okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün575
mod_vvisit_counterDün527
mod_vvisit_counterBu hafta1748
mod_vvisit_counterBu ay11979
mod_vvisit_counterHepsi1838988

Srebneritsa,Mezar-ı Şerif ve İdlib

 

 

Kaderleri birbirine benzeyen üç belde…Bunların yanına başka beldeler de eklenebilir.Felluce,Cenin,Gazze,Grozni,Sabra ve Şatilla gibi...Tek suçları müstekbirlere boyun eğmemek.Direnmek ve direnişi desteklemek.Egemenlerin çıkarlarını tahkim etmek için hazırlanan uluslararası ilişkiler literatürü,bu suçu işleyenlere terörist diyor.Şimdilerde İblib özelinde kullanılan bir kavram daha var:Jihadist..Yani “cihatçı”…Bir anlamda cihadı meslek edinenler…Böyle adlandırılmalarının sebebi,onların “insanaltı yaratıklar” olduğuna Dünyayı ikna etmek ve ölümlerinin “önemsiz” olduğunu meşrulaştırmak…Onlar(yani cihatçılar) yası tutulmaması gerekenler…Fanon’un deyişiyle, yeryüzünün lanetlileri…

Yanılmıyorsam 2004 yazıydı. Erzurum Atatürk Üniversitesi mezunları olarak Bolu’da toplanmıştık. Katılımcılar arasında kendisi de Erzurum mezunu olan Bahattin Yıldız’da vardı.Bahattin Ağabey Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sırasında Afgan direnişçilere destek vermek için Türkiye’den yola çıkan dertli Müslümanlardan biriydi.Bu savaşta bizzat çarpıştı ve yaralandı.Yaşadıklarını Abdülhamit Muhaciri müstear adıyla “cihad günlüğü” adlı kitapta Türkiyeli okurun dikkatine sundu.Türkiye’ye döndükten sonra da Afganistan’la temasını kesmedi.Oralarda ne olup bittiğine ilişkin en sahih bilgileri Türkiyeli Müslümanların gündemine taşıdı.Merhum Akif Emre’nin başında bulunduğu “dünya bülteni” sitesinde yazdığı yazılar ufuk açıcıydı.2010 senesinde yetimhane inşası için gittiği Afganistan’da, bindiği uçak Hindukuş Dağlarına çarptığında onu tanıyanların ilk sözü “bir yıldız daha kaydı” oldu.

Sözünü ettiğim o buluşmada Bahattin Ağabey, Mezar-ı Şerif bölgesinde yer alan Cenk Kalesi’nde gerçekleştirilen katliamı anlattı gözleri buğulanarak… İşgalci ABD ve onun sadık yaveri Raşit Dostum tarafından önce eman verilip kaleye hapsedilen, sonra da acımasızca katledilen Müslüman gençlerin hikayeleri oradaki herkesi duygulandırdı…Bu Müslüman gençlerin çoğu,ABD işgaline direnen Afgan direnişçilere destek vermek için Dünya’nın muhtelif yerlerinden gelmişlerdi.Çoğunun henüz bıyıkları yeni terlemişti.Bugünlerde İdlib’in “temizlenmesine” gerekçe gösterilenler de, o gençlerle benzer niyeti taşıyanlar…Küresel sistem bu gençlerin terörist olduğuna inanmamızı istiyor.Eğer inanırsak, İdlib’de yapılacak kıyım meşrulaşacak.Öyle ya, “terörizmle mücadele” bütün itirazları önemsiz kılan bir argüman.Gayr-ı meşruluğun ve gayr-ı ahlakiliğin her türlüsü,bu mücadele esnasında önemsizleşiyor.Hatta meşru ve ahlaki oluyor.Terörizmle mücadele argümanı,toplumların sessizleştirilmesi için oldukça güçlü bir uyuşturucu işlevi görüyor.

Srebneritsa’da yaşananlar da, Cenk Kalesi’nden farklı değildir. Buradaki kıyım daha sistematik ve profesyonelcedir.Taktik aynıdır.Önce eman verilmiş ve Müslümanlar bir yerde toplanmış,ardından ise sistematik kıyım gerçekleşmiştir. Üstelik bu kıyım,Dünya barışına hizmet etmesi beklenen BM gözetiminde olmuştur.

Batı’nın tarihi bu tarz kıyımlarla doludur.1492 de Endülüs’te yaşananlar bugünü anlamak açısından örnek olabilir. Müslümanların egemenliğindeki Gırnata emirliği Hıristiyanlarca teslim alındığında,önce oradaki Müslümanlara inançlarına uygun yaşama garantisi verilmiş fakat çok geçmeden engizisyon mahkemeleri kurularak akla ziyan işkence ve katliamlar gerçekleştirilmiştir.Taktik yine aynıdır.Eman ver,teslim al ve katlet… Nitekim bugün sekiz asırlık Endülüs Medeniyetinden geriye sembolik birkaç unsurun dışında neredeyse hiçbir şeyin kalmamış olması, Hıristiyanlığın Müslümanlara karşı beslediği kinin ne kadar büyük olduğunun işaretidir. Bu bakımdan Srebneritsa Endülüs’ün devamıdır. Müslümanları İber Yarımadasından çıkardıktan sonra,bütün bir kıta Avrupa’sını İslamsızlaştırma çabasının sonucu Bosna’dır.Dolayısıyla şimdilerde İdlib’deki direnişçilerin teslim olmaları noktasında yapılan telkinler, kesinlikle kandırmacadan ibarettir.Tarih bu tür kandırmacalarla doludur.

***

Baas rejimi, Rusya ve İran’ın desteğiyle son yıllarda önemli kazanımlar elde etti.Bu kazanımlarına direnişçilerin son kalesi olan İdlib’i de ekleyerek zaferini taçlandırmak istiyor.Hiç kimse,baas rejimi de dahil,Suriye’nin üçte birini kontrol altında tutan seküler Kürtçü PYD yapılanmasını sorun etmiyor.Çünkü onlar Batılı paradigmanın sadık neferleri olarak kendilerinden bekleneni fazlasıyla yerine getiriyorlar.PYD saflarında savaşanlar,küresel sistemin enformasyon araçları tarafından, barbarlığa karşı uygarlığın-elbette Batı uygarlığının- savunucuları olarak takdim ediliyor.PYD/YPG’nin makyajından ödün vermeyen savaşçı kadınları,Batı medyasında özgürlük ve demokrasi havarileri olarak saygıyla selamlanıyor.Çağdaş Roma’nın sadık lejyonerleri olarak küresel sistem tarafından takdis ve tebcil edilen PYD/YPG çizgisi, “Yeni Suriye”nin adem-i merkeziyetçi yapısına entegre edilmeye çalışılıyor.Türkiye’nin bu yapılarla ilgili “terörist” tanımlaması küresel sistem tarafından ciddiye alınmıyor.Fakat ilginçtir küresel sistemin terörist tanımını Türkiye ciddiye alıyor ve İdlib’deki direnişçileri terör unsurları olarak değerlendiriyor.Dolayısıyla terörizm, herkesin kendine göre içerik yüklediği bir kavram haline geliyor.

İdlib,Müslüman direnişçilerin kümelendiği ve artık varlık-yokluk savaşı verecekleri yer…Esasında Suriye ye müdahil tüm devletler, buradaki direnişçilerin Dünya’nın başına bela olacaklarını ve bundan dolayı ortadan kaldırılmaları gerektiği konusunda hemfikir sayılır.İhtilaf ettikleri husus, bu insanların “nasıl öldürülecekleriyle” ilgili.Kimyasal silahlarla mı?Yoksa konvansiyonel silahlarla mı?

Rusya, Suriye direnişine Kafkasya’dan katılanların bir daha evlerine geri dönmesini istemiyor. Çünkü dönmeleri halinde kendi başına bela olacağını düşünüyor. Benzer endişeleri Çin de taşıyor.Türkistan(Uygur Bölgesi) havzasından direnişe destek için Suriye’ye gelenlerin geri dönmesini ulusal güvenliği için tehlikeli görüyor.Avrupa Birliği ülkeleri de, Avrupa’dan Suriye’ye aileleriyle birlikte giden direnişçilerin geri dönmelerinden kaygı duyuyor.Türkiye’de de durum farklı değil.Kısaca buradaki direnişçilerin ve hatta halkın(çünkü direnişçiler halkın arasına karışmış olabilir!)gidecek hiçbir yeri yok.Aslında kalacak yer/ler/i de yok.Ya direnerek ölecekler ya da teslim olacaklar ve katledilecekler.Çünkü gerekçe hazır.Terörizmle mücadele…

Peki gerçekten öyle mi? Dünya’ya korku salanlar,insanların huzurunu kaçıranlar İdlib’deki direnişçiler mi?Bu direnişçiler Dünya’yı Putin’den ve Netenyahu’dan daha mı fazla tehdit ediyorlar? Ya da Dünya’nın bir numaralı süper gücünü, sokak serserisinden daha akıllı olmayan bir megalomanın yönetmesi Dünya ve insanlık için daha mı az tehdit edici? Dünyayı şu anda en fazla kim ürkütüyor? Yaşadığımız gezegeni bir kaç defa yok edecek sofistike silahlara sahip olanlar mı? Yoksa küçücük bir alana kıstırılmış ve kendilerine ölümden başka bir seçenek bırakılmamış insanlar mı?Boudrillard haklıydı.Terör,küresel sistemin ürettiği hegemonik dilde içkindir.

Terörist kim? Ya da bir eylemi terörist eylem sınıfına dahil etmenin ölçütü nedir? Sözlükte dehşet saçan, tedhişçi gibi anlamlara geliyor terörist. Halkta korku,panik duyguları oluşturan, dehşete düşüren eylemler terörist eylemler sınıfına giriyor.O zaman, gerek bölgemizde gerekse dünyada yaşayan halkları dehşete düşüren ,korku panik havası oluşturan eylemleri kimlerin icra ettiğini sormak gerekiyor.Ayrıca terminolojiyi de yeniden masaya yatırmakta fayda var.Çünkü sözünü ettiğimiz terminoloji,sadece müstekbirlerin hukukunu koruyor.Bu müstekbirler ellerindeki enformasyon araçlarıyla mazlumları zalim,zalimleri mazlum;teröristleri,demokrasi ve insan hakları havarisi,direnişçileri ise terörist olarak gösterebiliyor.İblib’deki direnişçileri terörist olarak niteleyip, Esat-Rusya-İran ittifakının ve ABD önderliğindeki cinayet şebekelerinin katliamlarını haklı çıkaran bir dilin adalet ve hakkaniyetten uzak olduğu izahtan varestedir.Son günlerde ülkemizin ana akım medyasında da Esat’la uzlaşma zemini aramanın zamanı geldiğine ilişkin yapılan yorumlar, sözünü ettiğimiz bu hakkaniyetsizliğin nişanesidir.İktidar sahiplerine hakikati söylemek yerine ,iktidarda olanların zan ve vehimlerini hakikat diye yutturmayı vazife edinen anaakım Türkiye medyasının bu acıklı hali,en başta Türkiye’ye zarar veriyor.

Suriye Baas rejimiyle uzlaşmanın tüm imkanları ortadan kalkmıştır. Şayet Türkiye, Körfez Krallıklarının ve ABD’nin ayartıcı enformasyonuna kanarak, Suriye’de savaşın geri dönülemez bir hal almasına henüz daha olaylar savaş boyutuna evirilmeden engel olmayı başarabilseydi,belki bugünkü durum ortaya çıkmazdı.Ancak artık çok geç.Keşke demenin de sırası değil.Türkiye artık Suriye iç savaşına doğrudan müdahil olmuş ve Baas rejimiyle uzlaşmanın imkanlarını ortadan kaldırmıştır.Yaklaşık beş milyon mülteciye ev sahipliği yapmaktadır ve Suriye’de rejim karşıtı gurupları Özgür Suriye Ordusu adı altında sevk ve idare etmektedir.Hatta bu guruplarla ortak askeri operasyonlar yapmaktadır.Bu saatten sonra uzlaşmayı değil,direnişin kazanımlarını arttırmayı konuşmak gerekmektedir.İblib direnişçilerin son kalesi durumundadır.Dünyanın muhtelif yerlerinden binlerce Müslüman, direnişe destek vermek için buraya gelmiştir.Yukarıda da izah etmeye çalıştığım üzere, Rusya-Çin-AB-ABD gibi ülkelerden direnişe destek için Suriye’ye gelen ve bugün büyük bölümü İdlib’de bulunan direnişçilerin buradan çıkmaması(yani hepsinin ölmesi) için adı geçen ülkeler ittifak halindedir.Türkiye ise sivillere zarar gelir endişesiyle lokal operasyonlar yapmayı teklif etmektedir.Esasında Türkiye’de oradaki direnişçi gurupların terörist olduğunu düşünmektedir.Görsel ve yazılı medyada köşe başlarını tutmuş “uzman” sıfatlı kişiler,İdlib’deki terörist unsurların Türkiye için çok büyük bir tehdit olduğu tezini oldukça sistematik olarak işlemektedirler.Aynı uzmanların,ABD-Rusya-İsrail-Esat terörizmine ilişkin esaslı bir cümle kurdukları ise görülmemiştir.

Bu noktadan sonra kanaatimce Türkiye İdlib’deki direnişçilere hava savunma sistemleri de dahil her türlü askeri,stratejik,lojistik ve istihbari desteği vermelidir.Çünkü İdlib’in düşmesi halinde sıra Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatıyla kontrol altına aldığı yerlere gelecektir.PYD kontrolündeki yerlere ise dokunulmayacaktır.Çünkü oralar ABD denetimindedir.Muhtemelen PYD’ye otonomi verilecek ve Suriye rejimi de buna ikna edilecektir.Yani birinci körfez savaşında ortaya çıkan durumun benzeri ile karşı karşıya kalacağız.O gün Özal iktidarı, bir koyup beş alma hevesiyle körfez savaşına destek vermiş ve fakat bırakın beş almayı, Irak’ın üçe bölünmesine ve çekiç gücün ihdasına razı olmak zorunda kalmıştı.Bugün PKK’nın operasyon merkezi olan Kandil’in bu sürecin sonucu olduğunu unutmamak gerekir.Oyunu bozmak için İdlib’in düşmesine engel olmak gerek.Vesselam…

 

Kamil ERGENÇ


AddThis
 

Yorum ekle