tüm öğretilerin/dinlerin sentezlenebilir olduğunu kabul etme 3-Hiçbir öğretinin/dinin kendisini merkeze alarak tebliğ ve tebşirde bulunmaması 4-Hiçbir öğretinin/dinin ‘’mutlak hakikat’’ iddiasını dillendirmemesi  

Globalizm adı altında devam eden birörnekleş(tir)me süreci sadece kültürlerin ve bireylerin melezleşmesini temin etmiyor aynı zamanda ister ilahi ister beşeri kaynaklı olsun bütün dinlerin ‘’lokalleşmesine’’ de hizmet ediyor.İdeolojilerin tarihe karıştığı, üst/meta-teorilerin yerinden edildiği içinde bulunduğumuz zaman dilimi, aynı zamanda bireyi de parçalara ayırıyor ve şizofren kişiliklerin üremesine sebep oluyor.Tek bir hakikatin ol(a)mayacağı ön kabulünden beslenen post-modernite, Müslüman muhayyileyi de iğdiş ediyor.Yaslandığı hakikat telakkisinin doğruluğundan/mutlaklığından ve evrenselliğinden şüphe etmeye başlayan Müslüman zihin, tam da yaşadığımız çağın efkarına uygun olarak, her geçen gün melezleşiyor.Ciddi bir özgüven kaybının oluşmasına da zemin hazırlayan bu durum ‘’tebliğ’’ sorumluluğunu tahrip ederek iktisadi,ictimai,hukuki,siyasi,felsefi,edebi,estetik v.b alanlarda ‘’marufu emir münkerden nehiy’’ emr-i ilahisini,özgürlüğü kısıtlayıcı ve bundan dolayı da reddedilmesi gereken bir eylem olarak görüyor.Post-modern paradigma tarafından desteklenen ‘’birden fazla hakikat’’ klişesine alış(tırıl)an zihinlerimiz, aziz İslam’ı yegane hakikat menbaı olarak görmek yerine, dinlerden bir din veya hakikatler içinde başka bir hakikat gibi görerek, sentezci/senkretik bir yaklaşımın mahkumu olmaya doğru hızla ilerliyor.Müslüman olmak, mutlaklık makamının yegane sahibi olan Allah(c.c)’a ve onun şek ve şüpheden beri kelamına teslim ve o kelamın mücessem hali olan rasul(s.a.v)’e tabi olmak iken, post-modern paradigmanın egemen olduğu zamanımızda Müslümanlık, bir nevi Neo-Aristoculuk şekline bürün(dürül)erek evrene ve insana müdahil olmayan ‘’atıl tanrı’’ telakkisi meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Hak ve batıl ayrımının ötekileştirici olduğu , çünkü hakkın birden fazla ve batılın kişiye göre değiştiği tezviratının kabulü anlamına gelen bu durum,her türlü anlayışın/ideolojinin/tarz-ı hayatın kendisini ifade etme zemini bulması ve farklılıkların imtizacını sağlaması yönüyle ilk bakışta oldukça cazip görünse de,nihai kertede hakikatin ‘’tek’’liğine itiraz ediyor oluşundan dolayı, kendisini hakikatin yegane kaynağı olarak takdim eden aziz İslam’a muğayirdir.Kaldı ki buradaki görünürlük inşa edici, yani ontolojik ve epistemolojik alternatif sunma ve sunduğu alternatifi egemen paradigmanın hilafına özgürce tebliğ ve tebşir etme imkanı sağlayan bir görünürlük değil, bilakis neo-liberal paradigmayla barışık olma koşuluyla sağlanan görünürlüktür.Bu noktada teknik uygarlığın, hakikatin çokluğu tezinin kabul görmesi için, oldukça önemli bir işlevi yerine getirdiğini de unutmamak gerekir. Özellikle enformasyon araçları yolu ile gerçeğin ‘’farklı(!)’’ veçheleri üzerinden gerçekleştirilen bilgilendirmeler(!), tabi bu arada gerçeğin ne olduğuna karar verme hakkını da kendinde görerek, zihinlerimizin hakikatin ‘’tek’’liği ilkesine yabancılaşmasını sağlamıştır. Teknik uygarlık/enformasyon araçları, gerçeklikle dolaysız temas kurma imkanımızı elimizden aldığı için ancak nesneler/araçlar aracılığıyla gerçekle temas kurabiliyoruz.Dolayısıyla görüntü teknolojisi tarafından zihinlerimiz iğdiş ediliyor.Kameranın izleyiciye doğrultulmuş bir silah olduğunu söylerken Heidegger,belki de gerçeğe dolaysız temas edememenin sancısını çekiyordu.Kamera ve fotoğraf makinesi aracılığıyla gerçeklikle dolaylı temas kuran zihinlerimiz,hakikatin duyumsanabilir ve hissedilebilir hususiyetini ihmal ederek adeta bir ‘’play station’’ dünyasına teslim oluyor.

İslam, gerek insanın ontolojik soru ve sorunlarına sahici cevaplar üretme,gerekse birlikte yaşamanın ilke ve prensiplerini adalet ekseninde tayin etme noktasında biricikliğini ‘’tartışma dışı’’ tutmaktadır.Bu noktada, Müslüman muhayyilenin evvela yaslandığı değerler sisteminin yeganeliği hususunda mütereddit  söylem ve eylemlerden uzak durması elzemdir.İslam, kendisinin özne oluşunu hiçbir vasatta tartışma konusu yapmazken, post-modernitenin ortaya çıkardığı merkezsizlik/öznesizlik durumu, İslam’ın hakikat iddiasının,kendisini İslam’a nispet edenler arasında bile,tartışma zeminine çekilmesini sağlamıştır.Aslında bu durum yeni değildir.19.yüzyılda başlayıp 20.yüzyılda ve halihazırda devam eden ‘’İslam’ın da Avrupa Hıristiyanlığı gibi bir reform sürecinden geçmesi gerektiği’’ inancı, bugün ülke olarak yaşadığımız itikat bunalımının en önemli sebepleri arasındadır.Asırlarca yaşadığı mağlubiyetlerin sebebi olarak kendi nefsini hesaba çeken Müslüman zihin, ne zaman ki başına gelen musibetlerin/buhranların/yenilgilerin dinindeki eksiklikten dolayı olduğunu düşünmeye başladı,o vakit burnu pislikten çıkmadı.Şimdilerde, dini/İslami iddialı yapıların çokluğu ve bunların kendi aralarında dahi bir mutabakat sağlayamamış olmaları  sebebiyle,ancak sekülerliğin şemsiyesi altına girmek suretiyle ülke olarak felaha ereceğimiz noktasında serdedilen kanaatler de bu tarihsel arka plandan bağımsız değildir.Celladımıza gülümsemek ve/veya tecavüzcümüze aşık olmak anlamına gelen bu bakış, Türkiye’nin canına okumaktan başka bir emele hizmet etmeyecek.

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis
 

Yorum ekle