okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün651
mod_vvisit_counterDün527
mod_vvisit_counterBu hafta1824
mod_vvisit_counterBu ay12055
mod_vvisit_counterHepsi1839064

Bir "Pagan Ayini" Olarak Futbol

Yaklaşık yirmi yıl önce yine bir dünya kupası “heyecanı” yaşanırken Umran Dergisi “Din Dışı Kutsallıklar ve Futbol Paganizmi” başlıklı bir dosya ile çıkmıştı okurlarının karşısına.(1) O zamanlar üniversite üçüncü sınıf öğrencisiydim ve futbolun büyüsünün henüz, yeteri kadar, farkında değildim. Türkiye’nin dünya üçüncüsü olduğu bu şampiyonada tabiri caizse yer yerinden oynamıştı ülke genelinde. Ben de herkes gibi bu heyecana ortak olmuştum… Lise yıllarında sahici bir Beşiktaş taraftarıydım. Bütün topçularının adlarını ve mevkilerini bilir, bütün maçlarını izlemeye gayret ederdim. Metin-Ali-Feyyaz üçlüsü, takoz Recep, Şifo Memet, Rıza Çalımbay, müstesna sol ayak Sergen sohbetlerimizin başkahramanlarıydı. Diğer takım taraftarlarının fanatikliğe varan söylem-eylemlerini anlayışla karşılar (çünkü biz de öyleydik) , işin doğasının böyle olduğuna inanırdık o yıllarda. Argo,hem futbolcu hem de taraftar için çok normaldi…Hatta olmazsa olmazdı. Aynı takımı tutanlar, daha önce birbirlerini hiç görmemiş olsalar da, bir vesileyle (örneğin stadyumda ya da kahvehanede maç izlemek için) bir araya geldiklerinde , kırk yıllık arkadaşmış gibi davranırlardı. Bunu da normal karşılardık... Rakip takım oyuncularına ve taraftarlarına hakaret etmek, onları düşman gibi görmek racon gereğiydi. Uymayanları kınar,cemaate (pardon takıma) sadakatinden şüphe ederdik. En galiz küfürleri savuranlar en samimi taraftar olarak nam yapardı. Tuttuğumuz takımı inciten yorumlarla karşılaştığımızda gücümüz yetiyorsa elimizle, olmadı dilimizle, o da olmadı kalbimizle tepki verirdik/buğz ederdik!Futbol hayatın akışına etki eden bir boyuta sahipti bizim için. Özellikle derbi maçlarda “hayat durur”, ”nefesler tutulur” vakitler bu maçlara göre ayarlanır, randevular ona göre verilirdi. Maçın ardından ise kazanan takımın naralar atarak, böğürerek, klakson sesleriyle şehri inletmeleri sıradan bir şey gibi algılanırdı.

Umran Dergisi’nin futbolu teşrih masasına yatıran sayısı tabiri caizse gözümü açtı. Öncesinde de bu oyunun kendine mahsus büyüsü hakkında bir şeyler okumaya-yazmaya çalışıyordum fakat düşüncelerim yeterince olgunlaşmamıştı. Ben meseleye daha çok eğlence ve popüler kültür bağlamında bakıyor, tenkit ve çözümlemelerimi bu doğrultuda yapmaya çalışıyordum. Dergi ise din dışı kutsallık bağlamında, bir tür pagan eylem olarak değerlendiriyordu futbolu ve eğlenceyi. Giriş yazısında “ülkemizde bugüne kadar yapılmamış bir şeyi yapıyoruz: Tüm dünyada kitleleri büyüleyen, heyecanlandıran, zapt-u rapt altına alarak kendisine bağlayan futbol fenomenini tüm yönleri ve boyutlarıyla anlamlandırmaya çalışıyoruz.”(2) Diyerek esaslı bir noktadan giriş yapıyordu meseleye.İki temel yaklaşımı eksene alarak yapıyordu çözümlemesini: Birincisi benim de anlamaya/ anlamlandırmaya çalıştığım futbolun popüler kültür ve eğlence boyutu; diğeri ise ( ki bence en önemli nokta burasıdır) “din-dışı kutsallık” yani dinin yerini alan, yapay,geçici,sahte kutsallar, hazlar ve kaçışlar üreten yeni paganizm(putperestlik) … Birinci boyut olgunun görünen kısmı… İkincisi ise gözlerden ırak tutulan ve fakat asıl nokta olarak konuşulması/çözümlenmesi gereken boyut… Bu yazıyı yazmaya hazırlanırken sözünü ettiğim sayıyı arşivimden çıkardım ve tekrar okudum. O yıllarda altını çizdiğim, yanına not düştüğüm yerleri tekrar gözden geçirdim. O vakitler fark edemediğim ama şimdi dikkatimi çeken yerlerin altını çizerek yanlarına,bugünkü müktesebatımın elverdiği ölçüde, notlar yazdım. Demem o ki bu yazı yirmi yıl önce Türkiye gündemine armağan edilen ve İslamcı entelektüel havzada bir ilk olma özelliği taşıyan “futbol paganizmi” başlıklı dosyadan ilham al(ın)arak yazılmıştır.

Şimdiye kadar gerçekleştirilenler içinde politik-ideolojik yanı en görünür olan bir dünya kupasını geride bıraktık. Halkı Müslüman bir ülkenin ev sahibi olmasının payı büyüktü bu politik-ideolojik görünürlükte. Pusuda bekle(til/y)en oryantalist literatürden argümanlar devşirildi hemen… Barbar, ilkel, primitif, arkaik toplumlar/kültürler böylesine büyük bir organizasyonun ev sahibi olamaz/olmamalı dendi zımnen… Savaş, kan,gözyaşı ile özdeşleşen Ortadoğu’nun dünya çapında bir organizasyonla anılması belli ki rahatsız etmişti birilerini… Fahşa ve münker özgürlüğü talep edenlerin talepleri karşılanmayınca tepki daha da sistematik ve sert oldu. İskandinavya, Almanya, İngiltere aynı saatlere amatör küme maçları koyarak boykot etti maçları. Aylar öncesinden başlayan bir boykot çağrısı zaten vardı. Bazı spor barları maçları yayınlamamayı tercih etti.(3)

20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni sömürgeciliğin en kullanışlı aparatı olan demokrasi ve insan hakları üzerinden şedit bir kampanya yürütüldü. Söz konusu Ortadoğu olduğunda kampanyanın katılımcıları da ziyadesiyle fazla oluyordu. Doğu-Batı ikili karşıtlığından beslenenler için elverişli bir ortam zuhur etmişti. Doğulu/Müslüman toplumları rüşt sahibi ol(a)mamış insanaltı yaratıklar gibi değerlendiren Avrupamerkezci perspektifin buyurgan, üsttenci, kibirli dili hemen fark ediliyordu. Tam karşısında ise bu dilin ters simetrisi İŞİD/DAİŞ vardı ve onlarda rahatsızdı Katar’ın ev sahipliğinden. İslam’a karşı savaştaki rolü yeni olmayan “tağuti” bir emirlik olarak nitelendiriliyordu Katar. (4) “Pislik Kupası”na ev sahipliği yapması, ”Yahudi ve Hıristiyanlarla iş tutması” Katarlı yöneticilerin “mürted” liğinin delili sayılıyordu. Anlaşılan bu kupa kimseyi memnun edemedi. FIFA’nın rüşvet karşılığında ev sahipliği için Katar’ı seçtiği iddiaları da cabası… Paranın satın alamayacağı şey yoktur klişesi bu vesileyle bir kez daha aşikar oldu. Ev sahibi ülkenin organizasyondan yüzünün akıyla çıkması için yaptığı harcamalar da dudak uçuklatan cinstendi. Farklı aktarımlar olsa da yaklaşık 300 milyar dolarlık bir harcamadan bahsediliyordu. Türkiye’nin gayrı safi milli hasılasının neredeyse üçte biri… Bunun yanında Dünya Kupası hazırlıkları sürecinde inşaatlarda çalışırken ölen binlerce işçi var ki, futbolun büyülü yanı bu büyük trajediyi görünmez kıldı. Bu işçilerin “unutulmuş takım” olarak adlandırılması, belki de kupanın en acı yanıydı. (5) Nüfusunun çoğu göçmenlerden oluşan Katar’da, diğer Körfez krallıklarında da olduğu üzere, vekalet sistemi (boyunduruk altına alma, bir tür kölelik) hala işlevsel. Babamdan biliyorum… Suudi Arabistan’da çalıştığı yıllarda (yanılmıyorsam 1996’ydı) Suudlu biri kendisine kefil olmuş ve karşılığında pasaportuna el koymuştu. Kefil izin vermeden ülkeden ayrılması, hatta ülke içinde seyahat etmesi bile mümkün değildi. Kefil adeta sahibi gibi davranıyordu… Muhtemeldir ki ölen işçiler de bu kefalet sisteminin mağdurlarıydı.

Bu kupanın dikkat çeken bir diğer yanı da anti-emperyalist/anti-kolonyalist bir dilin-söylemin öne çıkması oldu hiç şüphesiz… Bu dilin niteliği ayrı bir tartışmanın konusudur elbette. Lakin Fas özelinde belirginleşen bu tutum İslam dünyası toplumlarının birikmiş öfkesinin futbol aracılığıyla dışavurumu olarak göründü. Afrika Kıtası’ndan yarı finale kadar yükselen ilk takım olan Fas, sanki futbol oynamadı da Fransa özelinde tüm sömürgecilere “meydan okuyan” bir duruş sergiledi. Batıya karşı birikmiş Müslüman öfkesinin futbol aracılığıyla dışavurumunu anti-emperyalist/anti-kolonyalist bilince referans vererek okumanın naifliğine dikkat çeken Halil Berktay, İspanya iç savaşında(1936-1939) faşist general Franko’nun safında İspanyol avına çıkan, faşizme-sömürgeciliğe hizmet eden Faslılara dikkat çekti ve ekledi “mazlum ve mağdur diye sempati duyduklarımızın geçmiş bazı kötülük ve çirkinliklerini ( ya da bugünkü deformasyonlarını, veya reel hibritliklerini,kültürel melezleşmelerini ) itinayla silip temizlemeyi, pek doğru ve gerçekçi bulmuyorum.” (6)

Evet mazlum ve mağdur diye sempati duyduklarımızın çirkinlik ve kötülüklerini görmezden gelmeyelim. Futbol gibi etkili bir “uyuşturucu” dan sömürgecilik karşıtı bir dilin-söylemin zuhur edemeyeceğini de bilelim eyvallah. Bunun yanında emperyalizmi-sömürgeciliği de hafife almayalım. Bu olguların şekil değiştirerek hala yürürlükte olduğunu, Berktay’ın ilgili yazısında belirttiği gibi 1875-1914 ile sınırlı kalmadığını da unutmayalım. II. Dünya savaşı sonrasında neo-kolonyalizmin nasıl bir Afrika icat ettiğini görmezden gelmeyelim. Dahası “birikmiş öfkeyi” yabana atmayalım. Bu öfkenin neden ve nasıl biriktiğini anlamaya çalışalım. Umulur ki bu öfke sömürülmeye elverişli olmayı ortadan kaldıran müteyakkız bir bilincin motivasyonu olsun. Kör ve nihilistçe bir şiddetin değil…

İrlandalı edebiyatçı Geoerge Bernard Show Britanya için “futbolun ve eğlencenin baş tacı edildiği bir ülkede başbakan olmaktansa köpek olmayı tercih ederim” der. Futbolun şiddet yüklü, düşüncesizleştiren, depolitize eden doğası bilinmeden bu sözün kıymeti takdir edilemez. Dünya ölçeğinde milyarlarca insanı etkisi altına alan başka bir spor dalı yok… İçerdiği şiddet,argo,pornografi , kitleleri uyuşturma kapasitesi ve kabiliyeti bakımından futbol spor dalları içerisinde en ayrıcalıklı yere sahip. Henüz daha ilkokul çağlarındayken erkek çocukların tek eğlencesi olarak öne çıkan bu sporun kendine mahsus bir dili-söylemi olduğunu, hatta önerdiği ilişki biçimleri itibariyle özel bir konumu muhafaza ettiği söylenebilir. İsim yapmış-markalaşmış-devleşmiş futbol kulüplerinin durumları daha dikkat çekicidir. Kendilerine özel sahaları, renkleri,marşları, sloganları, ritüelleri, alışveriş merkezleri, üniversiteleri, kimlik kartları, TV-radyo kanalları, yazar-çizerleriyle bu kulüplerin,sosyolojik anlamda, “sentetik bir cemaat” oldukları iddia edilebilir. Tek ortak paydaları aynı takımın taraftarı olmak olan yüz binlerce insan amaç birliği yapabilmekte, takımları için büyük fedakarlıkları göze alabilmekte (bu bağlamda en dikkat çeken slogan herhalde “ölmeye ölmeye geldik “ olsa gerek), rakip takımlara karşı katı-acımasız-saldırgan olabilmekte, aynı ritüelleri-sloganları nerede olurlarsa olsunlar paylaşabilmekte, aynı şarkıyı söyleyebilmekte, birlikte ağlayıp gülebilmekte… Hasılı kelam bir cemaatin yapması gereken her şeyi oldukça sistematik ve profesyonelce yapabilmekte. Bu nedenle futbolu sadece spor olarak değerlendirmek doğru olmasa gerek… Meselenin bir de ticari-popüler boyutu var ki orası futbolu çocuklar-gençler-aileler nezdinde oldukça cazip kılıyor. Büyük paralar kazanma-şöhret olma arzusu daha ilkokul çağından itibaren futbol okullarına ilgiyi arttırıyor. Öyle ki ünlü futbol kulüplerinden İnter, Türkiye’de futbol okulu açıyor.(7) Meşhur futbolcuların hayat hikayelerini anlatan kitaplar çocuklar arasında elden ele dolaşıyor. Futbolu ticarileştiren, bu alanı adeta bir endüstri gibi gören yaklaşım oldukça sistematik ve örgütlü bir şekilde hareket ediyor.

Futbola teveccühün arttığı toplumlarda lümpenlik, maçolok, yozluk, kabalık, çirkeflik, berduşluk, cahillik te aynı oranda artıyor. İletişimi kaba sesler çıkarmaya-böğürmeye indirgeyen son derece pespaye bir dili var futbolun. Argoyu meşrulaştıran, şiddeti sıradanlaştıran, holiganlığa teşne oldukça sınırlı ve yüzeysel bir dil bu… Ayrıca anlamdan yoksun, yoruma kapalı ve pornografik… Nasıl ki pornografi her şeyi apaçık hale getirerek (görselleştirerek) yorumu imkansız kılıyor, gizemi yok ediyorsa ,futbol da sahada,saha kenarında ve tribünde olup biten ne varsa “göz önüne” getirerek pornografik bir izlence oluşturuyor. Gözün merkezde olduğu hayat ,pagan kültürün alamet-i farikasıdır. Put,tanrının göz önüne getirilmesi arzusunun sonucudur. Putperestlik, tanrıtanımazlık değil,bilakis tanrıyı ulaşılabilir/dokunulabilir kılmaktır. Mekke müşrikleri de dahil olmak üzere tarih boyunca pagan kültürlerin hiçbiri tanrıtanımaz değillerdi… Tabiatüstü bir gücün varlığına inanıyor ve fakat o gücün göz önünde olmasını arzu ediyordu. Çünkü insan inanmaya mahkum bir varlıktır. Adem’den bu yana yüce İslam öğretisi putçuluk ve türevleriyle mücadele ederken gözü değil sözü/kelamı merkezde konumlandırmaya çalıştı. “İşittik ve itaat ettik” beyanı bu hakikatin izharıdır. “Sözü dinlerler en güzeline uyarlar” beyanı da… İşitme anlamanın-kavramanın ilk adımıdır bir bakıma. Söz esastır… “Allah(c.c) size şahdamarınızdan daha yakındır” derken putçuluğu yerle bir ediyordu yüce Kur’an... Pagan (putperest) kültürün “göz merkezli” hayat tasavvuru Yunan mirası üzerinden Hıristiyanlığa nüfuz etti. Görünen tanrı olarak İsa, mabetlerin duvarlarını süsledi. Bugün bile Hıristiyanlar yanlarında İsa-Meryem ikonu olmadan ibadet edemezler. Mabet onlar için bu ikonların olduğu yerdir. Kutsaldır… Evlerinde ibadet için ayrılmış “kutsal köşeleri” bu ikonlarla süslüdür. Denebilir ki Hıristiyanlık, muvahhid İsa’nın hayatı pahasına tebliğ ettiği mübarek İslam öğretisini pagan Yunan kültürüyle mezcedip büyük bir inhirafa düçar olmuştur. Aziz ve mükerrem İslam ise hiçbir zaman mabet dini olmadı … İkon ve ikonaların zuhuruna müsaade etmedi… Son Elçi (s.a.v) henüz hayattayken “Hıristiyanların İsa’ya yaptıklarının kendisine yapılmaması gerektiği” hususunda ikazlarda bulundu. “Kurutulmuş et yiyen kadının oğlu” olduğu gerçeğini her vesileyle hatırlattı. Yüce Kur’an’ın dilinden “ben de sizin gibi bir beşerim” diyerek ikonlaştırılmasının önüne geçti. Kendisine perestiş edenleri, etmek isteyenleri uyardı…

İzlemeye değil şahit olmaya çağırır yüce İslam… Çünkü izlemek edilgin-pasif bir eylemdir. Şahitlik ise aktif öznenin eylemidir. Şehit ve şahit aynı köktendir. Şehit, inandığı hakikate hayatıyla tanıklık ettiği için bu adı alır. Modern/post-modern kültür gündelik hayatı anlamdan yoksu(n/l)laştırıp, oluşan anlam boşluğunu, futbol ve eğlence gibi etkili uyuşturucularla dolduruyor. Halbuki hayata anlam katan şey bilinçli eylemlerdir. İzleyicilik bilinci dumura uğrattığı için anlamı buharlaştırır. Çünkü izleme esnasında bilinç atıldır,müdahil değildir. Eleştiremez, değiştiremez, itiraz edemez, isyan edemez… Oysa ki insan müdahil olduğu andan itibaren kendisi olur. Zira müdahil olmak bilinçli bir tercihin sonucudur. Şahitlik bu tercihle birlikte tebellür eder. Modern/post-modern uygarlık insanların bilinçli-iradi eylem üretmesini istemiyor. Demek ki “şahitlik”ten korkuyor. Onun yerine herkesin izleyici olmasını arzu ediyor. Bunun için de teknik aygıtların, enformasyon araçlarının tüm imkanlarını kullanarak “kitlesel narkozlama” faaliyeti yürütüyor. Toplumları sürüleştiriyor… Futbol bu narkozların en etkili olanları arasında yer alıyor. Futbolun yüzeysel-pespaye diline angaje olan toplumları yönetmek, onları sevk ve idare etmek oldukça kolaydır. Bu nedenle hem yerelde hem de küre ölçeğinde yönetici elitler futbol ve eğlenceye teşne bir toplumsallığı tahkim ve terviç ediyor. İspanya’nın faşist diktatörü Franko “bana iki yüz bin kişilik bir uyku tulumu” lazım dediğinde ortaya Madrit’in ünlü stadyumu çıktı. Salazar Portekiz’i 3F ile yönettim diyecektir: Fatima(din),fiesta (şölen) ve futbol…

Futbol, yönetime (gerçek anlamda) katıl/a/mayanların iktidar arzularını anlık olarak tatmin ederek, onlara duygusal boşalma zevki yaşatarak arzu ettikleri iktidarın simülasyonuyla tanıştırıp etkisizleştiriyor, depolitize ediyor. Şiddet ve argo yüklü doğasıyla izleyicilere “fail olduklarını” hissettirerek büyülüyor. Yanıltıcı, sahte bir gerçeklik alanı inşa ederek muhatabını meşgul ediyor. Sevinç ve hüznü anlaşılmaz sesler çıkararak, böğürerek, saldırarak, hasılı kelam öfke ve şehvet duygularını aklın denetiminden çıkararak, yani insan olmanın gereği olan bilinç ve iradeyi devre dışı bırakarak yaşayan ilkel-primitif-yoz bir kitle kültürü oluşturuyor. Bu kültür “akılsız duygusallık” üretiyor. Gösterilerle büyülenen yığınlar söze yabancılaşıyor. Özeleştiri, diyalog ve empati kabiliyetini yitiriyor. Mekanik aygıtların diliyle, yani sembollerle/algoritmalarla konuşmaya, iletişim kurmaya çalışıyor. …

Kitleler, Kapitalist/neo-liberal sistem tarafından sindirildiği, güçsüzleştirildiği, özne olma kabiliyeti elinden alındığı, iktidar alanından uzaklaştırıldığı, “kamusal alandan” dışlandığı için futbola sığınıyor. Futbol bu kitlelere (sahte de olsa) “fail-özne” olma alanı açıyor. Bilinçli-iradi eylem üreterek kimlik-kişilik sahibi olmayı başaramadıkları için bu kitleler futbol aracılığıyla (izlemek-bağırmak-saldırmak-klakson çalmak vb) “alt düzey” eylemler üreterek varlığını anlamlı kılmaya çalışıyor. Burjuva Protestan kültür kodlarına yaslanan modern/post-modern paradigma dinden boşalttığı alanlara futbol ve eğlence gibi “akılsız duygusallığa” hitap eden seküler kutsallar koydu. Bu kutsallar, pagan Yunan kültüründen etkilenen Hıristiyanlığın ürettiği yeni putlar olarak her geçen gün dünyayı daha fazla etkisi altına alıyor. İlk defa halkı Müslüman bir ülkenin ev sahipliğinde düzenlenen Dünya Kupası gösterdi ki, futbol ve eğlence putları artık Müslümanlar arasında da muteber…

NOT: BU yazı'm Umran Dergisi'nin 341.sayısında (Ocak 2023) aynı başlıkla yayımlanmıştır.

Kamil ERGENÇ

Yararlanılan Kaynaklar

1-Umran Dergisi/Haziran2002/94.Sayı)

2-Umran Dergisi/a.g.s/syf 1

3-https://t24.com.tr/k24/yazi/yan-gozle-katar-2022,4002

4-https://www.gazeteduvar.com.tr/islam-devleti-dunya-kupasina-karsi-makale-1591603

5-https://t24.com.tr/k24/yazi/yan-gozle-katar-2022,4002)

6-https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/fas-fransa-maci-1-emperyalizm-ve-anti-emperyalizm-113617/

7-https: //www. ozdiyarbakirgazetesi.com/inter-futbol-okulu-diyarbakirda/


AddThis
 

Yorum ekle