Kafa Karıştıran Kelimeler/Rasim ÖZDENÖREN

Kelimelerle söyleşiriz..Kelimelerle eyleşiriz..Kelimelerle bilişiriz…Kelimelerle savaşırız..Kelimelerle barışırız..Kelimelerle severiz..Kelimelerle nefret ederiz..Kafamız kelimelerle karışır.Kelimelerle durulur zihnimiz…Çocukluktan çıktığımız kelimelerle anlaşılır..

Fikrimizi kelimelerle ifade ederiz..Büyüdüğümüzü kelimelerle anlatırız..Kelimelerle tartışırız..Kelimelerle kırarız..Kelimelerl e onarırız..Hasılı kelimeler hayatımızın her anında yanımızdadır.Kendimizi,çevremizi,evreni,tanrıyı,meleği,cini,şeytanı ,takvayı,fücuru,iğvayı,infiali….hep kelimelerle anlatırız.Yunus’umuz da bu meselenin ehemmiyetini ortaya koymak için şöyle der;

Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı

Yağ ile bal ede bir söz.

 

Kişi bile söz demini

Demeye sözün kemini

Bu dünya cehennemini

Sekiz uçmağ/cennet ede bir söz

Günlük hayatta çok sık kullandığımız  bir çok kelime ve kavramın mahiyetini yani hangi şartların ve kültürün ürünü olduğunu bilmiyoruz. Fikriyatımızı ortaya koyarken mahiyetini bilmediğimiz kavramlarla konuşma durumunda kaldığımız zamanlarda anlaşılma krizi yaşanabiliyor. Bu krizden çıkmanın yolu, evvela kendi kavram dünyamızın farkında olmaktan ardından dışarıdan gelen kavramların hangi kültürün ürünü olduğunu hangi tarihsel şartlar içinde temayüz ettiğini bilmekten geçiyor.

Rasim ÖZDENÖREN’in Kafa Karıştıran Kelimeleri bu kaygıyla kaleme alınmış bir eser olarak görülebilir. Eser özellikle düşünce dünyamızı şekillendiren veya şekillendirmesi gereken kavramların içeriği ile alakalı gerçekten doyurucu bilgiler sunuyor. Kendi kültür havzamızın farkında olarak,aynı zamanda diğer medeniyetlerin kavram dünyasını da bilen bir kişi olarak Özdenören’in söyledikleri önem arz ediyor.Şu bir hakikattir ki din kültürü şekillendiren en önemli unsurdur.Dinden soyutlanmış bir kültür hiç şüphesiz  düşünülemez.

19.yüzyıl çeşitli kırılmaları içinde barındırır. Islahat fermanı ile artık gavura gavur denmeyeceğini ifade eden dönemin bürokrasisi Tanzimat ile de batı tandanslı her ne varsa kutsallığına biat etti.Cumhuriyet dönemi ile bu kırılma zirveye ulaştı.Bölgede işgal edilemeyen ve sömürülemeyen üç ülkeden biri olan ,diğerleri İran ve Afganistan,Türkiye dönemin emperyalist güçleri tarafından tarihi derinliğinden ve asli kimliğinden yani İslam’dan ,ki bu ikisi birbiriyle içkindir,vazgeçme karşılığında devlet kurma imkanına kavuşturuldu.Ardından tamda emperyalistlerin istediği bir dönüşüm/irtidat faaliyetlerinin icrasına girişildi.Bugün yaşadığımız fikir buhranının ve kavram kargaşasının temelleri kabaca bu döneme kadar uzuyor dersek yanılmış olmayız.

15.yüzyılla birlikte Rönesans  hareketleri batıda dini tasalluttan kurtulmanın zeminini teşkil etti.Yüzyıllarca kilise dogmatizminden bizar olan batı doğal olarak ve kendi içinde tutarlı denebilecek tarzda, dine/hıristiyanlığa karşı tavır geliştirdi. Bu tavrın sonucu olarak ortaya çıkan laiklik aslında dinin ve devletin kendi özerkliğini ilan etmesi, birbirlerinin alanına müdahil olmaması olarak temayüz etmiştir.Bu durum yukarıda belirttiğimiz üzere kendi içinde tutarlıydı.Çünkü sadece din adamlarının anladığı bir İncil ve kendisinin tanrının temsilcisi olduğunu iddia eden bir arınmışlar sınıfı ve bu arınmışlar sınıfının teokrasi/tanrı adına icra ettikleri  fecaatler  elbette ki insanlarda bir öfke birikmesine neden  olacaktı.

Laiklik bu tarihi şartlar içinde neşvünema bulurken ve tamamen Hıristiyan batı dünyasının yaşadığı korkunç tarihi tecrübe içinde bir anlam ifade ederken , 1937’de Türkiye Cumhuriyeti anayasasına konulması kelimenin tam anlamıyla  kavram kargaşasının zirvesidir.Bu durum zımnen İslam’ı hıristiyanlık’la bir görmenin tezahürüdür.Ve çok ciddi bir bilgi eksikliğinin  değilse örtülü dönüştürme projelerinin  işaretidir.Çünkü ne İslam’da  hıristiyanlık’taki gibi bir din adamları sınıfı vardır,nede İslam olan kişi veya kişiler tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğunu iddia edebilirler.Müslüman’ın camisi cem olunan /toplanılan ,her müslümanın makam mansıp gözetilmeden eşit olarak bulunduğu ve Müslümanların gündemlerinin konuşulduğu,meselelerine çözüm arandığı bir nevi meşveret yeri olarak öne çıkarken kilise muvakkat uğranılan ve günahları silen bir mekan olmaktan öteye gidemedi.

Bir müslümanın laik olması düşünülemeyeceği gibi ,İslam’ın devlet teorisinde de laiklik yer alamaz.İslam tevhidi dünya görüşünü mensuplarına dayatarak hayata bir bütün olarak bakmayı ve bu bütünün tamamında  ilahi iradenin müdahil olması gerektiğini beyan eder.İslami ıstılahta hayatı parçalamak ve her parçada ayrı bir değerler  manzumesini hakim kılmak seküler hayat tarzını tazammun edeceğinden kelimenin en yalın anlamıyla şirktir.Tevhid akidesinin ideolojik yorumunun bugün yapılması gerekmektedir. Meseleyi sadece lafza indirgersek bu sefer de lafzen Müslim ve fakat yaşantı olarak laik/seküler bir tiple karşılaşmamız mümkün hale gelebilir. Bu hususta en önemli vazife müslüman mütefekkirlere düşmektedir.21.yüzyıl müslümanına  tevhid  hakikatini  anlayabileceği şekilde ifade edecek ,aynı zamanda şirkin ve küfrün  21.yüzyıl versiyonunu sarih bir şekilde anlatacak mütefekkirlere her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktayız.Çünkü Kur’an müşriklerin de Allah inancı olduğunu ,onlarında Allah’ı ululadığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu itiraf ettiklerini  beyan eder.Şeytan dahi huzuru ilahiden kovulup kendisine mühlet verildiğinde ‘Allah’ın kudretine ‘yemin etmektedir.O halde şirk ve küfür Allah yoktur demek değil ,Allah’ın hayata müdahil olamayacağı/olmaması gerektiği anlayışı olarak kendisini göstermektedir.

Hakikatin diyalektik bir çaba ile kavranıp kavranamayacağı ile ilgili olarak kadim geleneğimiz  içerisinde önemli tartışmalar olmuştur hiç şüphesiz.İman duygusunun aklı aşan ve ruhi bir meleke ile insanın kalbine ilka olduğu hususunu göz önünde bulundurarak bu soruya cevap aramak gerekir.Akıl hiç şüphesiz  Allahın kullarına en önemli armağanıdır.Hatta göklerin,yerin ve dağların yüklenmekten kaçındığı(ahzap/72) emanetidir.Bu emanetin sağlıklı işletilmesi ancak ilahi iradenin yol göstericiliği sayesinde mümkün olabilir.Rasim Özdenören’e  göre de eğer hakikat sadece diyalektik bir çaba ile kavranacak olursa o zaman ilahi yol göstericiye ihtiyaç kalmadan her insan kendi çabasıyla hakikate ulaşabilir.

Kitaptaki bütün kavramları buraya taşımak ve bu kavramlar üzerinde konuşmak elbette mümkün değil.Biz yukarıda sadece birkaç tanesine temas edebildik.Bu nedenle fazlasını talep edenler kitabı temin edip okumak zorunda.Eminiz ki bu eser okuyanının zihninde bazı kavramların yerli yerine oturmasını sağlayacaktır.Vesselam…….

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis