okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün45
mod_vvisit_counterDün376
mod_vvisit_counterBu hafta421
mod_vvisit_counterBu ay8266
mod_vvisit_counterHepsi1835275

Akif'i Unut(tur)arak İslamcılıktan Teberri Etmek

 

Yakın tarihimizin en dikkat çeken simalarından biridir Mehmet Akif Ersoy. Gerek mücadelesi gerekse yaşantısıyla hak eder bu dikkati. En ateşli muarızları dahi hakkını teslim etmekten imtina etmez. İtikadına olan sadakati, hayatının bütün evrelerinde barizdir. İslamcıdır Akif…Hem de tepeden tırnağa kadar…Unutulmaya terk edilmesinin esas sebebi de (kanaatimce) budur.İslamcılığın 20.yüzyıla tevarüs eden birikiminin sadık bir mümessili olarak, Jön-Türk/İttihat terakki çizgisinin Batıcı perspektifine karşı tavır almıştır.Çile dolu hayatının en muhataralı dönemi başlar böylece.Sükut içinde ölene kadar sürer bu dönem…İstiklal Harbi’nin manifestosu olan marşı yazmış olması bile Akif’i kurtar/a/maz .O artık sadece senede bir iki kere anma törenlerinde ya da miting meydanlarında popülist politik söylemin dolgu malzemesi olarak hatırlanan biridir. Sanki karanlık bir el Akif an(laş)ılmasın diye uğraşmaktadır. Törensel/folklorik nümayişlerle, güya,Akif’e vefa borcu ödenmiş olmaktadır.Oysa ki tam da bu nümayişlerdir Akif’i anlaşılmaz kılan… Bir şey ki törenselleşmiştir, artık o şey, içeriğini kaybetmiş demektir. Hem Akif hem de İstiklal Marşı için durum tam olarak budur. Hayatı şiirle yorumlayan, şiirle düşünen, şiirle isyan eden, şiirle direnen istisnai bir şahsiyet olarak Akif her zamankinden daha çok, şimdilerde hakkıyla anlaşılmayı ve gündemleştirilmeyi bekliyor. İmparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinin sancılarını yakinen müşahede etmiş ve varlık-yokluk savaşı verdiğimiz yıllarda direniş saflarındaki yerini almış, özellikle de tefrikanın tarumar edici doğasına karşı müteyakkız bir bilincin inşası uğrunda ceht etmiş ateşli bir İslamcı olarak Akif’ten öğrenecek çok şey var…

Onun mücadelesi İslamcılığın, Osmanlı’dan Cumhuriyete tevarüs eden ufkunun, bilincinin ve müktesebatının da izlerini taşır. Malumdur ki İstiklal Harbi, İslamcılığın ideolojik ve örgütsel dinamizmi olmasaydı kazanıl/a/mazdı. Asırlarca İslamla iç içe yaşamış bu coğrafyada İslamcılığın dışındaki ideolojilerin direniş örgütleme becerileri, ufukları ve heyecanları yoktu. Bu nedenle direniş süresince Akif’in de içinde olduğu İslamcı kanat oldukça merkezi bir rol oynadı. Direniş zafere ulaştıktan sonra ihdas edilen I.mecliste İslamcı damar güçlüydü. Ancak İttihat Terakki ve Jön-Türk geleneğinden gelen Türkçü kadrolar iktidarı İslamcılarla paylaşmak istemediler ve tasfiye başladı. Cephede kazanan İslamcılık masada kaybetmişti… Akif te tasfiye edilenler arasındaydı. Yıllarca “gönüllü sürgünde(!)” geçen hayat İstanbul’da fakr-u zaruret içinde son bulmuştu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti başlangıçta bir İslam Devleti olarak kurulmasına rağmen, hilafetin kaldırılması sonrasında devletin İslamiliği sorgulanmaya başladı.İlk büyük isyanın önderliğini üstlenen Şeyh Said “aramızdaki bağ din ve hilafet bağıydı,onlar kalktığında bizi bir arada tutacak ne kalıyor?” diye sorarken aslında yeni devletin İslam’ın ruhuna uygun olmayan adımlarına dikkat çekiyordu.Kur’an alfabesinin yerine Latin alfabesi getirilerek “kıble” değişiminde ne kadar kararlı olunduğu izhar edildi. Takvim değişikliği, “hicreti” zamanın anlamlandırılmasında ana istinatgah yapan İslam’ın zaman tasavvurunu yerle bir etti. Böylece Allah(c.c)’ın tarihe müdahalesi anlamına gelen nübüvvetin rehberliği yerine, muharref Hıristiyanlığın Protestan kodlarından ilham alan mekanik zaman tasavvuru öne çıkarıldı. Tevhid-i tedrisat kanunu ile zaten can çekişen medrese(aslında medrese özelinde İslami epistemoloji) tamamen tarih dışı ilan edilerek, seküler bilginin rehberliğinde ilerleyen bilim “en hakiki mürşit” olarak kodlandı. Cumhuriyet aydınlanmasının arzu ettiği birey, bilimin yol göstericiliğinde ilerlemeliydi… Artık birlikteliğin ana unsuru din değil milliyet bağıydı… Böylece Dinin örgütlediği toplumun yerini, Türkoloji enstitülerinde sistematize edilen ulusal/milli/etnik aidiyet bilinci aldı.

Tüm bu değişikliklerin gerçekleşmesi için İslamcılığın bertaraf edilmesi gerekiyordu. Bir çok alim ya hapsedildi, ya sürgüne gönderildi ya da idam edildi. Akif te işte bu İslamcı kadrolar arasındaydı.Yeni Türkiye’de ona yer yoktu.Yazdığı marşın İslami rengi birilerini rahatsız etmiş olacak ki,yerine Onuncu Yıl Marşı ihdas edilmek istendi.Fakat olmadı… (Muhtemelen) Yeni Türkiye’nin mevcudiyetini ve meşruiyetini tehlikeye atacağı endişesiyle, İstiklal Marşı’na dokunmaktan vazgeçtiler. Onun yerine, bu marşı anlaşılmaz kılmak için gereken her şey yapıldı. Yapılanlar arasında İstiklal Marşı’nı ulus-devletin emniyet sübabı olarak göstererek, İslamcı hareketle hem Akif’in hem de İstiklal Marşı’nın arasını açmak ta vardı. Denebilir ki Kemalizmin en büyük başarısı, İstiklal Marşı’nı ve Akif’i Türkiye İslamcılığının gündeminden düşürmek olmuştur.

Kemalist kesimler, İslamcı olduğu için Akifle bir türlü barış/a/madı… Cumhuriyet aydınlanmasının mimarları tarafından Akif’e reva görülen utanç verici muameleyi de eklersek, bu kesimlerin Akif’e olan mesafesi daha iyi anlaşılabilir. Onlara göre Akif’i gündemleştirmek (bir anlamda) Cumhuriyet modernleşmesinin mimarlarını tahkir ve tezyif etmek anlamına gelmektedir. Çünkü Akif’in ilham aldığı değer sistemiyle, Cumhuriyet modernleşmesine esin kaynağı olan paradigma arasında ünsiyet kurmak mümkün değildir.

Kendilerini muhafazakar olarak adlandıranlar ise, II. Abdülhamit’e muhalefet ettiği için Akif’e mesafeli davrandı. Aynı kesim şimdilerde iktidarı eleştiren İslamcılar için de benzer tavrı sergiliyorlar… Nasıl ki aralarında Akif’in de olduğu İslamcılar II.Abdülhamit’e muhalefet edip Osmanlı’nın parçalanmasına (istemeyerek te olsa) hizmet ettilerse(!),bugünkü İslamcılar da (farkında olarak ya da olmayarak) Abdülhamit’in çizgisini devam ettiren muhafazakar demokrat iktidarı eleştirerek aynı şeyi yapacaklar demeye getiriyorlar. Bu kesime göre Akif, en muhataralı dönemde Abdülhamit’e muhalefet ederek hata etmiştir... Safahatında Abdülhamit için yazdığı dizeler yenilir yutulur cinsten değildir. Sezai Karakoç,Akif’in Abdülhamit karşıtlığını “gençlik ateşi” olarak ifade eder ve Osmanlı’nın son dönemlerini tahlil ederken Abdülhamit’i zeka ve plan bakımından Alman Kayzeri Bismarkla kıyaslar.(1) Ancak bir farkla ki Bismark’ın pençeleri(yani aydınları/entelektüelleri) varken Abdülhamit bunlardan yoksundur. Bu nedenle O, bir yandan devlet yönetimindeki yaşlıları idare ederken diğer yandan gençleri oyalamış ve bu arada yeni mektepler açarak geleceğin aydınlarını yetiştirmeye çalışmıştır. Ancak ömrü buna vefa etmeyecektir. Tahsil görmeleri için yurtdışına gönderdiği öğrenciler Abdülhamit’in en ateşli muhaliflerinden olacaktır. Dönemin genç kadroları plansız, heyecanlı ve anarşizme yatkındır. Fransız İhtilali’nin tedhişçi doğasından ziyadesiyle etkilenmişlerdir. Bu kadroların öncülüğünde gerçekleşen 1908 devrimi göstermiştir ki, sadece muhalefet etmek yetmiyor. Kurucu/inşa edici bir perspektiften ve plandan yoksun olan ihtilalci kadrolar, bugünkü Türkiye’nin on katı büyüklüğünde devraldıkları imparatorluğu on yıl içinde Anadolu’ya hapsettiler… Akif, Asım’ın dilinden şu dizeleri (sanki) bu ihtilalci kadrolar için söylemiştir:

“Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?

Onu en çulpa herifler de, emin ol, becerir.

Sade sen gösteriver “işte budur kubbe!” diye;

İki ırgadla iner şimdi Süleymaniyye.

Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,

Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan.

Bunların var mı sizin listede hiç benzeri, yok

Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun, karnım tok!

Ötmeyin nafile baykuş gibi karşımda, susun!” (2)

Akif hurafeci, törensel, falcı,görenekçi din anlayışının halk arasında bulduğu karşılığa da itiraz ediyordu.Kitab-ı Kerim’in “mezarlarda okunmak ve fal bakmak için inmediğini” ısrarla dile getiriyordu.Tarihi kişi ve kurumları kutsamıyor hatta “Kocakarı ve Ömer”, “Köse İmam” şiirlerinde görüleceği üzere eleştirel bir tavır takınabiliyordu. Süleymaniye Kürsüsü’ndeki şu dizeler ibret vericidir:

Çin’de, Mançurya’da din bir görenek, başka değil.

Müslüman unsuru gayet geri, gayet cahil

Acaba meyl-i teali ne demek onlarca?

“Böyle gördük dedemizden!” sesi milyonlarca

…….

“Böyle gördük dedemizden!” sözü dinen merdut

Acaba saha-i tatbiki neden na-mahdut?

Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet, bilseydik,

Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik.”(3)

Tarihten gelen her şeyi ve karizmatik tarihi figürleri mübarek addeden muhafazakarlığın doğasıyla Akif’in bu dizelerinin uzlaşması pek mümkün görünmüyor.Ayrıca,toplumun hiyerarşik kompartımanlar halinde devamından yana olan muhafazakarlığın Akif’in şahsiyete/ferdiyete ve meşverete verdiği ehemmiyeti anlaması da mümkün değildir.

Muhafazakar/Gelenekselci kesimler Afgani-Abduh çizgisine yakın olduğu için de Akif’ten pek hazzetmedi. Çünkü onlara göre Afgani-Abduh çizgisi merduttu(!) Hatta bu isimlerden Afgani masondu ve Batı (özellikle İngiltere) adına çalışıyordu(!) Amacı Osmanlıyı içeriden çökertmekti(!) 20.yüzyılın ikinci yarısında bu çizgiyi temsil eden Seyyit Kutub,Mevdudi,Ali Şeriati gibi isimler de aynı ithama maruz kaldılar.Merhum Necip Fazıl bu isimler için oldukça ağır ithamlarda bulundu. Mevdudi’ ye “merdudi(reddedilmiş)” lakabını taktı. Merhum Şevket Eygi köşesinde düzenli olarak bu isimlerin tard edilmesi gerektiğine ilişkin yazılar yazdı. Son yıllarda “yerlilik ve millilik” klişeleri etrafında, saldırılar daha da sistematikleşti. Oysa ki Akif’in, Afgani-Abduh çizgisine olan muhabbeti bu çizginin dinamik doğasıyla yakından ilgilidir diye düşünüyorum. Abduh’un, ölmüş yüreklere gayret ve şehamet ruhu üfleyen sihirli beyanının (4) ilham aldığı kişi Afgani’ydi… Akif’e göre Afgani “doğunun yetiştirdiği fıtratların en yükseklerinden biridir. Ancak İstanbul’da maruz kaldığı iftiralar sebebiyle bu yüksek fıtratlı şahsiyetten gereği gibi istifade edilememiştir. Akif, Sırat-ı Mustakim’de yazdığı bir yazıda Afgani’ye atılan iftirayı deşifre etmeye çalışır. Bir adamın tekfirini gerektiren doksan dokuz ihtimal olsa da, kalan bir ihtimalin onu tekfir etmemek için kullanılması gerektiğine dikkat çekerek Afgani için kullanılan “mülhid” ifadesine karşı çıkar ve onu “yaşayan şehid” olarak tanımlar…(5)

Sezai Karakoç’a göre Akif’in, Abduh-Afgani çizgisinin etkisinde kalması mübalağa edilmiştir.(6)Ona göre Türkiye’de esas İslam devleti kurulu bulunduğundan İslam,düşünce sistemi olmaktan çok ,davranışlarda ve kuruluşlarda yaşıyordu. Ancak ,devletin yıkılma tehlikesiydi ki,yeni yeni, düşünce planında da,bir sistem yapmaya yöneltiyordu. Bunun için Türkiye İslamcıları çekirdekten yetişme İslamcılardı. Afgani-Abduh çizgisi ise Mısır’ın daha erken Batılılaşması ve doğrudan sömürgeciliğe muhatap olmasından dolayı sistem ve düşünce İslamlığı geliştirdiler. Akif, düşüncelerini bu kişilerden değil doğrudan hayatın içinden, sokaktan,klasik kültürden,devletin sarsıntılı halinden ve en nihayetinde kendinden alıyordu. Demek ki bu düşünürler Akif’te yeni bir düşünce uyandırmamış, var olan düşünceyi ve heyecanı daha ileri taşıması noktasında ilham vermiştir. Karakoç’un, Akif’i daha özgün bir bağlama çekme çabası yersiz değildir. Bu çabayı Türkiye’nin/Osmanlı’nın merkezi rolünü dikkate alarak anlamak gerekir diye düşünüyorum. İslamcılığı daha yerli bir bağlama raptetmek, Osmanlı/Türkiye geleneğini İslamcılığın esin ve besin kaynağı olarak öne çıkarmak ve böylece Mısır-Hindistan gibi havzaların İslamı anlama ve yorumlama biçimine “şerh” düşmek, Akif’in özgünlüğünü tescillemeye matuftur. Nitekim Karakoç, Mısır’dan Abduh’un ve Hindistan’dan İkbal’in ortaya koydukları “esas tez” in Akif’in şiir ve yazılarında öne çıkan yaklaşım biçimiyle telif edilemeyeceğini iddia etmektedir. Aralarındaki en büyük fark Akif “İslam ruhunu canlandırmak isterken” Abduh-İkbal gibi düşünürler “İslam’ın genel sistemine yeni bir yorum getirmeye” çalışmışlardır. Kanaatimce Karakoç’un dikkatinden kaçan husus, “yeni bir yorum getirme” çabasının (esasında) İslam alemini modern paradigmanın tasallutundan kurtarma arzusuyla iç içe olduğudur. Bu yeni yorum çabasının 1979 ‘da İran’da inkılapla sonuçlandığını hatırlamak gerekir. Afgani’nin inkılapçı perspektifi İran uleması üzerinde etkili olmuştur. Medresenin/ulemanın inkılaba öncülük etmesi modern tarih yazımının ilerlemeci karakterine vurulmuş en sarsıcı darbelerden biridir. Tıpkı Sezai Karakoç gibi İsmail Kara da , Akif ve fikriyatının İslam modernizmi ile ilişkisi gündeme geldiğinde özel olarak vurgulanan Efgani-Abduh etkisini abartılı ve yersiz bulur. Kara’ya göre Safahatın bütününde Abduh ve Afgani yalnızca Asım Kitabında karşımıza çıkar. Nesirlerinde ise durum daha da dikkat çekicidir. Namık Kemal tebcil edilerek 13 defa geçerken Abduh 3 defa (tefsirle ilgili metinlerde normal olarak 5 defa daha),Efgani yalnızca kendisine dair yazılan birbirinin devamı iki yazıda, Reşit Rıza da bir defa geçmektedir.(7)

Milliyetçi kesimlerin Akif’e olan muhabbetleri, Cumhuriyetin ilanı sonrasında gittikçe azalmıştır. Bu azalmanın en önemli sebebi, İstiklal Harbi süresince devam eden İslamcı-Milliyetçi ittifakının İslamcılar aleyhine bozulmasıdır. Oysa ki henüz daha saflar tam olarak belirgin değilken İstiklal Harbi’nde gösterilen istisnai direnişin marşını yazması için Akif’i teşvik eden kişi yıllarca Türk Ocakları başkanlığı yapmış olan Hamdullah Suphi’ydi… Mecliste de bizzat kendisi okumuştu. İstiklal Marşı direnişin manifestosu olarak ayakta alkışlanmıştı… Ancak yeni hükümetin Akif’in ideolojisine karşı takındığı tavır oldukça sertti.Kemalist milliyetçilikten esinlenen siyasal milliyetçi hareket(ler), Akif’in yerine yeni “üstatlar” bulmakta gecikmedi.Bizzat Mustafa Kemal “ulus yaratan” bir idoldü zaten. Ziya Gökalp ve (sonraları) Nihal Atsız ise mefkure birliğini sağlayan bozkurtlardı… Milliyetçilik(ler)iyle,muhafazakarlıklarıyla maruf olan siyasi hareket(ler)in Akif ilgisizliği, onun şeriatın sınırlarına riayet eden siyaset anlayışına bağlılığının Cumhuriyet Türkiye’sinde karşılığının olmamasından dolayı olsa gerektir. Kavmiyetçiliği küfr ile özdeş tutan, İstiklal Marşı’nda bir kez bile “Türk” demeyen, ulusçu argümanların yol açtığı tefrikacılığın yıkıcılığı karşısında adeta isyan eden Akif’e karşı bu ilgisizliğin anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir tarafı yok…Nurettin Topçu, Akif’in milliyetçiliğini farklı bir bağlamda değerlendirmeyi tercih eder. Ona göre Akif ”dini, milliyetin karşısında konumlandırmayan” biridir. Millet anlayışında ırk gibi kaba maddi bir unsura yer vermemiş, milleti kuran manevi unsurlardan dine büyük önem vermiştir. Türklüğün mayası, ruh ve ahlakımızın temeli olan İslam’ı canlandırmak ve onunla milletimizi yükseltmek istemiştir. Milliyetçiliği dindarlığından, dindarlığı da milliyetçiliğinden ayrı değildir. Binaenaleyh Akif “ahlakçı milliyetçidir” Topçu’ ya göre… (8)

Asıl trajik olansa İslamcıların Akif ilgisizliğidir. Kemalist statükonun kazanım hanesine yazılabilecek en büyük başarıdır bu ilgisizlik… Çok özel bir toplumsal mühendislik projesi yürütülmüştür bu ilgisizliği oluşturmak için. Akif’in,İstiklal Harbi’ne verdiği destek,Cumhuriyet devrimlerini yapan pozitivist referanslı aklın icraatlarını onayladığı şeklinde yorumlanmıştır.İngiliz emperyalizmine karşı Müslümanları uyandırmak için Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde yaptığı çalışmalar,”ajanlık” bağlamında onu yeni nesil İslamcıların gözünden düşürmek için ustaca kullanılmıştır. Zaten yeni nesil İslamcılar Akif’i ya hiç okumamış ya da üstünkörü bir değerlendirmenin konusu yapmıştır. Yazdığı marş, ulus-devletin milli marşı olarak kabul edildiği için Akif okumak, milliyetçi ve devletçi olmakla eşdeğer kabul edilmiştir. İstiklal Marşı, Kemalist statükoculuğun meşruiyet aracı olarak görülmüştür. Böylece başlangıçta bir İslam devleti olarak kurulan Türkiye’ye vurulan İslamcı mühür olan İstiklal Marşı, İslamcıların gözünde, statükonun sembolü haline gelmiştir. İslamcılığın muhafazakar-demokrat çizgiyle iç içe geçmesi sonrasında ise Akif iyice gündemden çıkmıştır. Onun II. Abdülhamit’e yönelik ağır eleştirileri, muhalif kimliği ve edilgenliği reddeden siyasal perspektifi sakıncalı görülmüştür. Eleştirel dikkate ve deruni bir farkındalık bilincine sahip olması ve (en önemlisi de) şeriatın sınırlarına riayet hususunda gösterdiği titizlikle Akif, bugünün popülist, pragmatik, oportünist ve hamasi siyasal söylemi için tehlike arz etmektedir. O artık, ya resmi/kurumsal ritüellerin soğuk yüzüne mahkum edilmiştir ya da kimi politik figürler tarafından meydan konuşmalarında, kalabalıkları heyecanlandırmak için araçsallaştırılmaktadır. Kanaatimce Akif’in hatırasına yapılabilecek en büyük saygısızlık ta budur…

Muhafazakar-milliyetçi retoriğin zihinlerimizi işgal etmeye çalıştığı bir vasatta, Akif’i ve fikriyatını gündemleştirmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Böylece İslamcılığın dinamik doğasıyla bugünün zihinleri arasında irtibat kurulmuş olacaktır. İslamcılığın alamet-i farikası, vahiy ve nübüvvet bilgisinden ilham alan ve hem geçmişi hem de yaşadığı çağı bu ilhamdan edindiği ufuk, bilinç, aşk, irfan ve hikmet ile anlamaya/anlamlandırmaya ve tanımlamaya çabalayan soylu bir mücadeledir. Akif, bu mücadelenin en mümtaz şahsiyetlerinden biri olarak tarihteki yerini almıştır. Onu unut(tur)mak, Dar-ül İslam olan bu aziz beldenin küfür cephesine karşı gösterdiği müstesna direnişi hafızalardan silmek demektir…

 

NOT: Bu yazı'm Umran Dergisi'nin 319. sayısında (Mart 2021) aynı başlıkla yayınlanmıştır. 

Kamil ERGENÇ

Yararlanılan Kaynaklar

1-Sezai Karakoç/Mehmet Akif/Diriliş Yay./11.Baskı/syf.13/2011

2-Mehmet Akif Ersoy/Safahat/Haz.M.Ertuğrul Düzdağ/İz Yay./1991

3- Mehmet Akif Ersoy (a.g.e)

4-İsmail Kara/İslamcılık Düşüncesi II.Cilt/Dergah Yay./II.Baskı/syf.423/2014)

5-İsmail Kara(a.g.e)/syf.426

6- Sezai Karakoç (a.g.e)/syf.22

7-İsmail Kara/Din İle Modernleşme Arasında (Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri)/Dergah Yay./5.Baskı/syf.195/2016

8- Nurettin Topçu/Mehmet Akif/Dergah Yay./5.Baskı/2011/s.52


AddThis
 

Yorum ekle