okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün474
mod_vvisit_counterDün535
mod_vvisit_counterBu hafta2419
mod_vvisit_counterBu ay7218
mod_vvisit_counterHepsi1847998

Müstağniliğin Panzehiri Tevhid-III

Sanayi devrimiyle birlikte oluşan artı değerlerin Avrupa dışına taşınması sürecinde ise modern paradigmanın ürettiği bilgi önemli rol oynadı. Oryantalizmin gelişmesi tamda böyle bir süreçte mümkün oldu.Avrupa merkezci insan-tanrı-evren algısının küreselleştirilmesi için ortaya konan çabalar aynı zamanda taşra olarak görülen Dünya’nın geri kalanını sömürgeleştirmeyi ve birörnekleştirmeyi hedefliyordu.Napolion’un Mısır işgaliyle başlayan süreç aynı zamanda Batılı algının Müslüman dünyaya dayatılması,yani içeriden bir dönüştürme çabasının neticesiydi.Yanında getirdiği entelektüeller ordusuyla Napolion,klasik işgal yöntemlerinden farklı olarak zihinsel sömürgeleştirme sürecini başlatmış oldu.

İnsanın tarihi serüvenindeki bilme arzusu neyi,niçin ve nasıl bilmeliyim soruları etrafında şekillenmiştir.Bu bilme arzusu herhangi bir huduttan/sınırdan bağımsız olduğunda ya da insan bilgisiyle her şeyi ihata edebileceği kanaatine vardığında ‘’müstağnileşme’’ denilen durum ortaya çıkmaktadır.Bu durum insanın kendine yetebileceğini zannetmesi ve kendisini ‘’norm koyucu’’ olarak telakki etmesi sürecini de beslemektedir.Burada söz konusu edilen bilme arzusunun bizatihi kendisi değildir.İnsan elbette ki bilmek isteyecektir.Ancak bilme eyleminin sınırlı olduğunu unutması onu ‘’hadsiz’’ yapabilmektedir.Bilim devrimiyle kilise/papazlar yerine ihdas edilen bilim adamlarının ve üniversitelerin zamanla metafizik alana dahil olan konuları da aklileştirmeye çalışmaları bilme arzusunda ki hadsizliğin neticesidir.(Oysa ki İslami literatürde gayb-şehadet ayrımı yapılarak Melek,şeytan,cin,ruh gibi soyut varlıklar,bilgisi Allah katında olan ve ancak Allah’ın bildirdiği kadarıyla bilinebilecek varlıklar olarak tanımlanır ve bu varlıklar hakkında spekülasyon yapmak doğru karşılanmaz.Gayb hakkında konuşmak zanni olduğundan ve zan da hakikat ifade etmediğinden gayba iman edilir.Bu bağlamda Batı’nın metafizik dediğiyle İslam’ın gayb dediği aynı değildir.)Böylece insan, tanrısını tahayyül edebilen bir varlık haline getirilmiştir.Ortaçağ katolisizminin bilgide tekel olmak suretiyle işgal ettiği yer artık bilim tarafından işgal edilmektedir.Bugün ise bilimde yaşanan ‘ilerleme’’ varlığın fıtratıyla oynayabilecek duruma gelmiştir.İnsan kopyalama ve/veya tohumların genleriyle oynama çabaları bu had bilmezliğin neticesidir.Had/hudut tanımayan insan tanrısıyla kopardığı bağı bir türlü kuramamaktadır.

Batı için dine dönmek artık çok zordur.Kendisi tanrılaştırılan insanın şimdi başka bir tanrının buyruğu altına girmesi oldukça zor görünmektedir.Çünkü dine dönmek,ortaçağ’ın efsanevi,mitolojik,büyüsel alanına geri dönmek olarak anlaşılmaktadır.Bu nedenle de Batı da dinle temas şimdilik muhafazakarlık üzerinden kurulmaya çalışılmaktadır.Son yıllarda artan muhafazakar tutumların arkasında dine duyulan bu özlem yatmaktadır.Kendi elleriyle yaptıklarından ötürü sebep oldukları fesat, şimdi kendilerini de tüketmeye başladığı için bu durumdan nasıl kurtulacaklarının hesabını yapmaktadırlar.İslam’ın yegane melce olduğunu Batılılar Müslümanlardan daha iyi bildiği için,Hıristiyanlığa yaptıklarının aynısını,Müslümanlar eliyle,İslam’a yaparak kendi tarihi tecrübelerinin aynısını Müslümanlara da yaşatmak istemektedirler.Bu cendereden çıkmak için Müslümanların tevhit hakikatini bir mefkure olarak sistemleştirmeleri gerekmektedir.Ancak bu kolay bir iş değildir. Bunun için insanlık tarihini esaslı bir okumaya tabi tutmak;dünyanın bugünkü şekline nasıl geldiğinin farkında olmak ve bugün dünyaya nizamat veren düşüncenin köşe taşlarını tespit ederek,hem felsefi/hikemi hem de edebi/estetik veçheden kritiğe tabi tutmak gerekmektedir.Özellikle tanrı-insan-evren tasavvurunun tarihi seyir içerisinde değişmesinin(tağyir) nasıl bir kırılmaya sebep olduğu;tanrı-insan-evren arasındaki organik bağın zedelenmesiyle ortaya çıkan kaos halinin,başta varoluş sancısı çeken insan teki olmak üzere,evren üzerinde meydana getirdiği tahribattan kurtuluşun nasıl mümkün olacağı üzerinde derinlemesine tefekkür etmek gerekmektedir.

Tevhit mefkuresinin ilk ve en önemli ayağını Allah’ın mutlaklık makamında olan tek varlık olarak kabul edilmesi,norm/ilke/kanun koyucu olarak sadece Allah’ın tanınması yani rab/terbiye eden,ilah/hükmeden,şari/kanun koyucu olarak kabul edilmesi oluşturur.Bu kabul insanın evvela bir hududunun olduğunu ve bu hududun bir neticesi olarak rab-kul ilişkisinin bu dünyada geçerli tek ilişki biçimi olduğunu tazammun eder.İnsan’ın varlık amacı ‘’kul’’ olarak rabbinin rızasına muvafık eylemlilikler içerisinde olmaktır.Evren,mutlaklık makamında bulunan Allah tarafından yaratılmıştır ve yine onun koyduğu kanunlar/sünnetullah çerçevesinde deveran etmektedir.Aristo’nun,aşkınlık gerekçesiyle,Allah’ın insanların yaşadığı bu bayağı dünyayla ilgilenmeyeceği,dolayısıyla onun kendisini temaşa ettiği ve bu sufli dünyanın otonom bir varlık olduğu kanaatinin aksine,İslam’ın Allah’ı her an bir yaratma/var etme,dua edenin duasına icabet etme ve kuluna şah damarından daha yakın olma gibi hususiyetlere sahiptir.Yine İslam’ın Allah’ı,Ortaçağ katolisizminin insanı doğuştan günahkar gören ve sadece belli bir sınıfın uhdesinde kurtuluşun mümkün olduğunu savunan ceberut bir tanrı değil,yarattığı ile barışık,onu yeryüzü sürgününe gönderdiğinde dahi rehberliğini esirgemeyen,kurtuluş/felah yollarını bizzat kendisi gösteren ve lutuf ve ihsanını her daim kuluna bahşedendir.Ve yine İslam’ın Allah’ı,aydınlanmacıların iddia ettiği gibi insan zihninin bir ürünü değil,insan zihninin tasavvur edemeyeceği ve fakat kalp yardımıyla tasdik edeceği aşkınlık makamının yegane sahibi olarak vardır.Allah zaman ve mekandan münezzeh olduğu için zaman ve mekanda var olan/yaratılan insan tarafından tasavvur edilemez.Çünkü Yakup b.İshak El Kindi'ye göre zaman,madde ve hareket varsa vardır.Mekan ise ancak madde için söz konusudur.Maddede ki artma,eksilme,dönüşüm gibi değişimler de bu mekanda meydana gelir.Mekan,kuşatan cismin iç yüzeyi ile kuşatılan cismin dış yüzeyinin karşılaşmasının çağrıştırdığı ve sadece eni ve boyu olan bir yüzeydir.Zaman ise maddenin yer değiştirmesiyle meydana gelen hareketi saymak,hızını  ve sükununu belirlemek içindir.Hareketin ise bağımsız bir varlığı yoktur.Dolayısıyla madde-hareket-zaman varlıkları bir ve beraberdir.Biri diğerinden önce veya sonra değildir.Allah’a zaman-mekan-hareket isnat etmek onu maddeleştirmek olur ki bu onun aşkınlığını zedeler.Yaratılmış bir varlık tarafından tasavvur edilebilen bir tanrının ise aşkınlığından bahsedilemez.

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis
 

Yorum ekle