okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün769
mod_vvisit_counterDün527
mod_vvisit_counterBu hafta1942
mod_vvisit_counterBu ay12173
mod_vvisit_counterHepsi1839182

Modern Zamanların Put Kırıcı Öğretmeni:Seyyit Kutup

O,modern paradigmayı sarstı. Bize düşen ise yıkmak…

Seyyit Kutup’u konuşmak,19.yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve özellikle ilk yıllarında apolojist(savunmacı/özür dilemeci) bir tavrın ve tarzın mümessili olan İslamcılık ideolojisinin,20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Modern Paradigma karşısında özgün bir duruşun ve sahih bir temsilin önderliğini üstlenmesini konuşmaktır dersek herhalde abartmış olmayız. Sadece Türkiye’de değil İran’dan Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Amerika’ya ve Avrupa’ya kadar(1) etkili olmuş Müslüman bir mütefekkir olması hasebiyle Seyyit Kutup, gerek Çağdaş İslam Düşüncesi’nin sembol isimlerinden biri olması gerekse inandığı değerler uğruna feda olmayı göze alan vakar,celadet ve cesaretiyle bugünün Müslümanları tarafından gündemleştirilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Hele ki,modern paradigma karşısında neredeyse havlu atmış ve mübarek Kur’an’ın Talut-Calut kıssası bağlamında dikkat çektiği üzere, nehri geçerken kana kana içtiği su(dünya lezzetleri) nedeniyle dizlerinin bağı çözülmüş ve bundan dolayı Calut’un Ordusu(küresel istikbar) karşısında takatsiz kalmış olanların “bugün bizim Calut ordusuna karşı koyacak gücümüz yok”(Bakara 249)* tavırlarına benzer şekilde yenilgiyi içselleştirme,yılgınlık,özgüvensizlik,alttan almacılık,başkalarına hoş görünmek için dini sulandırmacılık gibi fiillerin normalleştiği bir vasatta,Seyyit Kutup gibi üst perdeden ve sakınımsız söz söyleyen birine ne kadar da ihtiyaç var…

Dahili ve harici oryantalist çevrelerce ‘’radikalizmin/fundamentalizmin fikir babası’’ olarak tavsif edilen ve maalesef Müslümanların dahi kendi aralarında, kimi zaman mezhebi enstrümanlar, kimi zamansa mutlaklaştırılan geleneksel formlar, ulus-devlet çıkarları, kültürel argümanlar ve konjonktürel/reel-politik gerekçeler üzerinden marjinalleştirdikleri Kutup,çağının tanığı her mütefekkir gibi kendi tarih/zaman kesitinden bağımsız değerlendirilemez.Sadece Kutup değil, hakkında konuşulacak her düşünür/mütefekkir/alim yaşadığı dönemin sosyo-politik,sosyo-ekonomik,sosyo-kültürel,ilmi/entelektüel,yerel ve küresel gündeminden ve bağlamından bağımsız değerlendirilemez/değerlendirilmemeli.Çünkü her mütefekkir yaşadığı çağın çocuğudur.Ancak bu durum,insanın yaşadığı çağın mahkumu olduğu anlamına gelmez.Tarih,coğrafya,kültür,uygarlık vb. insanın düşünce dünyası üzerinde tesirleri olan unsurlardır.Ancak insan,hakikatle ünsiyet kurabilmek için,yeri geldiğinde tüm bu unsurların kendisini hapsettiği zindandan(zindan metaforu Ali Şeriati’ye aittir)(2)çıkabildiği ölçüde özgürdür.

Çağa tanık olmak demek bir yandan içine doğulan zamanın efkarını müdrik olmak iken, diğer yandan referans alınan değerler sisteminin zaviyesinden çağa söz söylemek demektir. Yaşadığı çağın idrakinde olmayan bir zihnin, çağa söz söylemesi mümkün değildir.Nitekim Seyyit Kutup, gerek henüz Kur’an ilimlerine yoğunlaşmadan önce tecrübe ettiği Arapçılık ve seküler edebiyat, gerekse Amerika ziyaretinde müşahede ettiği kapitalist sistem vesilesiyle yaşadığı çağın zihin kodlarına vakıf olma imkanını elde etmiştir.Literatüre soğuk savaş olarak giren, Komünist Demir Perde ülkeleriyle Kapitalist Hür Dünya arasındaki kavga,halkı Müslüman ülkeleri de bu kavganın bir tarafı olmaya zorlamıştır.Kutup’un yaşadığı ülke olan Mısır bu kavgada Sovyet Bloku’nda yer aldığı için, Kutup hem Arap Sosyalizmiyle(Baasçılık) hem de kapitalizmle dolaysız yüzleşmek durumunda kalmıştır.Her iki bloğun ideolojik çerçevesine vakıf olduğu için, izleyicilerine daha sahih ve özgün bir düşünce mirası bırakmıştır.Bunun yanında 1798 den itibaren kolonyal müdahaleye maruz kalan Mısır’ın iktisadi,içtimai,siyasi,hukuki,ilmi ve entelektüel yapısına olan vukufiyeti de Kutup’un ideolojik duruşunun berraklaşmasında etkili olmuştur.Kendinden önceki bir çok düşünürün(Mısır’da Ali Abdurrazık ve Taha Hüseyin,Hindistan’da Seyyid Ahmet Han,Türkiye’de Ziya Gökalp gibi)bir şekilde uzlaşma zemini aradıkları modern paradigmaya karşı “uzlaşmasız direniş” öneren Kutup’un,kimilerince radikal ve nihilist bulunan bu tavrı, esasında kolonyalist tahakküm nedeniyle ciddi özgüven kaybı yaşayan Müslümanlara bir uyanış aşısı olmuştur.

Napolyon’un 1798’de sadece askerlerle değil yanında getirdiği onlarca entelektüelle Mısır’ı işgal etmesi,modern tarih açısından bir dönüm noktasıdır. Edebiyatçı,şair,filolog,arkeolog,antropolog,tarih felsefecisi,sosyolog,teolog v.b bir çok alandan bilim adamlarının eşlik ettiği bu işgal denebilir ki, başta Mısır olmak üzere Arap/Müslüman dünyasını modern paradigmanın kodlarını özümseyecek kıvama getirmek ve böylece ele geçirmek amaçlıdır.Büyük İskender’in küçük mukallidi olan Napolyon’un bu entelektüeller ordusunun kısa sürede Mısır’ın kültürel gen haritasını çıkaran ansiklopedik çalışması, bugün bile oryantalistlerin başucu kitapları arasındadır.Nitekim bu işgalden sonra Arap Dünyası bir daha kendini toparlayamamıştır.Balkan kökenli Kavalalı Hanedanlığı eliyle Batı aklı referans alınarak atılan adımlar,Mısır’ın çehresini değiştirmiştir.Benzer adımların yaklaşık yüzyıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nde yine Balkan kökenliler tarafından atılması ise tarihin cilvesi olsa gerek…

Batıyı ahlaki olarak değil de teknik olarak taklit etmenin gerekliliğine inanan ilk dönem İslamcılığının savunmacı ve entegrist yaklaşımı Seyyit Kutup’ta görülmez.O aydınlanma aklının bütünüyle ifsat olmuş olduğu kanaatindedir.Ona göre Batı’nın temel hususiyetleri; benliğin putlaştırılması, evrenin Allah’tan bağımsız olarak düşünülmesi ve gerek bireysel gerekse toplumsal alanda inisiyatifin kendisini Allahtan bağımsızlaştıran insana verilmesi olarak tanımlanır.Kutup’un bu tanımlamasında,Batı’da öğrenim gördüğü süreçte yaptığı gözlemler ve iki dünya savaşının Dünya’nın başına açtığı belalara yakinen şahitlik etmesi etkili olmuştur denebilir.Bu nedenle modern paradigmanın insanlığın felaketi olduğunu ifade eder.Ona göre modern cahiliye 7.yüzyıl cahiliyesinden daha korkunç ve yıkıcıdır.Çünkü modern cahiliye bilgiyi sekülerleştirmiş yani Allah’ı yeryüzünden kovmuştur.Bu zaviyeden olmak üzere sanattan edebiyata,felsefeden kültüre kadar bir çok alan modern cahiliyenin tesirinde kalmıştır.

***

İbrahim M.Abu Rabi’ye göre 20.yüzyıl Arap entelijansiyası özellikle üç kavram üzerinde- ki bu kavramlar aslında Arap Düşüncesi’nin moderniteyle birlikte doğasını da teşkil eder- durmuştur. Bunlar:1-Nahda(Rönesans),2-Sevre(devrim) ve 3-Avdet(kaynaklara dönüş) kavramlarıdır. Ulus-devlet formunun halkı Müslüman beldelerde cari olmaya başladığı 20.yüzyılın ilk çeyreğinde Arap entelektüellerinin büyük bir kısmı sözünü ettiğimiz bu kavramların merkezde olduğu bir iklimi teneffüs etmişlerdir. Kutup’un da bu iklimin çocuğu olduğunu söylemek mümkün.Onun düşüncesinde kaynaklara dönüşten murat Kur’an’a dönüş,devrimden murat ise modern değerler sisteminin bütünüyle ortadan kaldırılmasıdır.

Oryantalist düşünürler, özelde Arap aklına genelde ise Müslüman dünyaya kendilerini dinin geri bıraktığı düşüncesini kabul ettirmek için çok ciddi çaba sarf ettiler. Bu çabalarında önemli ölçüde başarılı oldukları da söylenebilir. Özellikle Renan’ın 1883 te Sorbonne da verdiği bir konferansta serdettiği “İslam mani-i terakkidir” kanaati dinin geri bıraktığı tezinin en üst perdeden beyanıdır. Bu beyana Namık Kemal ve Cemalettin Afgani’den cevap gecikmeyecektir.Ancak içinde Mısır’ın da yer aldığı bir çok halkı Müslüman ülkenin yönetim kademesinde bulunan kadroları Renan’ın tezini sahiplenir.Dini görünürlüğün azaltılması ve Müslüman aklının vahiyden bağımsız düşünmeye alıştırılması amacıyla atılan radikal adımlar,bu sahiplenmenin neticesidir.Kutup’un asıl mücadele sahası tam da burasıdır.O,Kur’an’ın tıpkı ilk nesil Müslümanlarında olduğu gibi yeniden hayatın merkezine konumlandırılması gerektiği kanaatindedir.

Hamilton Gibb batılılaşmayı şöyle tarif eder:

1-Batılılaşma, batı askeri ve levazım tekniğinin yani ilerlemenin harici ve somut bilimsel araçlarının kabulüdür.

2-Batılılaşma, bir dünya görüşü ve bir rasyonalizasyon sürecidir.

3-Batılılaşma, felsefi ve eğitimle ilgili genel bir gürü(nü)ştür.(3)

Gibb’in bu ifadeleri zımnen Arap coğrafyasındaki geleneksel eğitim anlayışının kökten değişmesi gerektiği iddiasını içerir. Böylece “rasyonalizasyon” sürecinin en önemli adımı atılmış olacaktır.Dikkat edilirse her üç madde de yeni bir düşünüş tarzının gerekliliğinden bahsetmektedir.Bu düşünüşün mihver noktası ise rasyonelliktir.Çünkü rasyonel düşünme, vahiy gibi ‘’irrasyonel’’ bir olguyu kabul etmemektedir.Dolayısıyla burada Müslümanlara tek bir seçenek sunulmaktadır;vahyi rasyonel zemine çekmek ve böylece metni tarihselleştirmek.Kutup’un tam da bu anlayışı darmadağın eden Kur’an merkezli yaklaşımı oryantalistlerin neden Onu hedef seçtiğini de sanırım açıklar.

***

1930’lar da İslami söylem Mısır da dört eğilimi kapsıyordu.1-Ulema(Ezher) söylemi 2-Modernist söylem 3-Sekülerleşmiş Müslüman söylemi ve 4-Müslüman Kardeşler söylemi. Bu eğilimlerin ilk üçünde bir tür savunmacı/entegrist perspektif söz konusu iken, Müslüman Kardeşlerin tutumu İslam’ın bir hayat nizamı olarak yeniden tarih sahnesine çıkabileceği yönündedir. Nitekim hareketin kurucusu Hasan El Benna’nın “İslam… hem ibadet,hem önderliktir;hem dindir,hem devlettir;hem ruhaniliktir,hem ameldir;hem namazdır,hem cihattır;hem itaattir,hem yönetimdir;hem mushaftır,hem kılıçtır;bunların biri hiçbir zaman ötekinden ayrı olamaz.”(4) ifadesi bu tutumu desteklemektedir.Ulemanın bu süreçte etliye sütlüye karışmayan tavrı, Hasan el Benna’yı en fazla üzen husus olmuştur.Bu çerçevede Ezher şeyhi Decavi’ye Mısır toplumundaki bozulmadan şikayet ettiğinde aldığı ,beladan uzak durması ve kendini koruması tavsiyesine çok içerler ve şeyhe oldukça ağır bir cevap yazar.Hasan el-Benna’nın şerrin kaynağı olarak belirlediği: sömürgecilik;siyasi,şahsi ve mezhebi farklılık ve bölünmeler;çıkarcılık;yabancı ortaklıklar;batıyı taklit;laik kanunlar;ateizm ve entelektüel kaos;aşırı arzular ve iffetsizlik ile söylem ve tahlillerdeki bilimsel metot eksikliği, bugün dahi Müslümanların ortak problemleri olarak karşımızda durmaktadır.

Hasan el-Benna’nın çağrısını yaptığı dönem, her anlamda bozulmanın yaşandığı ve kurtuluş ideolojisinin beklendiği bir dönem olma özelliği taşır. Dolayısıyla değerlerine sıkı sıkıya bağlı ve nefsinin arzularına  ve güç odaklarının ayartmalarına karşı oldukça vakur bir duruş sergileyen Benna’nın çağrısı, zaten bir beklenti içinde olan kitleleri harekete geçirmekte etkili olmuştur.Eric Hoffer,kitle hareketlerinin yükselişi metaforundan mülhem olarak İhvan Hareketi’nin kısa sürede elde ettiği başarıların Hasan el-Benna’nın liderlik yönünden ziyade kaos içerisinde yaşayan ve adeta bir kurtarıcı bekleyen Mısır toplumunun içinde yaşadığı durumdan kaynaklandığını ileri sürer.Eric Hoffer, liderin bir hareketin yükselmesine imkan verecek şartları oluşturamayacağının altını çizer ve mevcut durumdan şiddetli bir memnuniyetsizlik olmadan güçlü ve kabiliyetli bir liderliğin taraftarsız kalacağını ifade eder.Hoffer’ın bu iddiası,Mısır’da neden başka ideolojik akımların değil de İhvan’ın öne çıktığını açıklamaz.Şayet verili durumdan şiddetli hoşnutsuzluk liderliği ortaya çıkaran bir olgu ise,bunun mesela o dönem Mısır’ın da milliyetçi veya sosyalist akımlar tarafından da gerçekleştirilmesi gerekmez miydi?Esasında Hoffer ve benzerleri İslami hareketlerin kitleselliğini taşralı ve pederşahi kültürün zorunlu sonucu olduğu tezviratı üzerine kurarak zımnen modern bireylerin böyle hareketlere teveccüh etmeyeceği önyargısıyla hareket eder.Bu önyargı dinin köylü/ilkel/taşralı toplumlar için gerekli bir olgu olduğu sosyolojik dogmacılıktan beslenir.

Seyyid Kutup İhvan hareketinin Benna’dan sonra entelektüel zeminini billurlaştıran ve yerli yerine oturtan önemli bir simadır. Kutup’un entelektüel dünyası iki bölüme ayrılır;Birincisi İhvan öncesi dönem,ki bu dönem,yukarıda da kısaca değinmeye çalıştığımız üzere, Seyyid Kutup’un Arapçılık ve seküler edebiyatla meşgul olduğu dönemdir.İkinci dönem ise İhvana katılması ve sonrasını ifade eder.Seyyid Kutup 1938 de yayınladığı iki makalede İslam ve gelenek karşıtlığı üzerinde durarak Mısırcılık  akımının etkisi altında kaldığını faş eder.Kutup bu dönemde, dilin canlı bir organizma olarak sürekli kendini yenileyen yönüne vurgu yaparak, Arap dilinin bugünü anlamlandırmada sıkıntılar çektiğine işaret eder ve  modernistler tarafındaki yerini alır.Bir Arap ya da Müslüman olmaktan çok bir Mısırlı gibi konuşan Kutup’a göre Arap dili, tarihi gerçeklere olduğu kadar Mısır Milleti’nin eşsiz tabiatı ile sosyal ve tarihi ihtiyaçlarına da tabi olmalıdır.Gelenekçiler ve modernistler arasındaki kavgayı ele aldığı makalesinde Kutup Arap dilinin; modernist ekolün geniş duygu dünyası,zengin psikolojik birikimi ve mevcut tecrübesiyle karşılaştırıldığında; eski ekolün duyguda sığ,bilinçte ilkel ve hem psikolojik hem de tecrübi olarak pekte iyi sayılmayacak durumda olduğunu söyler.Kutuptaki değişim 1940’lar da Kur’an’ın estetik ve sanatsal vurgusunu ifadelendirmeye başladığı döneme rastlar.Bu dönem boyunca Kutup Kur’an’ın orijinal saflığını ve imgelerindeki büyüleyiciliği keşfeder.Türkçeye de çevrilen Kur’an’da Edebi Tasvir adlı kitabı bir edebiyatçı olarak Kutup’un Kur’an’a olan hayranlığının nişanesidir.Kur’an’ın etkisinin canlılığını sürdürdüğüne ve cazibesinden hiçbir şey kaybetmediğine inancı tamdır.(5)

Kutup, Kur’an’ın 7.asır Arap yarımadasını sosyal,siyasal ve ideolojik olarak değiştirdiğini söyleyerek 1950 ve 1960’lar da sistematiğini Kur’an merkezli olarak metafizik ve teolojik doktrin,cemiyet veya ümmet ve hukuki/sosyal düzenleme ve davranışlar   olarak teşekkül ettirir.İslam’da Sosyal Adalet isimli kitabıyla içinde yaşadığı toplumun sosyal ve ekonomik sorunlarına dikkat çeken Kutup, karınları boş olanların yüksek sesli vaatleri dinleyemeyeceğini ifade ederek, sağlam bir ekonomik yapısı olmayan ve  çoğunluğun azınlık tarafından sömürüldüğü toplumların sosyal adaleti sağlayamayacağına vurgu yapar ve her Müslüman şahsiyetin içinde yaşadığı toplumda bu bilinçle hareket etmesini savunur.Bu çerçevede Kutup, zayıf kitlelerin sömürgeleştirilmesinde gerçek düşman olarak yerli kapitalistler ,gazeteciler,İngilizler veya beyaz zihniyetli Mısırlılar,politikacılar ve Dünya için dinlerini satan ulemayı görür.Dış düşman ise emperyalistler,haçlılar,kapitalistler ve misyonerlerdir.Bu dönemde Kutup, bozuk sosyal düzeni orta çağ feodalizmine ve ona eşlik eden sefil çoğunluk ile elit azınlık arasındaki sosyal ve ekonomik kutuplaşmaya benzetir.Özellikle ulemanın, sosyal ve ekonomik açıdan buhranlı bir dönemde suskunluğu tercih etmesi Kutup’u oldukça etkiler.Yazdığı Me’areketü’l-İslam makalesinde din adamlarını İslam’ın gerçek imajını temsil etmeye Allah’ın en uzak kulları olarak niteler.

İslam’ın kapitalizmle savaşı adlı eserinde Kutup’un İhvan hareketine teslimiyeti aşikar bir boyut kazanır. Artık akide kavramı Kutup’un düşüncesindeki en merkezi kavramlardan biri olur. Ona göre akide kişiyi devrimci bir vizyona sahip kılan, hareketi teşvik eden ve tanrı ile iletişimi her daim canlı tutarak aciz insanı harekete geçiren en önemli amildir.İslam ve evrensel barış adlı çalışmasında ise Kutup ;karşılaşılan bütün siyasi,ekonomik ve ahlaki bunalımların aşılması için Müslümanların güçlerini birleştirici olarak akide kavramına değinir.Tüm bu çalışmalar Kutup’un İhvan sonrası dönemde akide kavramını merkezileştireceğini ve İhvan hareketinin entelektüel zeminini inşa ederken akide kavramından oldukça fazla istifade edeceğinin göstergesidir.1951 ve 1953 arasında Diraset İslamiye de yazılan bir dizi makaleyle Kutup’un İhvanı benimseyişi belirginlik kazanır.O artık siyasal mücadele geleneği olan bir hareketin müntesibi durumundadır.Diraset İslamiye de Kutup kendini Müslüman olarak isimlendiren ve fakat farklı zulüm türleriyle savaşmayan,mazlumların haklarını savunmayan ve diktatörlere rağmen haykırmayanları ya hatalı,ya ikiyüzlü yada İslam’ın hükümlerinden habersiz olarak niteler.Bu dönemde ve sonrasında Kutup’un üslubundaki sertlik aşikar bir şekilde görülür.Özgür Dünya’nın ilkeleri başlıklı makalesinde Batı’nın özgürlük anlayışını sert bir şekilde eleştirerek emperyalizme vurgu yapar.Kuzey Afrika,Vietnam ve Filistin’de Batı aklının işlediği cinayetleri gündemleştirir ve aynı aklın insanların zihinlerini kontrol etmek için milyon dolarlar harcadığını  ifşa eder.

1952 ile 1962 de Kur’an yorumu üzerine yoğunlaşan Kutup dinamik akide vurgusu ve bir bütün olarak İslam’ın yeni bir sistem sunduğuna ilişkin vurgularını güçlendirir.İslam akidesinin nasıl ki 7.asırda eli kolu bağlı olmayan bir şekilde dönüştürücü ve yeniden yapılandırıcı/devrimci bir yönü vardıysa, modern dünyadaki Müslümanların evvela bu hakikati kavramaları ve içinde bulundukları süreçlerle buna göre mücadele etmeleri gerektiğini ifade eder.Kutup pratiğe dönüşmeyen bilginin faydasızlığını sık sık vurgulayarak ,şayet pratiği yoksa bugün kitaplıkları yeni kitaplarla yada zihinleri bilgiyle doldurmanın gereksizliğine vurgu yapar.Modern insanın çıkmazları ile cahiliye olarak adlandırılan dönem arasında paralellikler görmesine rağmen,Kutup bugünün daha karmaşık olduğunu düşünür.Temel sorunu modernitenin tüm unsurlarıyla yerinden sökülüp yerine İslam’ın gelmesidir.Bu nedenle O, İslam mesajının temel anlam ve karakterini yitirmeden modern Dünyaya uydurulabilir mi? sorusunu hiç sormaz.Çünkü Kur’an mesajının çağlar üstü olduğundan ve 7.yüzyılda olduğu gibi bugün de tarihin seyrini değiştireceğinden emindir.Bundan dolayı kimilerince ütopist olarak değerlendirilir.Hatta Leonard Binder Kutup’un öğretisinin pratize edilemeyecek kadar radikal olduğunu ve bundan dolayı onun taraftarlarının bu önerilen İslami hayatı sürekli ertelediklerini dolayısıyla itikatta alabildiğine radikalleşirken reelde liberalleşmeye meylettiklerini iddia eder.(6)İnsanlığın düşünsel seyrinin teolojik ve metafizik olandan pozitivist ve seküler olana doğru doğrusal bir çizgide “ilerlediği” temel tezini içkin bu iddia, Kutup’un aydınlanma devrimi sonrası ortaya çıkan ve insanlık tarihindeki en büyük sapma olan modern paradigmaya yönelttiği yıkıcı eleştirileri görmezden gelir.Kaldı ki Kutup efsane,masal,menkıbe ya da mitolojik bir anlatı üzerinden spekülasyon yapmamaktadır.Tarihin belli bir kesitinde gerçekleşmiş ve tecrübe edilmiş bir hakikatten esinlenmektedir.Binder’in de unuttuğu bir gerçeğe işaret edelim ki İslam,”ilerleme” putuna perestiş eden Batı aklının zannettiği gibi,tarihin belli bir evresinde,belli bir topluma özgü olarak,gerçekleşmiş ve daha sonra tarih sahnesinden çekilmiş değildir.Kutup’un da özellikle dikkat çektiği üzere din(İslam) alemlerin rabbinden gelen bir beyan olduğu için herhangi bir zaman,mekan,toplum ve uygarlıkla kayıtlanamaz.

***

İslamcılığı anti-kolonyalist ve post-kolonyalist bağlama hapsetmekten imtina etmeyen çoğu aydın/entelektüel(en güncel örneği Hamid Debashi), Seyyit Kutup’un düşünsel mirasının da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini salık verir. Oysa ki İslamcılık “anti/post kolonyalist” bağlama raptedilemeyecek kadar şümullü bir ideolojik içeriğe sahip olduğu gibi, Kutup’un düşün dünyası da sadece kolonyalist dilin, tavrın ve tarzın mağlup edilmesi üzerine kurulu değildir. O aynı zamanda “öze dönüşçü” bir perspektifle yeri geldiğinde geleneksel mirasın tortularıyla da cesurca yüzleşir. Nitekim en meşhur kitabı olarak tesmiye edilen “Yoldaki İşaretler” de;

“Bugün biz İslam’ın daha önce tanık olduğu türden bir cahiliyyenin, belki de daha da sapkın bir cahiliyyenin içindeyiz.Çevremizde her ne varsa cahilidir:İnsanların anlayışları,inançları,adetleri,gelenekleri,kültürel kaynakları,sanatları,edebiyatları,yasaları…Hatta çoğumuzun İslami kültür,İslami kaynak,İslami felsefe,İslami düşünce diye bildiği şeyler…Bunlar da bu cahiliyyenin ürünüdür”(7) diyecek kadar sakınımsızdır.

Ancak bu sakınımsız üslup, Kutup’u izlediğini iddia eden kimi yapılar/gruplar ya da fertler arasında sonu nihilizme ve sinizme varan bir sapkınlığın tezahür etmesine sebep olmuştur. Salih Seriyye’nin “Askeri Akademi Grubu”,Şükrü Mustafa’nın “tekfir ve’l Hicret Grubu” ve Abdusselam Farac’ın “Cihad” hareketi bunlar arasında sayılabilir.(8)Oysa ki Kutup, Kur’an’ı merkeze alan bir yaklaşımı temellendirmek için böylesine bir üslubu tercih etmiş olmalıdır. Müslümanların Kur’an’dan uzaklaştıkça, Kur’an dışında bir kaynaktan beslendikçe cahiliyenin karanlığına düştüklerini beyan sadedinde yaptığı vurgular, kanaatimce, bu sebeptendir. O’nun nazarında Kur’an, bütün bir hayatı tanzim eden değerler sisteminin adıdır. Zindanda yazdığı Fi Zilal-İl Kur’an(Kur’an’ın Gölgesinde) adlı çalışması,Mahir İz Hoca’nın tabiriyle,asrımızın son büyük tefsiri arasındadır.(9)Kur’an’ın “mubin” oluşunu oldukça sarih bir şekilde beyan edişi ve okuyucuya Kur’an’ın hayata nasıl müdahale ettiğini hissettirmesi-ve hatta yaşatması- onun tefsirini emsalleri arasında bir adım öne çıkarmaktadır.Bu tefsirin halkı Müslüman ülkelerde oldukça fazla tutulması hem içtenliğinin yoğunluğundan hem de “paradigma dışı” bir mücadele stratejisi önermesinden olsa gerektir.Böyle bir tefsirin bir “medreselinin” değil de “mekteplinin” zihninden çıkması ise,kanaatimce, medresenin çağa tanıklık etme sorumluluğunu yerine getirmediğinin en bariz göstergesidir.

Onun Kur’an’a olan bağlılığının en önemli nişanelerinden biri Yoldaki İşaretler kitabında dikkat çektiği “Öncü Kur’an Nesli” dir.Müslümanların halihazırda maruz kaldıkları modern değerler sistemi(ki Kutup bu sistemi cahiliye olarak adlandırır),seküler karakteriyle bir yandan Müslümanların zihninde din-dünya ayrımını makul ve meşru hale getirirken, diğer yandan dini mutlakların yerine bilimsel ve seküler mutlaklar ihdas ederek “uluhiyet” ve “rububiyet” telakkisini zedelemektedir.Kutup bu zafiyetten kurtuluşu ancak Kur’an merkezli düşünen,hayatının bütününe Kur’an penceresinden bakabilen bir neslin ikamesinde görür.Ona göre bu neslin inşası en esaslı vazifedir.Bu neslin karakteristik özelliklerini üç başlık altında toplamak mümkündür:

1-İlk nesil Müslümanlarının yaptığı gibi yegane kaynak olarak Kur’an’ı benimsemek.Diğer bütün kaynakları Kur’an terazisinde tartarak kabul ya da reddetmek.Bu noktada Kutup,Aişe(r.a) annemizden aktarılan bir rivayete dikkat çeker.Kendisine Peygamberin(s.a.v) ahlakı sorulduğunda Aişe(r.a) annemizin “onun ahlakı Kur’andı” beyanı Kutup’un Müslümanlara yaptığı çağrıyı özetler mahiyettedir.İlk nesil Müslümanları Pers-Roma uygarlık havzalarıyla tanışık olmalarına,yakın çevrelerinde Hıristiyan ve Yahudi kültürüne vakıf kişiler bulunmasına rağmen nasıl ki Kur’an’ı yegane belirleyici olarak kabul ettilerse,bugünde Müslümanların benzer bir hareket tarzı geliştirmeleri gerekir.Kutup’un bu önerisini bir tür “ümmileşme” çağrısı olarak anlamak mümkündür diye düşünüyorum.Ümmileşmek,zihinlerimizi Kur’an’a muğayir geleneksel ve modern tortulardan arındırarak bireysel ve toplumsal değişimi temin eder.Kur’an’ı bir araştırma nesnesi olarak değil,bir hayat nizamı olarak anlamamızı sağlar.Kur’an’ı,görüşlerimizi tasdik etsin için değil görüşlerimizi belirlesin diye okumayı ve anlamayı mümkün kılar.Nitekim Allame Beheşti’nin de dikkat çektiği üzere “Kur’an’ı kendi görüşlerimize payanda kılmak için okumanın sonucu tahriftir.”(10)

2-Bilgilenme yöntemini değiştirmek. Enformasyon tazyiki altında bulanık ve müşevveş hale gelen zihinlerimizi Kur’an hakikatiyle billurlaştırmak.Kur’an’ı kültürel,entelektüel bir malumat edinmek,bilimsel veriler temin etmek,felsefi ve ideolojik duruşumuzu onaylatmak,politik/siyasi tavrımızı ve tarzımızı meşrulaştırmak,insanlar nazarında itibar elde etmek,mali ve ticari faaliyetlerimizi genişletmek için değil yaşamak için okumak.

3-Cahiliyenin değerleriyle arasına mesafe koymak.İslam’la tanıştıktan sonra cahiliyeyi bir pislik olarak görmek.Ondan teberri etmek ve bir daha asla yaklaşmamak.İslam’ın çizdiği yolu bütün diğer yollardan üstün görmek.Bu noktada Kutup Hz.Ömer’den bir örnek verir.Ömer(r.a)’in elinde Tevrat metnini gören Allah Rasulü(s.a.v) “eğer Musa yaşasaydı bana tabi olurdu” diyerek bir anlamda Kur’an dışında bir besin kaynağını reddeder.

Bu üç özellikle mücehhez olan Kur’an nesli, yaşadığı toplumu değiştirme seferberliğine çıkabilir.Bu değiştirme sürecinin ilk adımı elbette ki itikat inşasıdır.Kutup’ta anahtar kavramlardan biri olan itikat/akide,insan hayatının bütününü şekillendiren düşünce sistemi olarak adlandırılabilir.Şayet itikat zaaflarla malulse o kişinin hayatında İslam’ın bütünüyle yer etmesi mümkün değildir.Bundan dolayıdır ki, önce itikadın sahih bir zemine oturması gerekmektedir.Kutup’a göre itikadın kaynağı Kur’an olmalıdır.Nitekim vahiy önce muhataplarının itikadını,bir süreç içerisinde,inşa etmiş;hukuk ve muamelata ilişkin hususlar daha sonra nazil olmuştur.Mekke dönemi,Kutup’a göre, itikadın inşa dönemidir ve yaklaşık on üç yıl sürmüştür.Vahiy hayatın içine nazil olduğu için hem hareket hem cemaat hem itikat aynı süreçte inşa edilmiştir.Allah(c.c) dileseydi bütün ayetleri tek bir saferde de inzal edebilirdi.Ancak öyle yapmadı.İtikat inşasının hayatın içinde,dinamik bir süreç gerektirdiğini en iyi bilen şüphesiz ki Allah(c.c)tı.Dolayısıyla ilk nesil Müslümanlarının en ağır bedelleri ödeyerek inşa ettikleri itikat kalesinin şirk düzenleri karşısındaki dirayetinin sebebi Kur’an’dır.O halde aynı kaleyi bugün de Kur’an inşa edecektir.

İtikat,gömleğin ilk düğmesidir adeta.O yanlış iliklendi mi bütün düğmeler yanlış iliklenmiş olur.İbadet,ahlak ve muamelatın itikattan sonra gelmesi boşuna değildir.Çünkü itikat sahih değilse ibadetin,ahlakın ve muamelatın da sahihliğinden bahsedilemez.Nitekim bugün Müslümanların ibadet ve ahlakta yaşadıkları zaafların temelinde de şüphesiz ki itikat bunalımı yatmaktadır.İslam,itikadi bir varoluşun öznesi olmaktan çıkmış kültürel bir varoluşun nesnesi olmaya doğru evirilmiştir.İslam’a dair bilinenler ve yapılanlar kültürün ve geleneğin aktarabildiği kadardır.Oysa ki kültür ve gelenek arı-duru ya da pir-u pak değildir.Aradan geçen yüzlerce yılda bir takım tortular bulaşmıştır.Kaynaktan uzaklaştıkça suyun bulanıklığının artması misalinde olduğu gibi gelenek ve kültür “müteşerri” bir perspektifle teşrih masasına yatırılmalıdır.Nitekim Kutup, ilk nesil Müslümanlarının itikat kalesini inşa ederken yegane dayanaklarının Kur’an olduğuna dikkat çektikten sonra şöyle der “Sonraki nesillerin beslendiği kaynağa,Grek Felsefesi ve mantığı,İran Mitolojisi ve düşüncesi,Yahudi İsrailiyatı,Hıristiyan ilahiyatı ve diğer çökmüş medeniyet ve kültürlerin kalıntıları karıştı.Bütün bunlar,aynı şekilde,Kur’an’ı Kerim’in tefsirine,kelam ilmine,fıkıh ve usule de bulaştı.O nesilden(ilk nesil) sonraki nesiller,işte bu bulanık kaynaktan yetiştiler.Ve o nesil kesinlikle bir daha gelmedi.”(11)

Kur’an’ın her türlü şek ve şüpheden uzak,arı-duru,cihanşümul ve muhkem bir metin olarak elimizde olması müthiş bir imkan ve müstesna bir ikramdır.Bu sayede hangi zaman ve zeminde olursa olsun sahih bir evrensel çağrının mümessili olmak mümkündür.Kutup’un yazdığı tefsir için seçtiği ismin “Fi Zilal-İl Kur’an/Kur’an’ın Gölgesinde” olması kanaatimce,bu çağrının ancak Kur’an’a sığınarak mümkün olduğuna inanması sebebiyledir.Ona göre Kur’an gölgesine sığınılandır ve kendisine sığınanı koruyandır.Buradaki “gölge” metaforu,Müslümanların modern paradigmanın dayatmalarından korunmak ve bu dayatmayı aşmak amacıyla bağımsız bir alan oluşturması olarak ta okunabilir.

***

Yvonne Y.Haddad, Kur’an’ın belirleyiciliğine olan bağlılığı nedeniyle Kutup’u evanjelik bir üslup kullanmakla itham eder.(12)Böylece Evanjeliklerin klise ayinleri yerine İncil’in vazedilmesi gerektiği yönündeki tezlerinin(yani metne bağlılıklarının) Kutup’un Kur’an vurgusuyla aynı olduğunu söylemeye çalışır.20.yüzyılın başında ABD’deki çeşitli Protestan mezhepleri içinde liberaller ile fundamentalistler arasında çıkan anlaşmazlıkların derinleşmesi sonucunda Fundamentalistlerin benimsediği isim olan Evanjelik,Kutup ve izleyicilerinin kategorik olarak kodlanmasına yardımcı olur.Tipik bir Oryantalist yaklaşım ürünü olan bu kodlama,1990’lı yıllar Türkiye’sinde “siyasal İslam”a evirilecektir.28 şubatın meşruiyeti bu kavramsallaştırma ile sağlanacaktır.Cezayir’de İslami Selamet Cephesine karşı yapılan darbenin küresel arenada makul karşılanmasını sağlayan da yine “siyasal İslam” kavramıdır.Evanjeliklerle Kutup ekolünü eşitleme çabasının bir diğer olumsuz etkisi de İslam’ı Hıristayanlıkla Kur’an’ı ise İncille aynı ontolojik bağlama hapsetmedir.Böylece İslam’ın da Hristiyanlıkta olduğu gibi modern paradigma karşısında mağlup olacağı ve metnin(Kur’an’ın) hermenötik müdahaleye maruz kalacağı(ya da kalması gerektiği)zımnen tescillenmiş olacaktır.

İslam’ı yalnızca ritüellerden(nüsuk/menasik) ibaret gören ve onu manevi bir tatmin vasıtasına indirgeyen yaklaşımların Seyyit Kutupla kavgalı olmaları manidardır.Nitekim ülkemiz de dahil olmak üzere halkı Müslüman beldelerin çoğunda Kutup’un düşünceleri “sakıncalı” bulunmuş hatta özellikle gündem dışı tutulmaya çalışılarak öcüleştirilmiştir.Onun itikat bağını tüm diğer bağların fevkinde gören anlayışı, ulus-devlet formlarının cari olduğu beldelerde endişe ile karşılanmıştır.Dahası, İslami Hareketi sadece teorik ve felsefi tebliğ yapan bir yapı olarak değil,aynı zamanda İslam’a muğayir bir hayatın “değiştirilmesini” amaçlayan bir hareket olarak kodlaması, başta körfez tiranlıkları olmak üzere bütün halkı Müslüman beldelerde endişe yaratmıştır.En büyük endişe hiç şüphesiz Firavunist(ifade Nuri Pakdil’e aittir) damarın modern temsilcisi olan Mısır’da ortaya çıkmıştır.Arap Sosyalizminin ve sonraları Arap Birliği düşüncesinin önemli simalarından biri olan Nasır’ın Kutuptan kurtulmak istemesinin temelinde de, Mısır halkına çizdiği ulusçu perspektifin Kutup ve izleyicileri tarafından düşünce planında imha edilmesi kaygısı yatmaktadır.Her ne kadar Müslüman Kardeşler Hareketi Nasır öncülüğünde gerçekleşen Hür Subaylar İhtilaline,ülkedeki İngiliz etkisini minimize etmesi ve Mısır’ı bağımsız kılması nedeniyle destek vermişse de, Nasır’ın Mısır için uygun gördüğü ideolojik formun sosyalizmin Arap versiyonu olan Baasçılık olduğu fark edildiğinde, bu destekten vazgeçilmiştir.Nitekim Kutup ve arkadaşlarının sonu idamla biten mücadeleleri de bundan sonra başlamıştır.Kutup’un idamından bir yıl sonra yaşanan altı gün savaşlarında Mısır’ın başı çektiği birçok Arap ülkesinin İsrail karşısında yaşadığı hezimet, hem Müslüman Kardeşler hem de Mısır için yeni bir dönemin başlamasına sebep olmuştur.Nasır’ın Baasçılığının aldığı bu ağır mağlubiyet,Arap beldelerinde İslami Hareketlerin öne çıkmasını sağlayacaktır.Bu hareketlerin fikri donanımlarında Kutup etkisi barizdir.

Bu etkinin kriminalize edilmesi için oldukça yoğun mesai harcayacaktır küresel istikbar. İŞİD,Taliban,El-Kaide gibi yapılar üzerinden,içinde Kutup’un da yer aldığı alim/mütefekkir şahsiyetler terörize edilecektir.Böylece Müslümanlara modern paradigmayla barışık,uzlaşmacı bir perspektif dayatılacaktır.Bu perspektifin mümessillerini bulmakta hiç güçlük çekilmeyecektir.Türkiye özelinde Gülen Hareketi(resmi adı FETÖ) bu amaçla palazlandırılmıştır.Benzer müdahaleler diğer halkı Müslüman beldelerde de farklı isimler adı altında yapılmıştır.Naom Chomsky Kader Üçgeni adlı kitabında küresel sistemle uyumlu bir İslami dilin oluşturulması için Pentagon tarafından oldukça büyük bütçe ayrıldığından ve bu çerçevede girişilen temaslardan bahseder.(13)Bu bütçe büyük oranda,modern paradigmayla uzlaşmanın Müslümanlar için mümkün olmadığı tezini oldukça güçlü bir şekilde işleyen ve bunu Kur’an’ı merkeze alarak yapan alim/mütefekkirlerin “kriminalize” edilmesi ve itibarsızlaştırılması amacıyla kullanılmıştır.Sözünü ettiğimiz bu alim/mütefekkirlerin temsil ettiği “uzlaşmasız direniş” hattını işlevsiz kılmak için ihdas edilen yapıların Batıni/içrek/ezoterik ve işraki bir anlayışın mümessili olmaları ise dikkat çekicidir.Küresel istikbar,Müslümanların Kur’anla doğrudan temas kurmasından oldukça rahatsızdır.Bu çağrıyı yapanlara reva görülen muamele ise yukarıda da arz ettiğim üzere terörize etmek ve itibarsızlaştırmaktır.

Kutup’un modernite değerlendirmesinde ‘’cahiliye’’ kavramı merkezi rol oynar.Ona göre cahiliye tarihin belli bir döneminde yaşanmış ve bitmiş bir davranışlar dizgesi değil halen devam eden tarih ve zaman üstü bir tavır alışın adıdır.Dolayısıyla Müslümanların yeniden tarih sahnesine çıkabilmeleri için tıpkı on yıldan fazla süren Mekke döneminde olduğu gibi aziz İslam’ın itikat manifestosunu hayatlarının merkezine koymaları gerekmektedir.Bu manifesto rab-kul ilişkisini olması gerektiği yere koymayı,hakikatin bilgisinin ilahi kaynaklı olduğunu kabul etmeyi,insan-Allah,insan-insan ve insan-evren ilişkisinin adalet ekseninde gerçekleşebilmesi için vahyin kılavuzluğuna ihtiyaç olduğunu tazammun eder.Seyyit Kutup’un ’’Cahiliye’’ kavramını tarihsel bağlamından çıkarmak suretiyle zamanlar üstü bir zihniyeti temsil ettiğine vurgu yaparak ortaya koyduğu tespitler İslamcılığın 19.yüzyılda ortaya çıkarken ki savunmacı ve entegrist yönünü olgunlaştırmış ve daha üst perdeden tavır alışın imkanlarını öğretmiştir.

Seyyit Kutup 17.yüzyıl bilim devrimiyle başlayan,19.yüzyılda önemli bir ivme kazanan 20.yüzyılda ise Dünya sathına yayılma emareleri gösteren modern düşünceyi ve onda içkin endüstriyel kapitalizm,sekülerlik ve rasyonaliteyi İslam noktayı nazarından sarsan/yerinden eden bir Müslüman mütefekkir olarak tarihteki yerini almıştır.Onun eserleri eleştirel bir dikkat ve deruni bir farkındalık bilinciyle yeniden okunmalıdır.Onun eleştirilerinin olgunlaştırılması ve açtığı ‘’kavramsal özgünlük’’ çığırının devam ettirilmesi bugünü idrak eden İslamcıların vazifesidir.Küreselleşme olgusunun her geçen gün kendisini muhkemleştirdiği ve Dünya’nın Batılı/neo-liberal değerler çerçevesinde birörnekleş/tiril/diği bir vasatta,sadece Müslüman toplumların değil bütün bir Dünya insanlığının kurtuluşu,İslam’ın Allah-insan-evren telakkisine boyun eğmekten geçiyor.Buna evvela kendisini İslam’a nispet edenlerin hakkalyakin inanması gerekiyor.Modern/post-modern tahakkümü aşmak ve aziz İslam’ın muştulayıcı mefkuresini insanlık ailesine sunmak ancak ve ancak hikmetli Kur’an’ın referans olmasıyla mümkündür.Yerel,taşralı,içe kapanmacı,entegrist,savunmacı,muhafazakar tavrın ve tarzın mahkumu olmaktan kurtularak,evrensel İslami hareketin/mesajın mümessilleri olmayı şiar edinmek boynumuzun borcudur. Aziz İslam’ı şirk üreten sistemlerin yamağı yapmadan özgün ve özgür İslami dili üretebilmenin imkanlarını aramak zorundayız.

Sezai Karakoç’un Seyyit Kutup’un idamı sonrası Dirilişte yazdığı yazsından kısa bir bölümü alıntılayarak bitirelim:”Çağdışı olmuş hiçbir inanç ve dünya görüşünün adamı asılmaz. Asılan bir adamın ülküsü,asıldığı ülke için bir fantazya değil,tersine,statükocuların,yöneticilerin,bir anda toplumu  zapt edeceği korkusuyla geceleri kabus üstüne kabus geçirdikleri,gündüzleri çılgınlık nöbetleri içinde ne yapacaklarını bilemedikleri,düşünce planından taşarak hayat haline gelmeye başlamış,ülkenin geleceği için kaçınılmaz bir ölçüde söz sahibi olmuş bir ülküdür.Bu ülkünün düşünürlerinin bile asılmaya başlaması,yürürlükteki rejimin,son günlerinde kıran kırana bir ölüm kalım savaşına girişmesi anında olabilir.”(14)

Kamil ERGENÇ

 

NOT: Bu yazım Enderun Özgün Eğitimciler Dergisi'nde aynı başlıkla yayınlanmıştır.

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

(*)Parantez içi ifadeler tarafımdan eklenmiştir. Ayetin orijinal metninde yoktur.Eklediğim ifadelerin “bağlam”a ve ayet/ler/in vermek istediği mesaja muvafık olduğunu düşünüyorum.Elbette ki en iyisini Allah(c.c) bilir.

DİPNOT ve KAYNAKÇA

1-Yvonne Y.Haddad, İran’da Şah Rejiminin yıkılmasına yardımcı olan,aralarında Ali Şeriati’nin de bulunduğu,gençlerin Seyyit Kutup’un yazılarından etkilendiğini söyler.Ayrıca Kuveyt’teki The İnternational İslamic Fedaration of Student Organization bürosunun Kutup’un kitaplarını İngilizceye çevirdiğini ve bu kitapların Amerika’da ki The Muslim Student Association üyelerine tavsiye edildiğine dikkat çeker.Hatta Amerika’da ki siyahi Müslümanlar olarak tanınan The American Muslim Mission üyeleri arasında Kutup’un kitaplarının yaygın olduğunu da ekler.(Bkz.Yvonne Y.Haddad “Seyyid Kutub:İslami Güçlenişin İdeoloğu” /Güçlenen İslam’ın Yankıları içinde Syf.83-114/ Yöneliş Yay.) Bugün İran’da Velayeti Fakih makamında oturan Hamaney’in Kutup’un tefsirini Farsçaya çevirdiğini de biz ekleyelim.

2-Ali Şeriati insanın “oluş” sürecinde karşısına çıkan zindanları şöyle sıralar:Tabiat(doğa),Toplum,Tarih ve Benlik.Daha önce İşaret yayınlarından “insanın dört zindanı “ismiyle çıkan bu kitap, sonraları Fecr Yayınları tarafından “Kendisi Olmayan İnsan” ana başlığıyla çıktı.İnsanın dört zindanı ifadesi ana başlığın altına daha küçük puntoyla yazıldı.

3-Hamilton Gibb’den aktaran İbrahim M.Abu Rabi(Bkz.İslami Hareketin Entelektüel kökenleri/Yöneliş Yay.)

4-Mehmet Ali Büyükkara/Çağdaş İslami Akımlar içinde “İhvan-Müslimin Maddesi”/Klasik Yay.

5-Seyyit Kutup/Kur’an’da Edebi Tasvir/Çizgi Yay.

6-Leonard Binder’den aktaran Yasin Aktay/Tezkire Dergisi Sayı:57 Temmuz/Ağustos/Eylül 2016)

7-Seyyit Kutup/Yoldaki İşaretler Syf.24/Özgün Yay.

8-Bu gruplarla ilgili daha ayrıntılı bilgi için Bkz.Alev Erkilet/Ortadoğu’da Modernleşme Ve İslami Hareketler/Hece Yay.Syf.288-313

9-Seyyit Kutup/Fi Zilal-İl Kuran 1.Cilt (M.Emin Saraç,İ.Hakkı Şengüler ve Bekir Karlığa Tercümesi)/Madve Yay.

10-Muhammet Hüseyin Beheşti/Bilmek/Bir Yayıncılık)

11-Seyyit Kutup/Yoldaki İşaretler/Özgün Yay.

12-(Bkz.Yvonne Y.Haddad “Seyyid Kutub:İslami Güçlenişin İdeoloğu” /Güçlenen İslam’ın Yankıları içinde Syf.83-114/ Yöneliş Yay.)

13-Noam Chomsky/Kader Üçgeni/İthaki Yay.

14-Sezai Karakoç, Dirilişin Çevresinde,4.baskı,s.110,Seyyid Kutup’un idamı sonrasında yazdığı ’’Şehidin Mirası Zaferdir’’yazısından)

15-Asaf Hüseyin/Ortadoğu’da Devlet ve Terör/Pınar Yayınları

16-Hamid Dabaşi/Arap Baharı(Post-Kolonyalizmin Sonu/Sümer Yay.


AddThis
 

Yorum ekle