okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün108
mod_vvisit_counterDün478
mod_vvisit_counterBu hafta2531
mod_vvisit_counterBu ay7330
mod_vvisit_counterHepsi1848110

Angeline Jolie and Elif Şafak

 

 

Editörün Notu: Sömürgeci bilginin havarisi Türkiyeli bir aydın... Hizmetinin karşılığı olarak dünyanın en prestijli gazetesinde (The Time) ağırlanmış... "Beyaz adam" hizmetçilerini ödüllendirmekte pek cömerttir... 

Angelina Jolie, Elif Şafak ile Erkeklerin Neden Kadın Hakları Mücadelesine Katılmaları Gerektiği Hakkında Konuşuyor.

 

İngilizceden Çeviren: İbrahim Karapolat

Türk vatandaşları, hükümetlerinin Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile içi şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla. Mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararını protesto etmek için sokaklara döküldühttps://www.bbc.com/news/world-europe-56516462. Adından da anlaşılacağı gibi, bu İnsan Hakları Antlaşması, on yıl önce ilk kurulduğunda Türkiye tarafından savunuldu. Anlaşma, hükümetlerin aile içi şiddet, evlilikte tecavüz ve kadın sünneti de dahil olmak üzere kadınlara ve kızlara yönelik şiddete karşı yasa koymalarını ve kovuşturmalarını gerektirir. Türk Hükümeti, anlaşmanın “eşcinselliği normalleştirmek” ve Türk aile değerlerini baltalamak için kullanıldığını iddia etti. Eleştirmenler, bunun hükümetin muhafazakar müttefiklerle olan tutumunu kadınlar ve azınlıklar pahasına da olsa artırma girişimi olduğunu söylüyor. Türk asıllı romancı ve düşünür Elif Şafak ile kriz hakkındaki görüşlerini konuştum. O ve ben ilk olarak geçen yıl, mülteci meseleleri hakkında pandeminin başlangıcında konuşmaya başladık. Bu son haberden sonra kendisine tekrar ulaştım. Türkiye'nin bu kararını geri çekmesi için mücadele eden kadın ve erkekler, ve bu durumun kadın haklarının küresel durumu hakkında bize ne söylediği hakkında konuştuk. "Bir kavşaktayız” dedi. “Birçok kadın eşitlik talep ediyor, adalet talep ediyor. Kendi hayatlarını inşa etmek, çocukları için daha iyi bir gelecek inşa etmek istiyorlar. Ancak bu güç değişimi tehlikeli bir tepkiyle geliyor.”

Elif'e Türk hükümetinin antlaşmadan çekilme kararını ve bunun anavatanındaki kadın hakları için ne anlama geldiğini sorarak başladım.

Şafak:bence bu, kadınlar, çocuklar ve LGBTQ topluluğu için feci sonuçlar doğuracak büyük bir gerileme. İstanbul Sözleşmesi, şiddete karşı savunmasız olan herkesi koruyan en ilerici uluslararası sözleşmedir. Uygulandığı takdirde, yasal ağlar sağlıyor, barınaklar açıyor, farkındalık yaratıyor, mağdurları koruyor ve şiddeti önlüyor. Türkiye bu antlaşmayı imzalayan ve onaylayan ilk ülke oldu, şimdiyse onu terk ediyor. Kalbimi kırıyor, çünkü kadına şiddet vakalarının arttığı bir zamanda meydana geliyor. Türkiye'de aile içi şiddet vakalarında zaten bir artış mevcuttu. Kadınların korunmaya en çok ihtiyaç duyduğu zamanda, hükümet tam tersini yapıyor.

Kendi evinde şiddet gören genç bir kadına ne gibi bir mesaj gönderiyor? Sözleşmeden ayrılmanın iki mesajı var. Kadınlara hayatlarının önemli olmadığını söylüyorsun. Ve faillere suçlarının meşrulaştırılacağını söylüyorsunuz. Bu, şiddetin faillerini cesaretlendiriyor.

Kadın haklarının geri alınması genellikle aile değerlerinin savunması olarak gerekçelendiriliyor. Sanki şiddetin kapalı kapılar ardında kalması daha iyiymiş gibi. Buna cevabın ne? Birisi inciniyorsa, birisi kötü muamele görüyorsa, bu özel bir sorun değildir. Dört duvarın arasında kalamaz. O sessizlik duvarlarını yıkmalıyız. İstismarın olduğu, şiddetin olduğu bir evde kimse mutlu olamaz. Ayrıca, birçok ülkede tecavüzcülere verilen cezaları azaltan, kurbanlarıyla evlenmeyi kabul etmeleri durumunda -sanki kurbanlarına bir iyilik yapıyormuş gibi- inanılmaz derecede sorunlu yasalar vardır.

Bir örnek verebilir misiniz? Bir dava hemen akla geliyor-duruşma son zamanlarda Türkiye'de başladı. Genç bir Kürt kadın kocasının kardeşi tarafından tecavüze uğradı. Cesurdu, bu konuda sessiz kalmayı reddetti. Faili mahkemeye vermek istedi, ancak mahkemede kendisine Kürtçe konuşan bir tercüman verilmedi. Kendi hikayesini anlatamadı. Ve sonra kocası geldi ve onu öldürdü, çünkü ailenin onurunu mahvediyordu. Bu durum, azınlık kadınlar, engelli kadınlar, transseksüel kadınlar ve yerli kadınlar için kesişen baskı katmanları hakkında çok şey söylüyor. Bütün sistem failleri destekliyor ve kurbanları tekrar tekrar cezalandırıyor.

Dehşet verici bir durum. Ve bu şu anda oluyor. Tüm bunlar daha yüksek sesle dile getirmeliyiz, çünkü pandemi her şeyi daha da kötüleştirdi. Tüm dünyada aile içi şiddeti arttırdı. Birçok ülkede yardım hatlarını arayan kişi sayısına baktığımızda, bu çağrılar beş kat arttığını görüyoruz. Kadınlar ve kızlar istismarcılarıyla yakın bir ortamda bulunuyorlar. Bu pandemi boyunca devam etti. Ve, pandeminin kadınların ekonomik koşullarında neden olduğu feci sonuçları de konuşmamız gerekiyor. Bence kadın hakları, eşitlik açısından onlarca yıllık ilerlemeyi kaybediyoruz. Onlarca yıllık ilerleme kayboldu

Dünyada kadınları savunmak için savaşan çok iyi erkekler var. Mültecilerle yaptığım çalışmalarda, her şeyi kaybeden ve başkalarını korumak için hayatlarını riske atan erkeklerle tanışıyorum. Yıkıcı ve baskıcı güçten ziyade bu güzel gücü nasıl teşvik ederiz? Ataerkillik kadınları mutsuz ediyor, ama erkekleri de mutsuz ediyor. Erkekler eşitsizlik ve ayrımcılık üzerine inşa edilmiş bir toplumda mutlu olamazlar—özellikle de verilen erkeklik tanımına uymayan genç erkekler. Erkeklerin bu konuşmaya katılması gerekiyor.

Bazen yılmadan devam etmek zor geliyor. Beni ayakta tutan şey, mücadele ettiğimizi düşünmek. Tarihe bakarsak, her şeyin kaybolmuş gibi göründüğü zamanlar olmalı. Bu yüzden iki kat çalışmalı ve çabalamaya devam etmeliyiz. Bir yol ayrımındayız. “Birçok kadın eşitlik talep ediyor, adalet talep ediyor. Kendi hayatlarını inşa etmek, çocukları için daha iyi bir gelecek inşa etmek istiyorlar. Ancak bu güç değişimi tehlikeli bir ters tepkiyle geliyor.” Ülkeler milliyetçiliğe, aşiretçiliğe ve tecritçiliğe, popülizme, otoriterliğe veya dini köktenciliğe geri kaydığında, cinsiyetçilik ve homofobide her zaman bir artış görürüz. Amerika, Kanada, Yeni Zelanda, Avustralya, Türkiye, Orta Doğu, nerede olursak olalım, geriye doğru kayabiliriz.

Dünya çapında tanıştığım mültecilerde fark ettiğim şeylerden biri de, temel insan mücadelelerinin ne kadar benzer olduğu ve toplumlarımızın ve haklarımızın aslında oldukça kırılgan olduğudur. Bunu nasıl görüyorsunuz? Birbirimize çok bağlıyız. Pandemi bunu gösterdi. Başka bir salgın, ekolojik kriz, siber terörizm veya finansal kriz olasılığı olsun, önemli olan her konu birbirimize bağlı olduğumuzu göstermektedir. Etrafımızda hayali duvarlar yaratarak, daha güvenli olmayacağız. Demokrasi dirençli değildir. Demokrasi çok hassas bir kontrol ve denge ekosistemidir. Oy sandığı kendi içinde demokrasiyi sürdürmek için yeterli değildir. Demokrasi olmayan birçok ülke seçim yapıyor. Türkiye'de nispeten düzenli seçimler oluyor, Türkiye bir demokrasi değil. Rusya'nın seçimler oluyor, Rusya demokrasi değil. Hukukun üstünlüğüne, kontrol ve dengeye, ifade özgürlüğüne ve özgür medyaya ihtiyacımız var. Ve kadın haklarına. Bütün bu haklarla birlikte demokrasi hakkında konuşabiliriz. Aksi takdirde, sadece çoğunlukculuktan bahsediyor oluruz. Ve çoğunlukculuktan otoriterliğe geri dönüş çok kısa bir kayıştır. Çok hızlı bir şekilde meydana gelebilir.

Bu bağlantı aynı zamanda birbirimizi daha fazla görebileceğimiz ve dünya çapında daha fazla bağlantı kurabileceğimiz anlamına gelir. Bizi ayrı tutmak daha zor. İnsanlar olarak, ayniyetten nadiren bir şey öğreniriz. Farklılıklardan öğreniyoruz. Farklılıklar bizi zorlar. Bu gerçekten önemli. Demokrasinin kaybolduğu toplumların, çeşitliliğin hoş karşılanmadığı, farklı olarak görülürseniz yaşamın zor olacağı toplumlar olması tesadüf değildir. Son romanım İstanbul'daki Kimsesizler Mezarlığı adlı bir yerden esinlenildi. Diğer mezarlıkların aksine, çiçek yok, ziyaretçi yok, mermer mezar taşlarına kazınmış isimler yok-sadece ahşap direkler ve karalanmış sayılarla pankartlar var. Gerçek insanların sayılara dönüştüğü bir yer. Orada gömülü olan insanların çoğu dışlanmıştı. Bir yazar olarak içgüdüm, bu sayılardan en az birini almaya çalışarak süreci tersine çevirmekti. Bence bu insanlıktan çıkarma sürecine direnmek, bizim mücadelemizin büyük bir parçası.

Politikacılar ve diğerleri arasında özellikle mültecileri insanlıktan çıkarmaya yönelik bir çalışma görüyoruz. Bundan endişe duyuyor musunuz? Önemli olan kelimelerdir. Kalan her şey onlardan sonra gelir. Her şey toplama kamplarıyla değil, kelimelerle başlıyor. ‘Diğer’ hakkında nasıl konuştuğumuz önemlidir. ‘İstila’, ‘haşarat’, ‘kirlilik’gibi kelimeler—bunların hiçbiri masum değil. Kendimizi ve birbirimizi eğitmeliyiz. Bazen bazı kelimeleri yanlış şekilde kullanabiliriz, ancak birbirimizden bir şeyler öğrenebilmeliyiz. Özellikle bizden farklı görünen insanlar hakkında konuşurken, kelimeleri nasıl kullandığımızın farkında olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Umarım gençler ve yaşlılar, birbirlerinin sesini yükseltmek için daha fazla çaba gösterir. Bir mücadele içindeyiz, ve birbirimizin sesini duymalıyız. Evet, bir mücadeledeyiz. Türkiye hakkında konuşmaya başladık. Kadınlar sokaklardaydı. İnanılmazlardı, son derece cesurlardı. Ayrıca, "gerçek erkekler feministtir" afişi taşıyan genç bir erkek vardı. Bunu unutmayacağım. Bana çok umut verdi. Tüm dünyada müttefiklerimiz var. Birbirimizin sesini duymamız çok önemli.

Yazının İngilizce aslı için bkz.https://time.com/5954987/angelina-jolie-elif-shafak-turkey/


AddThis