okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün54
mod_vvisit_counterDün867
mod_vvisit_counterBu hafta2094
mod_vvisit_counterBu ay12325
mod_vvisit_counterHepsi1839334

Çöl Büyüyor

Düşünmenin ne olduğunu anlayabilmenin yolunun yine düşünme olması belki bir kısır döngü gibi görülebilir ancak bu bir hakikat.Heidegger’in ‘’kaygı uyandıran zamanımızda en kaygı verici olan bizim hala düşünmememizdir’’ sözü düşünme eyleminin uzağında oluşumuzun bir delili.Bu sözlerin bundan elli yıl önce söylenildiği düşünüldüğünde,asıl kaygı verici olanın ise bizlerin,düşünme melekelerinin dünden daha fazla dumura uğradığı bir zaman diliminde yaşıyor olmamızdır.Gerçek anlamda bir düşünme eyleminin insanı içinde bulunduğu durumla yüzleşmeye çağıracağıve hakikatle temas kurmaya sevk edeceği gerçeği barizken,bugün düşünme eyleminin hakikatle temas kurmak bir yana onun yanına dahi yaklaşamıyor oluşu üzerinde ‘’düşünmek’’durumundayız.Öğrenilebilen bir olgu olarak düşünmek,zannedildiği gibi sadece duyular üzerinden gerçekleştirilen bir eylem değil,varlığın ve varoşlumuzun anlamı üzerinde teemmül etmeyi de içeren soylu bir eylemdir.Akıllı ve bu nedenle de varlık aleminin en şereflisi olan insanın tarihinde hiç olmadığı kadar düşüncesizleş(tiril)mesinin sebebi üzerinde düşünmek bugünü yaşayanlar olarak boynumuzun borcu olsa gerek.

Düşündüğümüzü söylediğimizde gerçekten düşünmenin o soylu tarafını icra edip etmediğimizi nasıl anlayacağız?Aslında düşündüğümüzü söylediğimizde bizim için düşünülmüş ve bir şekilde içeriklendirilmiş bilgilerin etrafında dolaşmayı mıkastediyoruz.?Yorumlanmış olarak ellerimizin arasına koyulmuş bilgilerin sunuluş tarzına dahi itiraz edemeden,olduğu gibi alarak düşünce dünyamızı şekillendiriyor oluşumuz düşündürtülüyor oluşumuzun bir kanıtı değil midir?Ya da asıl düşünülmesi gerekenle bağımızı uzun zaman önce kopardığımız ve asıl düşünülmesi gereken bizlerden uzaklaştığı için mi sağlıklı bir düşünme eylemi gerçekleştiremiyoruz.?Öyleyse asıl düşünülmesi gereken nedir? 

Verili olanın mutlaklığı ve değiştirilemezliği çerçevesinde oluşmuş düşüncelerimiz,aslında düşüncesizleşmemizin müsebbibi olan yorumlanmış bilgi akışına itiraz edemeyişimiz neticesinde ortaya çıkmıştır.Realiteye teslimiyet olarak ta nitelendirilen bu durum,aslında insanın insan olarak kalmasının önünü tıkayan,onu determinizmin anaforunda bırakan süreç bağımlısı bir mahluk yapma çabasındadır.Müdahil olamadığımız realite, farkında olmadan bizleri nesneleştiriyor.Nesneleşmek ise en temel varoluş amacımız olan düşünme ve sorgulama melekelerimizin dumura uğramasına sebep oluyor.Adeta tabiatta ki diğer canlılarda olduğu gibi maruz kaldığı şartlara teslim olmuş ve o şartlarda varoluşunu devam ettirmeye çalışan bir varlık haline geliyoruz.Yenilik olarak karşımıza çıkarılan her ne varsa mahiyetine aldırış etmeden derhal tüketim malzemesi haline gelebiliyor.Bilgi ile bilinç arasındaki muazzam farkın farkında olamadığımız için sorunlarımızın sadece bilgilenme ile çözüleceği zehabına kapılabiliyoruz.Bilginin kutsaldan ayrılmış olarak gündemlerimizi işgal ediyor oluşu o bilginin sahih bir düşüncenin nesnesi olma imkanını ortadan kaldırıyor.İçinde yaşadığımız zaman diliminde, obje/nesne ile temas kurmak suretiyle bilgi üretimini gerçekleştirmesi gereken suje/özne, bu ilişkiden ortaya çıkan bilginin kendisinde meydana getirdiği dönüşümü sadece ve yalnızca niceliksel bir dönüşüm ön kabulüyle hareket ettiği için niteliğin egemenliğini sağlayacak bilgi üretimi gerçekleşemiyor.Varlığı yalnızca var olma yönüyle değil niçin var olduğu sorusunu da sorarak bir anlamlandırma çabası içerisine girmek, insan ve evrenle kurulacak ilişkinin daha sahih bir zeminde olmasını sağlayacaktır.Edinilen bilgilerin fikir/düşünce oluşturmadaki rolü önemlidir.Bu nedenle suje ve obje arasındaki ilişki mekanik değil organik bir ilişkidir.İlişkinin mekanikleşmesi sekülerliği beslemekte ve özellikle objenin yani bilinenin varoluşunun anlamlandırılmasında sonuçları deizme varan bir durumun tezahür etmesine yol açmaktadır.Kutsalın objeden sıyrılması özne merkezli bir tanımlamanın önünü açmakta ve varlık öznenin zihninde ki anlamıyla tanımlanmaktadır.Oysa ki gerek bilen olarak özne,gerekse bilinen olarak nesne varlık alanını işgal etmeye başladıkları andan itibaren bir tabiat/fıtrat üzeredirler.  

19.yüzyılın sonunda Osmanlıentelektüellerinin imparatorluğun içinde bulunduğu koşulları gerekçe göstererek yöneldikleri Batının tekniğini alıp ahlakını almama şeklinde tebarüz eden yaklaşımları 1. dünya savaşı sonunda ahlak ve teknik arasında sarsılmaz bir ilişki olduğunun anlaşılmasıyla yerle yeksan oldu.Ancak onların açtığı bu yolda hiç durmadan ilerleyen sonrakiler,ki bu sonrakiler arasında bizler de varız, teknik-ahlak arasındaki kopmaz bağ bariz olmasına ve ahlakın sadece tekniği değil bütün kurumsal yapıları şekillendirmesi hususu sarih olmasına rağmen,Batıda üretilen her ne varsa alarak veya aynısını üreterek g''ilerleyeceğine'' inandı.Gelinen noktada kimlik aidiyetlerinde meydana gelen aşınma nedeniyle ortaya çıkan melez kimlik olgusu küreselleşme denen dünya vatandaşlığı projesinin yeniden düşünülmesini gerekli kıldı.Fakat yukarıda da işaret etmeye çalıştığımız üzere gerçek anlamda bir düşünme eylemini henüz gerçekleştiremediğimiz için sürekli olarak birşeylere maruz kalıyor ve maruz kaldıklarımızı içselleştiriyoruz.İçselleştirdiklerimiz ise bizler için vazgeçilmez olmaya başlıyor.Tam bu noktada aziz İslam’ın devingen ruhu bizzat Müslümanlar tarafından realitenin meşrulaştırılma aracıhaline getiriliyor.Müslümanlar kurulu düzenin değişemeyeceğine kendilerini öylesine inandırdılar ki,muhalefetlerini dahi kendilerini edilgenleştiren modern paradigma bağlamına sadık kalarak gerçekleştiriyorlar.Birey-toplum ve ulus devlet eksenli bu olgu zihinlerimizi sömürgeleştiriyor.Bundan dolayıdır ki siyasal olarak demokrasiye,ekonomik olarak neo-liberalizme teslim olmuş durumdayız.Burada ki asıl belirleyici olan ise modern paradigmanın tekilliği esas alan ve homojenize eden yönünün Müslüman zihinler tarafından kabul edilmiş olmasıdır.Her ne kadar içinde bulunduğumuz zaman dilimi post-modern olarak adlandırılıyor ve mutlak doğrunun olamayacağı düstürunu egemen kılmaya çalışıyorsa da,Türkiye gibi henüz gerçek anlamda modernliği yaşamamış toplumların bir anda post-modernliği içselleştirmesi kolay görünmüyor.Ancak kendisini Müslüman olarak adlandıranların modernliğin dünyaperest yanına oldukça rağbet ettiklerini söylemek durumundayız.Dünyadan kam alma yarışına girenler olarak Müslümanların,her yeniyi önce içselleştirip sonra İslami meşruiyet arama çabası içerisine girmeleri manidardır.Müslümanlar için dinin kamusal alan olarak tarif edilen alanlara müdahil olmamasından ve bundan mütevellit sadece mabetlere endeksli bir dini hayatın bayraklaştırılmasından daha büyük bir tehlike yoktur.TıpkıHıristiyanlarda olduğu gibi ayrımlı düşünmeye başlayan Müslümanlar,İslam’ın direnişine rağmen verili olanla uzlaşmaya çalışıyorlar.Oysa ki Müslümanların daha sahih,daha umut verici ve daha kavi bir düşünüşün mümessilleri olmalarıicap ederdi.Fakat ne hazindir ki Müslümanlar bugün ihtiyaçlarını dahi kendisi belirleyemiyor,modern/post-modern paradigmanın ihtiyaç algısına mahkum oluyorlar.

Nasıl düşüneceğimizden tutun da neyi düşünmemiz gerektiğine kadar bizim dışımızda kararlaştırılan bir durumun mahkumları oluyoruz.Özellikle enformasyon alanında yaşanan gelişmeler ile algılarımızın yönetilebilir hale gelmesi içler acısı bir duruma işaret ediyor.Bu enformasyon tahakkümü altında yetişen nesillerin nasıl bir gelecek inşa edecekleri ise tam bir muamma.Ancak böyle devam etmesi halinde Nietzche nin 19.asrın sonlarında söylediği ‘’çöl büyüyor’’sözü bir hakikat olarak karşımızda duracak.Burada ki çölün verimsizlik,hassaten düşünsel verimsizlik olduğunu ifade edelim.İçinde bulunduğu koşullarıdeğiştiren/dönüştüren değil de,ürettiklerinin mahkumu olan bir kaotik durumla karşı karşıyayız.Zihinlerimiz makinelerin tahakkümü altına alınmaya çalışılıyor.Aziz İslamı sadece bilgi olarak değil amel/eylem olarak ta kabul edenler ve takvayı hayatın tam orta yerinde kuşananlar her türlü tahakkümü kıracaklardır.Vesselam...

Kamil ERGENÇ


AddThis
 

Yorum ekle