okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün240
mod_vvisit_counterDün867
mod_vvisit_counterBu hafta2280
mod_vvisit_counterBu ay12511
mod_vvisit_counterHepsi1839520

Korku

 

Çocukken annelerimiz yaramazlık yapmamızı engellemek amacıyla “hortlak”,”öcü”,”canavar” gibi kötücül varlıkların himmetine sığınırdı. Böyle yaparak sadece yaramazlık yapmamızı engellemiş olmaz aynı zamanda hem “sükuneti” sağlamış olur hem de kendilerinden başka bir “sığınağımız” olmadığını, şayet emniyet ve güven arıyorsak, yaramazlıktan uzak durmamız gerektiğini de zımnen ifade etmiş olurlardı…

Sonraları okula başladık. Bu sefer sıra öğretmenlerimizdeydi. Onlar da “sükuneti” sağlamak için korku silahına sarıldılar.Korkutmak için en elverişli argüman hiç şüphesiz “not”tu.Bu sayede onlar da yaramazlık yapmamızı engellemiş oluyorlardı.Esasında buradaki yaramazlık sadece dersin huzurunu bozmak değildi.Öğretmeni zorda bırakacak sorular sormak veya eleştirel tavır takınmak ta kolayca yaramazlık olarak değerlendirilebiliyordu.Hasılı,öğretmenin canını sıkmayan öğrenci olmak en iyisiydi(!)Eğitim-öğretim hayatımızın sıhhati açısından böyle olmamız isteniyordu…

Derken işe başladık.Bu sefer de amir/patron pozisyonunda olan zat “korku” silahına sarıldı.Amaç işyerinde huzuru sağlamak ve pek tabi ki “sükuneti” temin etmekti.Zaten huzur durmak,sükunet sessiz olmak demekti.Sessizce duracak ve işimizi yapacaktık.En ufak bir itiraz, iş verimliliğini düşürüyor gerekçesiyle, ağır bir cezayla(işten atılmak gibi mesela) karşılık bulabilirdi.Bu nedenle işyerinde ki her türlü çirkefliği görmezden gelmeyi veya en iyi ihtimalle buğz ederek kendimizi rahatlatmayı öğrendik.Korku silahı yine işe yaramıştı…

Hastalandığımızda gittiğimiz doktorlar zaten birer “korku” havarisiydi.Sağlık denildi mi akan sular dururdu.Verdikleri talimatlar tartışılmazdı.Yapmazsan diye başlayan uyarılar, korkumuzu ziyadeleştirerek devam ederdi.Bedenimiz,beyaz önlüklü üstatların elinde her türlü operasyona hazır olmalıydı.Enformasyon araçlarının da yardımıyla hayatımızın en vazgeçilmezi olan bu beyaz önlüklü üstatlar, kendilerine olan güvenimizde meydana gelen en ufak bir zaafta hemen kaşlarını çatmakta ve sanki ömrümüzü tayin edenler kendileriymiş gibi davranmaktaydı.Korku silahının tesirli menzili doktorların elinde oldukça fazlaydı…

Politikacılar geri durur mu hiç? Korkunun bir terbiye aracı olarak işlevsel olduğu her yerde olduğu gibi ülkemizde de,korkuyu en etkili kullananlar hiç şüphesiz politikacılardır.Hem iktidarlarını sağlamlaştırmak hem de, şayet muhaliflerse,iktidara gelmek için başvurulan en etkili silah korkudur.İktidarda olan için “korkutmak" iktidarın sürekliliğini sağladığı gibi, gelebilecek eleştirilerin önünü kesmek için de kullanılır.”Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde” diye başlayan nutuklar “bekamız tehlikede”,“hayat-memat meselesi” veya “benden sonrası tufan” gibi klişelerle devam eder.Muhalefette olan ise, iktidarın eylemlerinin korkutuculuğunu ispat etmek için harcar tüm enerjisini.Argümanlarıyla kitleleri en fazla “korkutan” iktidarını garantilemiş olur.

Amerika’nın başındaki megaloman, Meksikalı göçmenler ve İŞİD “korku”suna sarılmasaydı iktidar olabilir miydi? Rusya’nın KGB kökenli başkanı, ABD ve Avrupa’nın Ukrayna üzerinden ülkesinin bekasını tehdit ettiğine halkını ikna edemeseydi tekrar başa gelebilir miydi? Avrupa’da yükselişe geçen faşizmin sebebi “göçmen korkusu” değil mi? Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Ülkemizde “korku”nun cari olmadığı siyasal dönem neredeyse yok gibidir. Zaten henüz daha ilkokul sıralarındayken Türkiye’nin üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanlarla çevrili olduğu öğretilir. Önceleri(eski Türkiye mi desek?),Türkiye’nin iki büyük korkusu vardı. Biri irtica diğeri bölücülük.Yer yer bu korkuların sırası değişirdi.Örneğin 28 şubat sürecinde irtica birinci bölücülük ikinci sıradaydı.Sonra derecesine göre Ermeniler,Yunanlılar,İran,Suriye,Irak’ın Kuzeyi diye sıralama devam ederdi.Bu korkular canlı tutularak halk tarafından gelmesi muhtemel eleştirilerin veya sorulacak hesapların önü kesilmiş olurdu.Silahlanmaya harcanan paranın neden gayrı safi hasılanın aslan payını oluşturduğu ya da gelir dağılımındaki adaletsizliğin sebepleri gibi sorular sorulduğunda “şimdi sırası mı?” “düşman kapıda” şeklinde oldukça stratejik(!) cevaplar verilirdi. Halkta bu cevaba inanır, eleştiri yapacağı ve hesap soracağı zamanın gelmesini beklerdi.

Yeni Türkiye(!)’de de “korku” en etkili silahlardan biri. Şimdilerde irtica korku olmaktan çıktı.Ancak bölücülük hala zirvedeki yerini koruyor(!)Ancak,yeni bir korkumuz daha var.”Beka korkusu”…Suriye,Libya,Irak gibi parçalanmış ülkeler üzerinden beslenen bu korku,hayatta kalmamızın bile çok büyük bir lütuf olduğuna inanmamızı bekliyor bizden.Osmanlı’nın 19.yüzyılı,özellikle II.Abdülhamit dönemi,merkeze alınarak tarihsel bir arka plan da oluşturuluyor.Abdülhamit’e muhalefet edenlerin,hassaten İslamcıların,sonraları nedamet getirdikleri tezi üzerinden “eleştiriye kapalı” bir vasatın imkanları oluşturulmaya çalışılıyor.Bekamızı asıl tehdit edenin yaklaşık iki asırdır ber mutat devam eden seküler/pozitivist paradigmanın tahakkümü olduğu gerçeği gözlerden ırak tutulmaya çalışılıyor.Bu tahakkümün sonucu olarak ortaya çıkan ulus-devlet,kapitalizm,demokrasi,laiklik,insan hakları,hümanizm,muhafazakarlık,hoşgörü gibi İslam’a yabancı kavramlarla barışık bir toplum haline gelişimizin “patolojik” tarafı görmezden geliniyor.

Hasılı, herkes bulunduğu pozisyonda adalet, hakkaniyet,ehliyet ve liyakat ölçülerine riayet ederek görevini yapmak yerine, o pozisyonu kendisi dışındaki kimselere kaptırmamak için “korku” silahını kullanmayı tercih ediyor.Ancak ,dikkatinizi çekmiştir,yazının başından beri işaret etmeye çalıştığım korkular arasında “Allah korkusu” yok.Allah korkusuna ya hiç yer vermiyor ya da en son sıralara atıyoruz.Sağolsunlar,kimi ilahiyatçılarımız,Kitab-ı Kerim’in sıklıkla dikkat çektiği Allah Korkusunu, şayet hakiki anlamında söylemeleri halinde, bir takım çevreler tarafından linç edilmekten “korktukları” için oldukça “soft/light” bir şekilde yorumladılar.Böylece sahte korkular,kolaylıkla,gerçek korkunun yerine geçti.Oysa ki insan, korkmaya mahkum bir varlık .Bunu en iyi Rabbimiz biliyor.Bu nedenle olsa gerek sık sık kendisinden korkmaya çağırıyor.Adeta şöyle diyor:”Ey kulum, sen zaten korkmaya mahkumsun ve korkulmaya en layık olan da benim.Sahte korkulardan kurtul ve yalnızca benden kork.Eğer sahte korkuların esiri olursan,bütün bir ömrün korkarak geçer.Yok sadece “Ben”den korkarsan kalbin itminana kavuşur ve hakikatin fedaisi olursun.Unutma, korkuda ortak koşmak şirkin bir türüdür.”Rabbimiz bizleri korkuda şirk koşanlardan beri kılsın.Vesselam…

 

Kamil ERGENÇ


AddThis
 

Yorum ekle