okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün131
mod_vvisit_counterDün867
mod_vvisit_counterBu hafta2171
mod_vvisit_counterBu ay12402
mod_vvisit_counterHepsi1839411

The Long Nineteenth Century

The Long Nineteenth Century, 1750-1914, Crucible of Modernity Trevor R. Getz tarafından yazılan, Modernite’nin serüvenini anlatan üç kitap serisinden ikincisidir. Birinci kitap, erken modern dönem olarak tanımlanan 1450-1750 yılları arasını incelemektedir. Üçüncü kitap, 1914 yılından günümüze Modernite’nin serüvenini ele almaktadır. Müellif ise bu ikisi arasında bulunan ‘’ uzun on dokuzuncu yüz yıl’’ olarak tanımlanan 1750-1914 yılları arasındaki modernleşmeyi ele almıştır. Kitabı 7 ana bölüm ve bu bölümlerle ilgili 3 ara bölüme ayırarak oluşturan yazar, imparatorluklar çağının sonlarından 1. Dünya savaşına kadarki süreçte Modernite’nin etkilediği ve değiştirdiği tüm alanları ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. Eser, aynı zamanda bir ders kitabı formatında hazırladığı için her bölümü belirli bir sistematik üzerine yazdığı farkediliyor. Her bölümde ilk olarak ele alınan konunun kökenini, sonra o konunun ne olduğunu, akabinde etkilerini ve etkilenmelerini açıklayarak okuyucuya tüm yönlerini ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Kitabın bir diğer önemli özelliği; her konu başlığını farklı coğrafyalardan hususi örnekler bağlamında açıklamasıdır. Bu metod, kitabı salt akademik bilgi aktarımından ziyade, tarihi süreçte belirli bölgelerdeki olayların ayrıntısına vakıf olunarak konuyu daha anlaşılır kılmaktadır.

Araştırılan konular için araştırma konusunun uzmanlık alanında olması yazar açısından çok önemlidir. San Francisco Devlet Üniversitesinde Tarih profesörü olan Trevor R. Getz, Afrika uzmanı olmasının yanısıra diğer bölgelerin de ana unsurlarına hakim olması çok dikkat çekicidir. Her bölümün sonunda konuyla ilgili ekstra okuma önerilerindeki kaynaklar incelendiğinde, her konu için özenle çalışıldığı görülmektedir. Ayrıca, oryantalist yazı dilinden uzak durmaya çalışan yazar için objektif kalmaya dikkat ettiğini söylemek mümkündür.

İlk ve en önemli olarak, ‘’modernite’’ denildiğinde mezkur kavramın hangi dönemi inceleniyorsa, o dönemin ana kavramlarını ve konu başlıklarını belirlemek çok önemlidir. Yazar yukarıda belirtilen tarih aralığı için şu konu başlıklarını belirlemiştir: İmparatorluk ve Emperyalizm, İnançlar ve Sorular, Ulusçuluk ve Ulus-Devlet, Sanayileşme, Kapitalizm ve Sosyalizm, Dünyanın Yeniden Tanımlanması ve son olarak Değişen Düzenler. Müellif, modernleşmeyi tanımlarken basmakalıp tanımlamalardan farklı bir açıklama öne sürüyor. Klasik olarak Dünya’yı Doğu-Batı şeklinde tanımlamak yerine, Marshall Hodgson gibi tüm küreseli açıklamaya gayret ediyor.          

Birinci bölümde her bölgenin kendine özgü ve farklı tecrübeler ile modernleşmeyi tecrübe ettiğini açıklarken, ilk etapta modernleşmeyi batı merkezli olmaktan ziyade imparatorluklar merkezli bir modernleşmeden bahsetmektedir. Barutlu silahların icadı ile Doğu, Asya ve Rus imparatorluklarının genişlemeci bir politika izlediğini fakat Avrupa’nın genişleyebilecek alanı olmadığı için deniz yolu ile yeni kaynaklara yöneldiğini anlatmaktadır. Devamında yazar, o dönemde Dünya’daki her bölgeden mümtaz örnekler ile genel inanışlar ve hayatı anlamlandırmaya dair soruları/sorunları incelemektedir. İmparatorlukların çökmesi ile başlayan süreçte İslam’ın yaygın olduğu bölgelerdeki düşünür ve hareket önderlerinin fikirlerinden, Asyadaki Konfüçyüs düşüncesinin etkilerine, oradan Avrupa’nın aydınlanma süreci ile birlikte kavramsal yapının değiştirilmesi, akabinde tarih/inanış biçimlerini sorguladığını ve yeni bir bakışaçısı ile düzenlediğini aktarmaktadır. Ayrıca, sömürge devletlerinin giriştiği mücadelede Fransa’nın Amerika kıtası üzerindeki hegemonya çabası karşısında Britanya Krallığı’nın farklı pazarlara yönelmesi meselesi çok dikkat çekicidir. Bunun sonucunda farklı koloniler oluşturduğu ve bu koloniler üzerinde farklı sömürü yöntemleri ile Dünya’nın egemen gücü haline geldiği ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır.

            Daha sonraki bölümlerde yazar, tarihsel süreçte devlet yapısının değişime uğradığı tespiti ile birlikte ‘’Ulusçuluk’’ ve ‘’ Ulus-Devlet’’ kavramlarını oluşturan süreçteki parametreleri incelemektedir. Yazar, bu incelemeleri yine farklı coğrafyalardan örnekler ile açıklama yoluna gitmiştir. Liberalizmin doğuşunu, iç savaşları ve devrim hareketlerini inceleyerek yeni devlet yapılarının kurulduğunu anlatmaktadır. Ayrıca, yeni kurulan bu devlet modelinin hangi yollarla kurumsallaştırıldığını da özel örnekler ile izah ettikten sonra, teknolojik gelişmeler sonucunda sürecin etkenlerinin değiştiğini ifade etmiştir. Teknolojik gelişmelerin temelini oluşturan sanayi devrimi ise birçok vechesi ile ele alınmıştır. Sanayi devrimini iki kısıma ayırarak inceleyen yazar, birinci sanayi devriminin temellerinin nasıl atıldığı, fabrikaların seri üretimleri sürecinde ham madde ve iş gücü ihtiyacının ortaya çıkmasını, bununla birlikte başlayan yeni sömürü rotaları ve köleleştirme yolları gerekçeleri ile açıklanmıştır. Yazar ikinci sanayi devriminde ise, hangi ülkelerde ortaya çıktığı, bu devrimin sonucunda ortaya çıkan yeni sosyal sınıfları ve bilime olan yaklaşımı ele almaktadır. Son üç bölümde ise tüm bu büyük etkilerin ekonomik, sosyal, siyasal-ideolojik sonuçları ile birlikte, insanların doğa,mekan,zaman ve yaşamı algılamadaki değişimi ele almaktadır.

            Bununla birlikte, kitabı okurken dikkat edilmesi gereken hususlar mevcuttur. Yazar her ne kadar ayrıntılı bir çalışma ortaya koymuş olsada, uzmanlık alanı olmayan bölgerdeki kişiler ve olaylarla alakalı yanlış çıkarımlarda bulunabilmektedir. Örneğin, Vahhabilik hareketini ve önderini anlatırken İslami terminolojiye uzak olmasından dolayı yanlış tanımlamalar yapmıştır. Ya da, Voltaire üzerinden aydınlanma çağını açıklarken Voltaire’nin modernliği hangi tarihten itibaren başlattığını göz önünde bulundurmadan klasik batılı açıklamalarla sınırlı kalmıştır.

Ele alınan konu göz önünde bulundurulduğunda, yazarın en nihayetinde modern bir zihinle eseri kaleme aldığı söylenmelidir. Avrupalı aydınların özellikle 1450-1800 arası dönemdeki modernleşme izahları es geçilerek, kitapta belirttiği üzere modern tarihin babası olan Hegel çizgisinde bir eser olmuştur. Ezcümle, kitabı tanımlayacak olursak, ele alınan tarih aralığının çok geniş olması ve küresel ölçekte bir inceleme olması çok zor bir iddiayı yerine getirme çabası olarak tanımlayabiliriz. Buna rağmen, çok güzel bir kronoloji, akıcı bir üslup, ana kaynağa götüren önermeler ve ufuk açıcı sorular ile güzel bir kaynak eser olma özelliği taşıyor diyebiliriz.

 

Hamza Taha BABA


AddThis
 

Yorum ekle