Klişelerin Tasallutundan Kurtulmak

Büyük değişimler büyük riskler alarak başlar. Niteliğin egemenliği için çaba göstermeyi şiar edinenler gerçek anlamda risk alabilir.Gerçeklerle yüzleşme bilinci dumura uğramış toplumların , içinde yaşadıkları zamana ve mekana tanıklık etmeleri mümkün değildir.Gerçek tanıklıklar, ancak gerçek sorumluluklar almak suretiyle gerçekleştirilebilir.Tarih/iy/le yüzleşemeyenler veya tarihi hamaset edebiyatı olarak okuyanlar gerçek sorumluluklar alamazlar.Put kırıcı fikirler inşa etmek için, evvela kalplerimizin ve zihinlerimizin kolonyal/oryantalist/modern prangalardan kurtulması gerekir.Kolonyal tarih anlatısının,resmi tarih anlatısının,muhafazakar tarih anlatısının tahakkümünden kurtulmayı başaranlar, put kırıcı bir tavır alışın mümessili olmaya adaydırlar.Geçmişi karizmatik kişiler ve efsanevi olaylar bağlamında tekrar edenlerin, yanıltıcı iyimserlik biriktirmekten başka yapabileceği bir şey yoktur.Gelenek ve moderniteyle müteşerri bir dil aracılığıyla hesaplaşmak, bugünü müdrik Müslümanlar üzerine vaciptir.

İslam, muhatabından yaşadığı zamanın tanığı/oğlu(ibn-ül vakt) olmasını bekler. Zamanın tanığı olmak, zamanın efkarını kuşatacak bir bilincin temsilciliğini yapmak demektir. Bu bilinç, Alemlerin rabbi olan Allah’ın ve Alemlere rahmet olarak gönderilen son elçinin terbiyesinden geçmeyi zorunlu gören bir bilinçtir.Bu sayede bütün bir insanlığın idrakine hitap edecek ulvi bir perspektife sahip olur.Kendisini herhangi bir etnisiteye,mezhebe,meşrebe,folklöre,ulusa,bölgeye ve yerelliğe kapatmayı reddeder.İnsanlık ailesini İslam’ın cihanşumül mesajıyla tanıştırmanın heyecanı içindedir.Bundan dolayı hikmeti nerede bulursa alır.Niteliğin egemenliğini şiar edinir.Meşruiyet kriteri sayılar değildir.Her hal ve şartta ilahi sınırları gözetmekle mükellef olduğunu bilir.Bütün otoritelere karşı hakkın/hakikatin savunuculuğunu yapacak cesaret ve şecaate sahiptir.Hikmeti ve güzel öğüdü her daim heybesinde taşır ve tartıştığında en güzel usulle/üslupla tartışır.

Müslümanlar bu bilinci terk ettikleri için bugün kabul edilmesi mümkün olmayan bir trajedinin mahkumudurlar. Bütün bir Dünya’nın nabzını tutacak bir tavra ve tarza meftun olmamız gerekirken, kendimizi yerelin/taşranın/periferinin/ulusun dünyasına hapsettiğimiz için travmatik savrulmalar yaşıyoruz. Etnik,mezhebi,bölgesel,ulusal,meşrebi sapkınlıklarımız yüzünden zillete düçar olmuş vaziyetteyiz.Bu sapkınlıklarımız yüzündendir ki, bugün ümmet bir realite olmaktan çıkmış, sadece retorikten ibaret hale gelmiştir.Bu sapkınlıklarımız yüzündendir ki, Oryantalistlerce Ortadoğu olarak adlandırılan bu coğrafyada her güne yeni bir acıyla uyanıyoruz.İslami bütünlük bilinci Arap İslam’ı,Türk İslam’ı,Fars İslam’ı,Kürt İslam’ı şeklinde paramparça ediliyor.Agah olmamız gerekirken gaflette yaşamayı tercih ettiğimiz içindir ki, emperyal/kolonyalist emellerin farkında değiliz.Olguları konuşmamız gerekirken, olayları konuşmayı tercih ettiğimiz içindir ki, aktüel politik ayartıcılıkların mahkumu oluyoruz.Gelenekle ve moderniteyle müteşerri bir dille ‘’hesaplaşma bilinci’’ geliştiremediğimiz içindir ki,zihinsel sömürgeleşme trajedisinden kurtulamıyoruz.’’Ne oluyor’’ sorusuyla ‘’neden oluyor’’sorusu arasındaki farkı fark edemediğimiz içindir ki,ambalajı albenili fikirlerle oyalanıyoruz.

Reel politik perspektife mahkum olmak, ahlaki sorumluluklar almayı zorlaştırır. Aktüel/politik dayatmaların dışına çıkabilirsek eğer gerçek gündemlerin, gerçek sorumlulukların  çekim alanına girebiliriz. Müslümanlar olarak reel politik düşünüşün ve eyleyişin mahkumu olmayı seçtiğimiz için, ahlaki tavrın ve tarzın mümessili olamıyoruz. Popülist siyasetin vülger doğasına ram olduğumuz için, sahih bir siyasal perspektif geliştiremiyoruz.Her gün yaşadığımız siyasal altüst oluşların sahih analizini yapacak siyasal üst–dili inşa edemediğimiz için, muhafazakar demokratlığın sığ/yavan/uzlaşmacı ve statik perspektifine mahkum oluyoruz.Şayet Müslümanlar sahih/müteşerri bir din diline sahip olsalardı, politika yapıcıların dini araçsallaştıran tavırlarına itiraz ede/bile/ceklerdi.Gün geçmiyor ki politik kişi/ler tarafından aziz ve mübarek İslam’ın pak doğası, sufli emeller için araçsallaştırılmasın.Allah azze ve cellenin hayatı tanzim etsin için gönderdiği mübeccel dini, kimi zaman muhafazakar demokrat argümanların meşrulaştırılması,kimi zamansa artık köhnemiş ulus devlet klişelerinin tebcil edilmesi için ahlaksızca istismar ediliyor.Şayet tevhidi perspektife sahip bir bilincin temsilcisi olmayı başarabilseydik, bu ayartıcılıkların hepsiyle gerçek anlamda hesaplaşabilecektik.İdeal olana sırtımızı döndüğümüz için,reel olan tarafından her geçen gün kuşatılıyoruz.En iyinin taliplisi olması gerekenler,gelenekte içkin ‘’ehveni şerreyn’’ klişesi nedeniyle kötülerden kötü beğenmek zorunda kalıyorlar.Bu durum ‘’en iyi’’nin peşinden koşma azmimizi kırdığı gibi, reel olanın değişmezliğine olan inancımızı da pekiştiriyor.

Halihazırda yaşadığımız trajedilerin hem dahili hem de harici sebepleri olduğunu hatırlamak gerekir.Müslümanlar, yaşadıkları trajedilerin sadece harici sebeplerini konuşma kolaycılığını tercih ettikleri için, sonuç alabilecek çözümlemeler yapamıyorlar.Oysa ki harici müdahaleler bizim dahilde konuşmayı bir türlü başaramadığımız sorunlarımızın sonucudur.Malik b.Nebi’nin’’kolonyalizme maruz kalmak kötüdür.Fakat daha kötü olanı kolonyalizme açık/elverişli olmaktır’’ ifadesinde cesaretle itiraf ettiği gibi,Müslümanların bugün yaşadığı mahrumiyetlerin ve mağduriyetlerin tek müsebbibi emperyalistler değildir.En az emperyalistler kadar Müslümanların bizzat kendileri de sorumludur.Bizler sebebi konuşmak yerine sonucu konuşmayı tercih ettiğimiz için, bir türlü gerçeklerle yüzleşemiyoruz.Başımıza gelenleri ‘’üst akla’’ havale ederek bir nevi şeytana şeytanlık yaptığı için kızma kolaycılığına kaçıyoruz.Aynı delikten iki defa ısırılmamayı şiar edinmiş olsaydık, üst aklı daha üst bir akılla mağlup edebilecek bir bilincin temsilcileri olabilirdik.İki günü aynı olan ziyandadır kavlinin manasını idrak edebilseydik, her yeni güne bir önceki günden daha direngen daha bilinçli ve daha müteyakkız olarak uyanacak ve laik/seküler/muhafazakar/liberal/hümanist saldırılar karşısında  İslam’ın mübeşşir ve münzir dilinin temsilcileri olacaktık. 

Post-modern zamanları yaşadığımız bugünlerde her türlü ideolojinin/tarz-ı hayatın,neoliberal ve seküler değerler sisteminin meşruiyetini ve yeganeliğini sorun etmemek koşuluyla,kendisini görünür kılma hakkı var.Müslümanlar da bu sürecin görece meyvelerini topluyorlar.Post-modern değerler sisteminin tabiatında içkin bu özgürleş/tir/me(!) sürecini,İslami referanslar temelinde sorgulayamadığımız için,İslam’ın ‘’sentezlenebilir’’bir din olduğu inancı pekişmeye başladı.Böylece İslam, bizzat mensupları tarafından dinlerden bir din veya hakikatler içinde başka bir hakikat olarak algılanır oldu.Bu sürecin bireysel dindarlık biçimlerini merkeze alan, ancak dinin/İslam’ın kamusal meşruiyetini baltalayan bir mahiyete sahip olduğunu görmek gerekirdi.Nitekim bugün Türkiye özelinde, İslam’ın özellikle ritüel boyutuyla, bireysel anlamda temsil edilmesi noktasında hiçbir sorun söz konusu değilken ve hatta bireysel dindarlık terviç edilirken,kamusal alanı ilgilendiren konularda İslami referansların meşruiyeti tartışma konusu olabilmektedir.Kamusal alan daha çok liberal/demokratik ve hümanist değerler çerçevesinde şekillen/diril/mektedir.Hoşgörü,tolerans ve çoğulculuk gibi kavramlar aracılığıyla, İslami literatürün fahşa/münker/fısk/fücur/haram olarak tanımladığı ne varsa,kamusal alanda meşruiyete sahip olabilmektedir.

Bu bağlamda bir arada barış içinde yaşamanın sadece demokratik teamüllere bağlı kalmak koşuluyla sağlanacağı iddiası ve ardından gelen çoğulculuk/pluralizm dayatması, modernite karşısında mağlubiyetini ilan eden Hıristiyanlıktan sonra,cihanşumul iddiası olan tek semitik din olarak İslam’ın da mağlubiyetinin köşe taşlarını döşemek amaçlıdır.Toleransın Hıristiyanlık içi mücadelenin/kavganın/çatışmanın sonuçlandırılmasında  oynadığı rol göz önüne alındığında, İslam’ın evrensellik iddiasının da İslam içi mücadelenin(mezhep kavgalarının) sebep olduğu kaotik durumdan dolayı yara aldığı tezviratı,semitik kökenli dinlerin monist karakterlerini tartışmaya açmak amaçlıdır.’’Çoğulculuğun’’ yaşanan kaosa en iyi çözüm olduğu yönünde özellikle liberal çevrelerde serdedilen fikirler, aslında yaşanan post-modern kaosun palyatif çözümlerle geçiştirilmesinden başka bir şey değildir.’’Tek hakikat ‘’ iddiasının yerinden edilmesinin önünü açan bu büyülü kavram, nihayetinde atomize edici hususiyeti nedeniyle mutlak hakikat iddiasının da mezara gömülmesine sebep oluyor.

Dini hayatın bireysel dindarlık bağlamına sıkıştırılması, İslam’ın kamusal alanla ilgili sözü olmadığı algısının güçlenmesine zemin hazırlamaktadır. Mutlak hakikat iddiasında bulunmanın özgürlükleri kısıtlayıcı ve dayatmacı olduğu kabulünün, kendisini İslam’a nispet edenler arasında da yaygınlaşması, kamusal alanda seküler/laik egemenliğin tahkim edilmesine hizmet ediyor. İslami varoluşun özgürlüğü, sadece bireysel alanlara hapsedildiği için, dinin kendisinden ziyade görüntüsüyle avunmak zorunda kalıyoruz. Dini öğretiyle realite arasında gerilim yaşayan Müslüman birey, dinin hudutlarını realitenin hudutları lehine sündürmeyi/esnetmeyi tercih ediyor. Realite, seküler/laik değerler sisteminin egemenliğinde şekillendiğinden, dini hayat bu egemenliği tanımak ve/veya kendisini bu egemenliğin meşruiyetine halel getirmeyecek şekilde yeniden tanımlamak zorunda kalıyor. Böylece ortaya amorf bir İslami kimlik ve ürkek bir din dili çıkıyor.Dini hayatın seküler/laik paradigma tarafından folklorikleştirilmesi,Müslüman bireyi tarihsel kişilerin dindarlıklarıyla oyalanma handikapıyla karşı karşıya bırakıyor.Artık Müslüman bireyler,gerçek Müslüman şahsiyetleri ya TV ekranlarından ya da menkıbelerden tanımaya başlıyor.

Nitekim bugün Türkiye de İslam, İtikadi bir varoluşun öznesi değil fakat kültürel bir varoluşun nesnesi durumundadır. Yani İslam’ın itikadi boyutu, kültürün hususiyetlerine göre esnetilebilmekte ve hatta değiştirilebilmektedir.Osmanlı’dan miras alınan bu gelenek, bugün ‘’yerlilik ve millilik’’klişeleri aracılığıyla meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.Osmanlı’da ki şeyhülislamlığa muadil bir misyonla kurulan diyanet kurumu, İslam’ı Türkiye’ye özel olarak yorumlamak suretiyle,Türk-İslam sentezi fikriyatına ilmi anlamda lojistik destek sağlamaktadır.15 temmuzda icra ettiği vahşet ve ihanetle Türkiye’nin gündemine oturan FETÖ yapılanmasının da Türk-İslamcı senteze sığınarak bu ülkede ciddi bir taban edindiği hatırlandığında,İslam’ın itikadi bir varoluşun öznesi olması gerektiği gerçeği bir kez daha barizleşmiş olacaktır.Diyanet kurumunun,bu yapının gerek referans kaynaklarını gerekse metodunu 15 temmuza gelinceye kadar gerçek anlamda bir eleştiriye tabi tutmamış olmasının arkasında hiç şüphesiz bu hareketin Türk-İslamcı perspektifi yatmaktadır.Bu perspektif sayesinde FETÖ,hem devlet erkanından her dönemde ciddi destek görmüş hem de toplum nazarında meşruiyetini perçinleyebilmiştir.

Klişelerin tasallutundan kurtularak İslam’ın itikadi bir varoluşun öznesi olması amacıyla mücadele etmek, kendisini İslamcılığa nispet edenlerin vazgeçemeyecekleri bir  vazifedir.

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis