Siyah Öfke

Köleliğin insanlık dışı bir uygulama olduğu hususunda herhalde hiç kimsenin şüphesi yoktur. Bir insanı başka bir insanın mülkü haline getirmek, onu alınıp satılabilen bir meta gibi konumlandırmak en aşağılık fillerden sayıl(malıd)ır. Beşer olmaklık bakımından hiçbirimizin yekdiğerine üstünlüğü olmadığını, biyolojik varlığımızdaki farklılıkların faikiyyet anlamına gelmediğini aklı selim sahibi herkes itiraf eder. Ancak üstünlük arayışı da insanlık tarihi kadar eski…Ateşin topraktan üstün olduğunu iddia ederek teslimiyeti reddeden şeytanın tavrı, insanın dünya serüveni başlamazdan evvel, ırkçı perspektifi yansıtması bakımından kayda değerdir.Kitab-ı Kerim tarafından apaçık düşman olarak tanımlanan şeytanın,insanın insana üstünlük taslamasının, onu köleleştirmesinin ilham vericisi olarak tarih boyunca rolünü iyi oynadığı söylenebilir. Nitekim kölelik, klasik anlamıyla ancak 20.yüzyılda ortadan kaldırılmış ve fakat daha modernize edilmiş biçimleriyle hala varlığını devam ettirmektedir. Moda ve reklam aracılığıyla tüketme arzusu kamçılanan, galeyana gelen arzularının tatmini için geçmişin tefecileri olan bankacıların kucağına oturan insanları, günümüzün köleleri olarak nitelemek çok mu abartılı olur? Zannetmiyorum… Neye ihtiyacı olduğuna karar veremeyen insanlardan müteşekkil bir toplumsal zemin inşa edildiğini görmemek için at gözlüğü takıyor olmak gerek.

İslam, köleliğin bir müessese olarak işlevsel olduğu toplumsal zemine geldi ve ilk günden itibaren tedrici olarak bu müessesenin ortadan kaldırılması için mücadele verdi. Aziz peygamberimiz hem söylem hem de eylem olarak köleliğin çirkin ve insanlık dışı yönünü deşifre etti. Nitekim ahirete irtihal ettiğinde, Hicaz Yarımadası’nda kölelik büyük ölçüde tarihe karışmış ve hatta vaktiyle köle olarak alınıp satılan insanlar aziz İslam’ın şerefli mensupları arasında yerlerini almışlardır. İslam, üstünlüğü itikat eksenli değerlendirdiği için ırk,dil,kabile,coğrafya,kültür vb. değerler yalnızca muarefe nesnesi olarak itibar görmüştür. Ancak Rasul(s.a.v)’ün vefatından kısa bir süre sonra cahiliyyenin bu çirkin adeti yeniden canlandı ve kölelik, Müslüman imparatorluklar nezdinde meşruiyet kazandı. İslam’ın açıkça reddettiği köleliğin yeniden meşruiyet kazanmasının nedenleri üzerinde titiz çalışmalar yapmak gerekiyor. Osmanlı İstanbul’unda köle pazarlarının 19.yüzyılda kapandığı dikkate alınırsa, ne kadar vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz anlaşılır. Öyle ki dönemin Osmanlı entelijansiyası üzerinde hatırı sayılır etkisi olan Augouste Comte, köle pazarlarını kaldırdığı için Osmanlı bürokratlarına tebrik mesajı yolluyor.

Ancak daha trajik olanı var. Ne yazık ki bu trajedinin mimarları da kendisini İslam’a nispet edenler… Abbasi Hanedanlığı döneminde cereyan eden zenci isyanını kastediyorum. Miladi 869-883 yılları arasında yaklaşık on beş yıl süren zenci köle isyanlarında rivayetler muhtelif olmakla birlikte milyonlara varan kayıplar söz konusu. Akıl almaz işkenceler, tecavüzler ve yağmalar da cabası… “Basra harap olduktan sonra(ba’de harab el Basra)” sözü bu isyanlar sonrasında söyleniyor.

Bugünkü Irak’ın güneyinde Basra civarında ortaya çıkan bu isyana takriben beş yüz bin zenci köle katılmış. İsyana önderlik eden kişi, Abbasi Hanedanlığı bünyesindeki iktidar kavgalarını fırsata çevirmek isteyen ve Rafızi olduğu iddia edilen biri. İsmi ya da cismi çok önemli değil… Nihayetinde, Müslüman toprak ağaları tarafından karın tokluğuna hayvanlar gibi çalıştırılan zencileri, daha iyi bir hayat ve hürriyet vaadiyle örgütlemeyi başarmış. Sonuç Müslümanların tarihinde benzeri belki Moğol ve Haçlı saldırılarında görülebilecek bir yıkım, talan, katliam ve tecavüz…

Burada sorulması gereken soru şu: Nasıl oluyor da bir Müslüman toplum bu kadar büyük bir köle nüfusunu, hiç rahatsızlık duymadan, istihdam(!) edebiliyor? Ya da buna nasıl meşruiyet kazandırıyor? Mensubu olduğu din açıkça köleliği takbih etmesine rağmen bu alçaklığı nasıl yapabiliyor? Dönemin alimleri, entelektüelleri, fazılları, zahitleri bu esnada ne yapıyor? Bu ve benzeri sorulara cevap verebilmek için evvela bugün daha sofistike yöntemlerle köleleştirilen toplumlar için nasıl bir mücadele yürüteceğiz ya da şahitlik ettiğimiz köleci düzenler karşısında tavrımız/tutumumuz ne olacak sorusuna cevap bulmamız gerekiyor.

İslam, köleliğin (toprağa bağlı olanı da dahil) hiçbir çeşidine cevaz vermiyor. Bundan dolayıdır ki mesela Avrupa’da olduğu gibi bir serflik ya da derebeylik Müslümanların tarihinde kurumsallaş/a/mıyor. Ancak Abbasiler dönemindeki “toprağa bağlı kölelik” şeklinde tezahür eden istisnai durumu ortaya çıkaran sebepleri de anlamak gerek. Malum Basra, Hz. Ömer(r.a) döneminde kurulan bir şehir.Kufe’ye nazaran daha bataklık bir havzada… Fırat ve Dicle nehirlerindeki taşkınlar bu havzada ciddi bir alanı bataklık haline getiriyor. Dönemin idarecileri bu bataklıkların ıslah edilmesi için kanal açma çalışmaları yaparak sulu tarıma imkan verecek şekilde toprağı ıslah ediyor. Ölü toprağı ihya edene, yüzde on öşür vergisi vermek suretiyle,o toprağın maliki olma ruhsatı veren İslam Hukukuna istinaden bu belde imar ediliyor. Ancak Emeviler döneminden başlayarak bu beldenin geniş toprakları ikta yoluyla(yani bir aileye devamlı olarak) Kureyş aristokrasisine veriliyor. Hz Ömer’in Kureyşlilerin Mekke ve Medine’den çıkarılmaması kararını değiştiren Hz. Osman(r.a) Ümeyyeoğulları ailesinden bir çok kişiye buralardan toprak bağışında bulunarak güç kazanmalarını sağlıyor. Bu aristokrasi Abbasiler dönemine kadar oldukça semizleştiği için geniş toprakları işleyecek emek ve iş gücü ihtiyacını karşılamak amacıyla köle istihdamına yöneliyor.Köle tüccarları aracılığıyla satın alınan onbinlerce Afrikalı zenci,şeker kamışı ve pirinç tarlalarında ya da Fırat ve Dicle nehirlerinin taşması(med-cezir) sonucu tuzlanan tarlaların ihya edilmesinde çalıştırılıyorlar.İsyana giden yolun tarihsel arka planı kabaca böyle…

Portekiz ve İspanyol maceracıların Afrika’dan Avrupa’ya gemiler dolusu köle taşıdığına ve bu kölelerin büyük bir kısmının yollarda öldüğüne dair anlatıyı diline pelesenk eden bizler için, Avrupalı köle tüccarlarından yaklaşık altı yüz yıl önce Müslüman tüccarların yaptığı köle ticareti ve katliamıyla yüzleşmek belki biraz zor ama gerekli. Eğer gerçek anlamda yüzleşebilirsek Amerika’daki siyah ayrımcılığına gösterdiğimiz tepkiyi Müslüman geçinen Körfez Krallıkları’nda Pakistan, Bangladeş ve Sudan kökenli insanların karın tokluğuna ve hayvanlar gibi çalıştırılması karşısında da gösterebiliriz. Ya da Ege’nin zeytinini,Çukurova’nın pamuğunu ve Karadeniz’in çayını ya da fındığını toplamak üzere yola çıkan ve yalnızca kaza haberlerinde haberimizin olduğu çoğu Güneydoğulu mevsim işçilerinin insanlık dışı çalışma koşullarına dikkat çekebiliriz. Maden ocaklarında gün yüzü göremeden ömür tüketen işçilerin ahvaline ve bodrum katlardaki tekstil atölyelerinde emeği sömürülen Suriyeli mültecilere arka çıkabiliriz. En önemlisi de, cebine kredi kartları doldurularak esir alınan tüketim müptelası kitlelerin,kapitalist iktisadi düzenin ayartıcı ve kışkırtıcı yönüyle nasıl mücadele edeceklerine dair inkılabi bir söylem ve eylem inşa edebiliriz.

Tarihi bir hamaset ve popülizm aracı olmaktan çıkararak felsefi bir perspektifle okumak ve dersler çıkarmak ertelenemez bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor. Vesselam…

Kamil ERGENÇ

Not: Bu yazıda dikkat çekilen zenci isyanına ilişkin ayrıntılı bilgiyi Mustafa Demirci’nin “Siyah Öfke” isimli kitabından edinmek mümkündür. Ayrıca İSAM dan “Karmatiler” maddesine de bakılabilir.


AddThis