okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün290
mod_vvisit_counterDün441
mod_vvisit_counterBu hafta1700
mod_vvisit_counterBu ay6499
mod_vvisit_counterHepsi1847279

Geçmişten Notlar

Hatıra yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır der Andre Gide… Sonrakiler,bu kurtulanlardan ibret alarak inşa ederler yarının tarihini… Bugün yaşananlar dünden, yarın yaşanacaklar ise bugünden bağımsız olmadığı (yani tarihte mutlak anlamda bir kopuştan/kesintiden bahsetmek mümkün olmadığı) için mühimdir tarih bilmek… Hatıra(t)lar bu bilme arzusunun tatmin edilmesi için hayati önemi haiz metinlerdir. Akademik tarih anlatısının soğuk, hiyerarşik, kronolojik ve sistematik doğasına karşı hatıralar akıcı,içten ve ayrıntı zenginliği bakımından ilgili dönemin zihinsel-sosyal gerçekliğine nüfuz etme imkanı barındıran eserleridir… Bir kişinin gözlemleri-tanıklıkları-tahlilleri olması münasebetiyle zaman zaman objektiflikten uzaklaşmaları hatıra(t)ların zaafı olarak zikredilebilir.

Bu girizgahı yakın tarihimizin milliyetçi/mukaddesatçı zaviyeden oldukça ayrıntılı fotoğrafını çeken Zübeyir Yetik’in “Geçmişten Notlar” adlı hatıralarına dikkat çekmek için yaptım… Zübeyir Yetik’i bizim kuşaklar “İslam Savaşçısına Notlar” ve “Her Nemrud’a Bir İbrahim” kitaplarıyla hatırlayacaktır… Bir de rahmetli Aliya’nın nehir yayınlarından çıkan “Doğu-Batı Arasında İslam” adlı eserinin redaksiyonunu yapmış olmasından…Ancak O, seksen yıllık ömrüne kitap yazma haricinde, Türkocağı Şube Başkanlığı, Komünizmle Mücadele Derneği kuruculuğu, Memur-Sen Genel Başkanlığı, Milli Gazete Genel Yayın Müdürlüğü, Hak-İş kuruculuğu, İSKİ’de idarecilik gibi teşkilat tecrübesi gerektiren bir çok vazifeyi de sığdırmıştır.

Zübeyir Bey 1941 Siverek doğumlu… İlk-orta-lise tahsilini Siverek-Urfa havzasında yapmış… Fransız İhtilali’ nden aldığı ilhamla radikal modernleşme adımlarını kararlılıkla atan Cumhuriyet kadrolarının en güçlü olduğu yıllar… 19.yüzyıl pozitivizmine yaslanan Kemalizm ile diyalektik materyalizmin (Solculuk şemsiyesi altında) ittifak ettiği bu yıllarda Kur’an öğrenmek ve öğretmek bile takibata uğramak için kafi… Demokrat Parti’yle ortam biraz yumuşasa da 27 Mayıs İhtilali kararlılığın devam ettiğini teyit etmiş… 1950’li yıllarda birleştirilmiş sınıflı köy okulunda okuyan Zübeyir Yetik’in “Müslüman Çocuk” adlı bir derginin öğretmeni tarafından sınıfta tanıtılmasına dair paylaştığı ayrıntı Demokrat Parti ile gelen yumuşama bağlamında değerlendirilebilir… Dergiyi kimlerin yayınladığını hatırlamıyor Zübeyir Bey… Ama köy okuluna kadar ulaşmasından fedakar insanlar elinden çıktığını anlamak mümkün…

Siverek’te lise olmadığı için Urfa’ya gitmek zorunda kalan Zübeyir Yetik burada “kırk yıllık dostum” dediği Akif İnan’la tanışır. 1957-58 yıllarından itibaren Urfa’ya haftalık,aylık,üç aylık gelen ne kadar yayın varsa (sağcı-solcu ayrımı yapmadan) takip etmeye başlar… Bu yayınlar arasında “Varlık, İslam, Toprak,Sebilürreşad,Ocak gibi dergiler ve Hür Adam Gazetesi vardır. Ayrıca arada bir çıkan Serdengeçti ve Büyük Doğu dergileri de gelmektedir…1960’larda Nurettin Topçu’nun birkaç sayı çıkan Nizam Dergisi, Sezai Karakoç’un Diriliş Dergisi ve Peyami Safa’nın Türk Düşüncesi dergisi de takip ettiği yayınlar arasındadır… Ömer Rıza Doğrul’un Selamet Dergisi ile Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun Meslek Gazetesi’nin de müdavimidir…1960’lı yılların Anadolusu için oldukça zengin sayılabilecek bir kültürel ortam vardır Urfa’da… Çocukluğunun geçtiği Siverek’te de durum pek farklı değildir. 7-8 yaşlarında “sıra gezme” adıyla yapılan kitap sohbetlerine katılmaktadır… 10-15 kişiden oluşan sohbet ortamlarında Vakıdi, Ahmediye, Muhammediye, Kara Davut,Fütuhat-ı Mekkiye okunmaktadır. (Önemli Not: Bizim sosyoloji fakültelerimiz taşra-merkez ilişkisini Avrupamerkezci bilgi temelinde çözümlemeye çalıştığı, yani burjuva-derebeylik “çatışması”nı merkeze alarak anlamaya çalıştığı için burada sözünü ettiğimiz kültürel ortamın ne anlama geldiğini çözümleyebilecek yetkinliğe sahip değildir. )

Urfa’da lise okurken Akif İnan’la tanışır Zübeyir Yetik… Her ikisinin de okumayı ve şiiri seviyor olmalarının bu tanışıklıktaki payı büyüktür… Akif İnan “bir hocasıyla sürtüşüp” kaydını Maraş’a aldırınca Urfa-Maraş kültür köprüsü de kurulmuş olacaktır. Yedi Güzel adamla tanışıklık için vesile olmuştur bu sürgün… İlk şiir kitabını 19 yaşındayken Urfa’da yayınlar Zübeyir Bey… Hatta dediğine göre onun bu kitabı yeni alfabeye geçildikten sonra Urfa’da basılan ilk kitaptır… Bu yıllarda Urfa, Risale-i Nur’un etkili olduğu yerlerden biridir. Said-i Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin Sumeydanı Camii’nde risale dersleri yapmaktadır. Zübeyir Bey de tanışıktır bu camiayla… Ancak bu tanışıklık, ısrarlara rağmen, “onlardan” olmaya evirilmeyecektir. Urfa İlim ve Fikir Cemiyeti’ni birlikte kuracaklardır. Fakat uzun erimli olmayacaktır… Zübeyir Bey’in deyimiyle 1960 sonrası Urfa’da sol belirleyicidir.(Bu sol çizgi daha sonra “Kürtçülüğe” evirilecektir.) Akif İnan o yıllarda Türkocağı merkez müdürüdür. Onun desteği ile Urfa Türkocağını kuracak ve hemen faaliyetlere başlayacaktır. Bu faaliyetleriyle şimşekleri üzerine çekecektir…

Sadece Türkiye’de değil, Doğu Avrupa ve Latin Amerika’da süregiden sağ-sol çatışmasının sahadaki yakın tanıklarından biridir Zübeyir Yetik… Kömünizmle Mücadele Derneği’nin İzmir ayağının örgütleyicileri arasındadır. Tanık olduğu olaylardan biri yakın tarihimiz açısından ibretliktir. Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nin yönetim toplantılarından birinde “Amerika’dan yardım talep etme fikri” ortaya atılır ve kabul görür. Görüşme için konsolosluğa giden şahsa “Zübeyir Yetik ve İhsan Emci’nin” dernekten uzak tutulması karşılığında yardım yapılacağı söylenir. Çünkü bu isimler İslam referanslı çalışmalar yürütüyorlarmış, Oysaki Amerikalılar sadece milliyetçi referanslarla çalışanları desteklemek istiyorlarmış. (27 Mayısçıları neden destekledikleri bu vesileyle daha iyi anlaşılmış oluyor.) Böylece Zübeyir Bey’in kurucular kurulundan adı silinmiş ve şube açmasına izin verilmemiş. Ancak Yetik’in anlattığına göre, Risale çevresi devreye girerek Derneğin tamamen milliyetçilerin eline geçmesine engel olmak için Saffet Solak’ın seçilmesini sağlamış. Amerika’nın komünizmi mağlup etmek için iş tuttuğu milliyetçi-mukaddesatçı kesim(ler), ne yazık ki, kapitalizmin bu ülkeye sinsice girişi esnasında aynı duyarlılığı gösterememiştir. Nurculuğun komünizme karşı Amerika’yla iş tutmasının tarihi görüldüğü gibi oldukça eskidir. Kaldı ki Said Nursi, Türkiye’nin CENTO’ya ( dönemin NATO’su sayılır) girişini desteklemiş ve dönemin devlet yetkililerine tebrik mesajı da göndermiştir.

Büyük Doğu çigisinden radikal bir sapma olan İBDA-C’nin kuruluşuna giden sürecin de tanığıdır Zübeyir Bey… Ankara’dan Akif İnan’ın selamıyla yanına gelen Akıncılar Derneği İstanbul Şubesi’nden bir grup gencin dergi çıkarma isteklerine hem teknik destek hem de yazarak katkı sunacağını söyler… Dergi “Akıncı Güç” adıyla yayın hayatına başlar…Ancak Zübeyir Bey’e göre derginin ilk sayısı ziyadesiyle “militanca” dır... Yazar kadrosu arasında sonraları İBDA-C’nin lideri olacak olan Mehmet Salih Erdiş te vardır… Lakabı “komutan” dır… “Akıncı Güç”ün yayınlarının “sivriliği” nedeniyle Akıncılar Genel Merkezi’yle İstanbul Şubesi arasında anlaşmazlık yaşanır. Genel Merkez derginin kapatılmasından yanadır. “Militanca” söyleme sahip gençlerden bir grup Zübeyir Bey’e gelerek yeni bir yapılanma(örgütlenme) içine girmek istediklerini, kendilerine önderlik yapmasını teklif ederler. Ancak Zübeyir Bey kabul etmez ve bu gençleri yetiştirmesi için Necip Fazıl’a götürür. Bu gençler kendilerini “büyük doğu’nun gölgesi” olarak görüyorlar diyerek üstadı ikna eder. Buradan sonrasına ilişkin detay vermiyor Zübeyir Bey… Sadece “umduğundan çok farklı gelişmelerin ortaya çıktığı” nı ve Necip Fazıl’ın “büyük doğu “fikriyatına ait olmayan “raporlar” döneminin bu vesileyle başladığına dikkat çekiyor. Yıllar sonra (1994 veya 1995’te) Toktamış Ateş’i savunan bir yazısından dolayı İBDA-C tarafından evi bombalanacaktır Zübeyir Bey’in… Sadece bu da değil… Zübeyir Bey Necip Fazıl’ın ölüm yıldönümü münasebetiyle yapılan bir panelin yöneticisiyken, salon İBDA-C taraftarlarınca basılacak,üstadın “gerçek izleyicileri” olduğu savıyla Salih Mirzabeyoğlu’nun da panele katılması talep edilecektir…

1974’te Ankara’da Hasan Aksay ve Necmettin Erbakan’la görüşerek genel yayın müdürü sıfatıyla Milli Gazete’nin başına geçer Zübeyir Yetik… Yaklaşık bir yıl kalacağı bu görevde, kendi ifadesiyle sadece “üç gün”, sahici gazetecilik yapmıştır… Çünkü merhum Erbakan her gün, yayın danışmanı Reşat Bey aracılığıyla talimatlarını, iletmektedir… Bu talimatlar çoğu zaman gazete baskıya hazırlanırken gelmekte ve yapılan tüm hazırlıklar biranda çöp olmaktadır. Yetik’in, Hasan Aksay’la birlikte bizzat Erbakan’la görüşerek durumu düzeltme çabaları sonuç vermez… Bir yıl sonra da (bir takım entrikaların sonucu olarak) yayın müdürlüğünü bırakır… Erbakan’a göre gazete “topçu bataryasıdır”. “Karargah nereyi gösterirse orayı vurur.” Öyle ki Hoca MNP’nin kuruluş toplantısında “İdeolocya Örgüsü” kitabını parti programı olarak açıklamak için Necip Fazıl’dan izin isteyip te alamadığında üstada karşı gazetede rezerv uygulamış, O’nun MTTB’de yapılan konferanslarının haberinin verilmesine dahi rıza göstermemiştir. Soğukluk sonraları da devam edecektir… Erbakan’ın başbakan yardımcısı olduğu II. Milli Cephe Hükümeti kurulduğunda Necip Fazıl, yanında Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Zübeyir Yetik ve Akif İnan’la birlikte meclise tebrik ziyaretine gitmiş ve fakat Hoca tarafından kabul edilmemiştir. Bu ziyaret sırasında Alparslan Türkeş, Necip Fazıl ve ekibini oldukça samimi bir şeklide karşılamış ve iltifatlar etmiştir. Zübeyir Bey bu durumun “kendilerini çok şaşırttığını” söyleyecektir hatıratında…

“Kendi mahallesi” tarafından uğra(tıl)dığı hayal kırıklıkları da çoktur Zübeyir Bey’in… Dava arkadaşlığı olarak başlayan ilişkilerin makam, mansıp, şöhret uğruna nasıl biranda unutulduğuna; kimilerinin safiyane, halisane ve fedakarane duygularla varını yoğunu feda ettiği “davayı” kimilerinin kendini parlatma vasıtası olarak gördüğüne yakından şahit olmuştur. “Arkadan kuyu kazma”,“açık arama”, “tecessüs etme”, “rüşvet” gibi ahlaksızlıkların dindar-muhafazakar-mukaddesatçı geçinen kişiler eliyle yapıldığını bizzat müşahede etmiştir. “Güç bozar, mutlak güç mutlak(a) bozar” sözünün alelade bir söz olmadığını yaşayarak gözlemlemiştir. “Koltuk kapmak” için tertip edilen ayak oyunlarının, bugünkülerden farklı olmadığını bu vesileyle bir kez daha anlıyoruz. Henüz Akif İnan hayattayken (1990’lı yılların sonu) Memur-Sen içindeki çatlak, sözünü ettiğimiz bu ayak oyunlarının sendika boyutudur sadece… “Ünvan” kapmak için sergilenen “şark kurnazlıkları” utanç vericidir. Durum bugün de farklı değildir…

28 şubat sürecinin kasvetli ortamında ülkenin ve dindar kesimlerin ahvalini görüşmek üzere tertip edilen dar kapsamlı bir istişari toplantıda, Zübeyir Yetik’in ifadesiyle, “art niyet” ve “çirkinlik” had safhadadır. Toplantıya kimlerin katıldığını söylemiyor Zübeyir Bey… Ancak öne çıkan iki başlıktan anlıyoruz ki çok mühim kişiler(!) Bu başlıklardan biri; Refah Partisi değişime zorlanırsa yönetimi nasıl ele geçirebiliriz? diğeri ise “parti kapatılırsa, yeni parti kurma yarışında başkalarının önüne geçmek için neler yapabiliriz?” Bütün bu yaşananlar aslında bizim gerçeğimiz. Kendisini dindar-muhafazakar-mukaddesatçı olarak konumlandıran kesimlerin siyasal bilinç düzeyindeki sığlık(yüzeysellik) ve kötürümlük belirtileri… Bu kötürümlüğün bugün geldiği nokta ise onarılması güç bir güven(eminlik) kaybı…

Son olarak muhafazakar-milliyetçi-mukaddesatçı kesimler tarafından adeta dokunulmazlık zırhına büründürülen kimi isimlerin, tasavvuf adı altında, oldukça sorunlu bir perspektifin mahkumu olduklarına dair hatıratta geçen bazı anekdotlara yer vererek bitirelim. Zübeyir Yetik’in ifadesiyle “o güne dek ülkenin ve dünyanın sorunlarından söz açan, sanat ve edebiyattan, bilimden bahseden, Kur’an’ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerdeki hükümleri dile getirerek değerlendirmelerde bulunan ağızlardan artık yalnızca mürşitlerinin menkıbeleri dökülüyor, hele bir ikisi bir araya geldiklerinde “yok seninki yok benimki” türü laf yarıştırmalarına dökülüyor ve konuşmaların “uygun” yerlerinde de şeyhlerin fotoğrafları cüzdanlarından çıkarılarak sergilenmek suretiyle, sanki,savların pekiştirilmesi cihetine gidiliyordu.Ortam bir bakıma köy kahvelerindeki havaya bürünüyordu.” Bu isimlerin kimler olduğunu Zübeyir Bey belirtmemiş…(Önemli Not: Zübeyir Yetik’in 1992‘de kaleme aldığı “İnsanın Yüceliği ve Guenoniyen Batınilik” adlı eser düşünce dünyamızın önemli isimlerinin tasavvufi yöneliminin teorik düzlemde teşrih masasına yatırılması amacına matuf önemli bir eserdir.1990’lı yıllarda Rene Guenon,Frıthjof Schuon,Seyyit Hüseyin Nasr gibi isimlerin “Batıni/mistik/ezoterik” yönü ağır basan eserleri Türkçeye kazandırılırken; siyasal bilince katkı sunacak-örneğin Malik B.Nebi veya Mahmut Mamdani- gibi isimler yeterince ilgi görmemiştir. Çeviri politikamız ayrıca incelenmeyi hak ediyor.)

Her neyse… Zübeyir Bey’in dikkat çektiği isim(ler)in kim olduğu o kadar da önemli değil… Demem o ki kimseyi gözümüzde büyütmeye gerek yok… Büyütüp dokunulmazlık elbisesi giydirdiğimizde artık o kişiyi normal insan olarak tanımak mümkün olmuyor çünkü… Cenab-ı Peygamber(s.a.v) “ben kuru et yiyen kadının oğluyum” derken, kendisini insanüstü bir varlık olarak konumlandırmak isteyenleri uyarmıştı. “Mübarek kişiler”,”ulu zatlar”,”büyük üstatlar”,”gavs-ı azamlar”,”şeh-ül ekberler”,”sultan-ul evliyalar”, ”imam-ı azamlar”,”hüccet-ül İslamlar” gibi etiketler bilincimizin üzerine beton dökmekten başka bir işe yaramıyor. Bu “hürmet aristokrasisi”(ifade Asım ÖZ’e aittir) ni fark eden merhum Sezai Karakoç “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar” diyebilmiş; bir diğer mütefekkir Atasoy Müftüoğlu ise Türkiye’de dini hayatın “hemen bir klinikte tedavi altına alınması gereken meczuplar tarafından ele geçirildiğini” söyleme cesaretini göster(ebil)miştir. Bu “kutsama” hastalığı sadece dindar kesime mahsus değildir. Kemalistlerin Atatürk’e giydirdiği “kutsallık zırhı” onun bir insan olarak anlaşılmasını güçleştirmektedir. Nitekim Atatürk hala normal bir insan olarak aramıza gelmiş değildir. Merhum Erbakan’a ve şimdilerde Erdoğan’a da aynı gömlek giydirilmekte ve bu kişilerin insan olmaktan kaynaklı zaafları dahi “bir hikmete mebni” olarak değerlendirilmektedir. Sevgi ve nefretteki ölçüsüzlük, sahih bir duruşun mümessili olmamızı güçleştiriyor…

Zübeyir Yetik’in hatıraları zaaf ve imkanlarıyla insan(ımız)ın hikayesi bir bakıma… Aynada kendine, cemaatine, tarikatına,partisine,hizbine v.b bakmak isteyenler okuyabilir…

 

Kamil Ergenç

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis
 

Yorum ekle