Derkenar (40)

Optikte yasadır: Bir ışık kaynağından yayılan ışık dalgaları arasındaki mesafe, kaynaktan (merkezden) uzaklaştıkça artar. Bu yasayı sosyal hayata uyarlayan tefekkür havzamız, halkın önünde olanların ( alim, aydın, entelektüel, kanaat önderi, siyasetçi gibi şahsiyetlerin) on düşünüp bir söylemesi gerektiğine dikkat çeker. Bu insanların yapıp etmeleri başkalarınınki gibi değildir çünkü. Etkili ve yetkili makamlarda oldukları için ahalinin gözü bunların üzerindedir. Merkezdeki bir milimlik sapma, merkezden uzaklaştıkça devasa boyutlara ulaşır. " İmam yellendiğinde, cemaat büyük aptesini yapar." sözü, bu bağlamda meşhur olmuş bir halk deyişidir. ( Gerçi halkımız tam olarak böyle söylemiyor. Halkın diliyle söylemekten haya ettiğim için “ilmihal dilini” tercih ettim.)

Tüm bunları Türkiye politik arenasındaki üslup problemine dikkat çekmek için dile getiriyorum. Bazı politikacılar, hem geçmişte hem de bugün, rakiplerini itibarsızlaştırmak (ve/veya) taraftarlarını galeyana getirmek ya da ilmi-entelektüel derinlik ve üslup nezafeti yoksulluğundan dolayı, argonun ( ya da vulgarize etmenin) himmetine sığınmayı tercih ediyor/etmiştir. En güncel örnek olarak, bir kaç gün önce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başında bulunan sn. Recep Tayyip Erdoğan'ın, TBMM çatısı altında (yani hepimiz adına karar alıcıların çoğunlukla olduğu bir yerde), içinde "sürtük" sözcüğünün geçtiği konuşması zikredilebilir. Duyduğumda şok oldum... Şok olmamın sebebi sözcüğün bizatihi kendisi değil. Sokakta/çarşıda/pazarda daha beterlerini de duyuyoruz. (Demek ki neymiş? Başımızdakiler bizim aynadaki görüntümüzmüş…)

Bu sözcüğün bizzat Cumhurbaşkanı tarafından TBMM çatısı altında söylenilmesi... ( Bu durumu Cumhurbaşkanımızın halkın içinden gelen, dolayısıyla sokağın nabzını tutan, halkının diline aşina biri olmasının "doğal" sonucu olarak yorumlayıp "halk adamlığı" retoriği ekseninde değerlendirmek isteyenler olabilir. Hatta belki de olmuştur… Nasıl olsa " anything goes/ ne olsa gider" klişesinin cari olduğu bir vasatı teneffüs etmeye alıştık! )

Bendeniz grup konuşmasında "sürtük" sözcüğünü duyduğumda, önce sehven söylendiğini zannettim. ( Ya da öyle olmasını arzu ettim. Çünkü sehven yapılan bir fiilin bağışlanması daha kolaydır.) Ancak hiçte öyle değildi... Hatip ne dediğinin gayet farkındaydı. Üstelik alkışlayanlar da vardı...

Bu sefer acaba sözcüğün benim bildiğim anlamı dışında başka anlamları da mı var? Reis-i Cumhur benim bilmediğim o anlamı kastederek, “bir hikmete mebni” olarak ta kullanmış olabilir bu sözcüğü diye düşünerek, elimin altındaki sözlükleri karıştırmaya başladım. Öyle ya yöneticilerimizin yaptığının bir hikmeti olmalıydı (!) Hükümet ile hikmet aynı kökten geliyordu çünkü…

Önce Şemsettin Sami' nin “Kamus'ı Türki” sine baktım. Sürtük sözcüğüne "bütün gün gezen serseri, namussuz karı, sokak süpürgesi" anlamı verilmiş. Daha sonra Mehmet Doğan' ın Türkçe sözlüğüne yöneldim. Orada da "vaktinin çoğunu evin dışında geçiren ahlaken zayıf kadın,fahişe " anlamı var. Son olarak Türk Dil Kurumu' nun sözlüğüne nazar ettim. Burada da benzer anlam/lar/la karşılaştım. Hatta fazladan " hayat kadını" ve " aynı anda birden fazla erkekle gönül eğlendiren kadın" ibaresi de eklenmişti. Anladım ki Reis-i Cumhurun hitabında "hikmete mebni" bir kullanım söz konusu değilmiş... Büyüklerimiz de hikmetsiz işler yapabiliyorlarmış... Belki de terk etmemiz gereken kötü alışkanlıklardan biri de, büyüklerin her yaptığında hikmet aramamızdır.

Bu bağlamda mesele iki boyutuyla ele alınabilir kanaatindeyim. (İsteyen daha fazla boyutuyla ele alabilir. Ben iki boyutlu değerlendireceğim.) Birincisi; böylesine ağır hakaret içeren bir sözcüğün ( Devletin başı tarafından) milyonların önünde telaffuz edilmesi; ikincisi ise bu hakarete maruz kalanların ne hissettikleri...

İnsanların onuru (izzet-i nefsi) bu kadar kolay zedelenmemeli... Bu hakarete maruz kalanların ellerinde devletin sınırsız imkanları olmadığı için (muhtemelen) kendilerini savunamayacaklar. Savunsalar da sesleri duyulmayacak... İnancımız gereği bir insanı yapmadığı bir fiilden dolayı itham etmek iftiradır. İftira ise büyük günahlardandır.

Anlaşılıyor ki, bürokratik-siyasi-iktisadi iktidarın ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyenler, İslam’ın en temel ilke ve prensiplerini ihlal etmede sakınca görmüyor.

Halbuki yüce Kur'an hikmet ve güzel öğüdü tavsiye eder ve en güzel şekilde tartışmayı salık verir. Bundan dolayı olsa gerek tefekkür havzamız "üslubu beyan ayniyle insan" demiştir.

Sevgili Yunus;

" söz ola kese savaşı/ söz ola kestire başı/ söz ola ağulu aşı/ yağ ile bal ede bir söz"

derken ne de güzel söylemiş…

04/06/2022

Kamil Ergenç

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

 


AddThis