okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün454
mod_vvisit_counterDün455
mod_vvisit_counterBu hafta909
mod_vvisit_counterBu ay5708
mod_vvisit_counterHepsi1846488

Derkenar(11)

TRT Avaz tarafından yayınlanan İmam Maturidi belgeseli((https://www.youtube.com/watch?v=Yckg2OqKWxo),Müslümanların düşünsel birikiminin ulus-devlet çıkarları için nasıl araçsallaştırıldığını anlamak açısından dikkatle izlenmeyi hak ediyor. Belgesel hakkında naçizane kanaatlerimi nazar-ı dikkatlerinize arz ederim:

1) Maturidi gibi kendi zamanının gerçek anlamda tanığı ve kendisinden sonrakiler için de ilham kaynağı olan bir alimin gündemleştirilmesi ve kamuoyunun dikkatine sunulması önemli bir çabadır. Bu boyutu itibariyle ilgili belgesel çalışmasını tebrik etmek gerekir. Bu kıratta çalışmaların İslam ilim/tefekkür geleneğinin diğer simaları için de yapılması gerekir.

2) Boudrillard “kamera izleyiciye çevrilmiş bir silahtır” der. Bu zaviyeden olmak üzere, kamera aracılığıyla bize ulaşan her bilginin “yorumlanmış bilgi” olduğuna dikkat çekmek isterim. Hele ki bu bilgi devletin kontrolünde olan bir kanaldan ulaşıyorsa, duyargalarımızın daha da açık olması icap eder. Çünkü bütün ulus-devletler gibi Türkiye de (bilgiye istediği biçimi vererek) mevcudiyetini ve meşruiyetini tahkim etmek ister. Bunu yaparken de kafi miktarda çarpıtma yapmak durumundadır. Dolayısıyla teşrih masasına yatıracağımız belgeselin ne söylediği kadar ne söylemediği de önemlidir diye düşünüyorum. Bu bağlamda;

2.a) Belgeselde Maturidi’nin Türk-İslam geleneğinin ulemasından olduğuna dair örtülü ya da açık vurgu hemen göze çarpıyor. Türkistan havalisinde doğmuş olmasından tutun Anadolu’nun İslamlaşma sürecinde onun fikirlerinin etkili olduğuna varıncaya kadar bütün değiniler, Türkiye için en uygun geleneksel damarın Maturidi çizgisi olduğunu tespit etmeye yöneliktir. Bu yaklaşım,özellikle Suriye iç savaşından sonra Türkiye’ye gelmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli’nin temsil ettiği selefi damarın Türkiye kamuoyunda oluşturacağı muhtemel düşünsel sapmaları tolere etmek ve İŞİD/DAİŞ tarzı radikal neo-selefi örgütlerin çekim alanını daraltmak amacına matuf olarak öne çıkarılmış olabilir.Belgeselde dikkat çekilen konuların (devlete isyan, terör, mezhep çatışması,aklın rolü vb.) neredeyse tamamı bu bağlamda değerlendirilebilir.

2.b) Maturidi çizginin Hanefilikle alakasının kurulması önemli. İslam düşünce geleneğinde “rey ekolü” olarak bilinen damar, Ebu Hanife’den beslenir. Bu damar içtihadi çabayı önemser, istişare/müşavere odaklı çalışır, entelektüel/ilmi bağımsızlığa önem verir. Ancak belgeselde bu konular çok yüzeysel geçilmiş. Oysaki Ebu Hanife’nin devlet görevini kabul etmemesinin asıl sebebi(kanaatimce); ulemanın bağımsızlığını korumak, içtihat kanalını alabildiğine açık tutmak ve ilmi/entelektüel çalışmaları devlet himayesinde değil, Müslüman halkın himayesinde icra etmektir. Çünkü devletin himayesine giren ilim doğurganlığını ve devingenliğini kaybeder. Benzer kaygılar Maturidi için de geçerlidir.

2.c) Maturidi’nin akla ve içtihada verdiği öneme değinilirken onun rüya,sezgi ve kehanete karşı mesafeli olduğu vurgulanmış. Bu önemli… Ancak ilerleyen dakikalarda Hızır ile görüşmesine vurgu yapılmış ve ilmi derinliğinin oluşmasında bu görüşmenin etkili olduğuna dikkat çekilmiş. Burada bir çelişki ortaya çıkıyor. Çünkü Hızır ile görüşme hadisesi mana aleminde cereyan eden bir hadisedir ve sezgi, rüya, kehanet gibi ezoterik olgularla arasına mesafe koyan bir alimin böyle bir yönünün olmaması icap eder.

2.d) Anadolu’nun İslamlaşma sürecine işaret edilirken Maturidi’nin fikirlerinin etkisine değinilmiş. Hatta bu fikirlerin tasavvufa da etki ettiği ve Mevlana’dan Hacı Bektaş’a oradan Mehmet Akif’e kadar uzanan bir silsilenin bu fikir atmosferinden ilham aldığına dikkat çekilmiş. Ancak Anadolu tasavvuf kültürünün Nakşi damardan beslendiği ve Nakşiliğin de ekseri olarak İşraki gelenekten etkilendiği unutulmuş. İşrakilik, Sühreverdi ile canlanan ve İslam dünyası toplumlarında ciddi etkisi olan bir gelenek olarak bugün bile varlığını devam ettirmektedir. Esasında Maturidi fikriyatı ile bu gelenek kolay kolay uzlaşmaz. Hatta çatışır… Çünkü keşf,sezgi,rüya,ilham işraki geleneğin bilgi kaynakları arasında yer alır. Belgeselde dikkat çekilen FETO da işraki gelenekten beslenir. Hatta Türkiye özelinde cemaat/tarikat havzalarının neredeyse tamamına yakını işraki ekoldendir. Dolayısıyla Maturidi çizgisi Türkiye de garip kalmıştır. Hatta dışlanmıştır... Sadece Akif’in safahatı incelense bile bu görülebilir. Nitekim 15 temmuzdan sonra FETO yapılanması sadece devlete verdiği zarar boyutuyla gündem yapılmış fakat ana referansları sorgulanmamıştır. Çünkü sorgulanması halinde bir çok büyük cemaat/tarikat havzaları da aynı kategoriye girebilecektir. Ortak nokta işrakiliktir. (Konuyla ilgili ansiklopedik bilgi için İSAM’dan İşrakilik ve Suhreverdi maddesine bakılabilir)

2.e) “Devlete isyan” bağlamında Maturidi çizginin kanaati olarak serdedilenler tamamen konjonktüreldir diye düşünüyorum. Malum Türkiye’nin etrafındaki halkı Müslüman ülkelerde isyan hareketleri ortaya çıktı. Dünyanın değişik yerlerinde de benzer hareketlerden bahsedilebilir. Yakın zamanlarda Gezi Olayları, Hendek hadiseleri ve 15 temmuz gibi sarsıcı gelişmeler de hepimizin malumu. Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde devlet otoritesinin zaafa uğramasını engellemek için din dilinin etkili olacağı hesaplanmış olabilir. Malumdur ki küreselleşme realitesi 2000’li yıllar itibariyle ulus-devletlerin egemenliğinden rahatsız oluyor. Bu nedenle alt kültür gruplarını özgürlük söylemi altında harekete geçirmeye çalışıyor. Bu gruplar etnik-mezhebi-meşrebi-folklorik-bölgesel v.b olabilir. Bu hareketliliklere fırsat vermemek ve muhtemel oluşumların önünü kesmek için Maturidi özelinde din dilinin kullanılması söz konusu. Kaldı ki Maturidi çizginin önderi olan Ebu Hanife’nin İmam Zeyd’in kıyamını tasdik ettiği bilinmektedir. Ebu Hanife’ye ilham veren Hz. Ali (r.a) damarının Emevi saltanatına karşı verdiği mücadeleye ise tarih şahittir.

2.f) Belgeselin bir yerinde Maturidiye atfen cihat “savaşa giden yolları kapamaktır” şeklinde tanımlanıyor. Oldukça yüzeysel ve maksatlı bir değerlendirme. Ünlü dil alimi Rağıb El İsfehani Müfredat adlı eserinde cihad için şöyle der: “düşmana karşı savunma yaparken var gücünü kullanmaktır. Cihad üç çeşittir: a) Düşmana karşı mücadele b) Şeytana karşı mücadele c) Nefse karşı mücadele.İçtihat ta cihatla aynı köktendir ve “gücünün tümünü kullanmak ve zorluğa katlanmak konusunda (düşünerek) kendini zorlamaktır.(Bkz.Müfredat/Cilt-I/Syf:268-269/Çıra Yay.)

2.g) Patrona Halil isyanıyla ilgili değerlendirme de oldukça basit ve devleti merkeze alan bir yaklaşımın ürünü. İsyana sebep olan koşullara hiç değinilmemiş. Lale Devri’nin mahiyetine dair neredeyse hiç vurgu yok. Bilakis bazı bürokratların çabalarına işaret edilmiş ve devletin yaptığı yatırımlara dikkat çekilerek Patrona Halil’in isyanı itibarsızlaştırılmaya çalışılmış. Oysaki isyanla ilgili Halil İnalcık şu değerlendirmeyi yapar: “1730 isyanı bir kelime ile ,bir taraftan halk ile zevk u sefa için pervasızca servetler harcayan saray arasında çatışmayı gösterdiği gibi,meclis-i işrete,sanatlara,şiir ve musikiye revaç veren İrani geleneğe karşı İslami şeriatçıların ayaklanması şeklinde açıklanabilir.” (Bkz. Halil İnalcık/Has Bağçede Ayş u Tarab/Nedimler,Şairler,Mutribler/Türkiye İş Bankası Yay./Syf.327)

2.h) İmam Maturidi Müslümanların tarihin öznesi oldukları bir zaman diliminde yaşadı. Her alim/düşünür/entelektüel gibi o da içine doğduğu zamanın çocuğu. Ondan istifade ederken evvela içine doğduğu tarih/zaman kesitinin siyasi-iktisadi-ilmi-coğrafi vb. koşullarına da vakıf olmak gerekir. Aksi taktirde yanlış anlamalar ortaya çıkabilir. Belgesel bu hassasiyeti göstermekten oldukça uzak.Bu nedenle oryaya anakronik bir sapma çıkıyor. Bugün biz Müslümanlar tarihin nesnesi durumundayız. Bütün mukaddesatlarımız(Kabe,Kudüs gibi) işgal altında. Son iki yüzyıldır Protestan kültür iklimin değer sistemiyle iç içe yaşıyoruz. Halihazırda kapitalist/seküler/liberal değerler sistemi tarafından hem zihnen hem de fiziken işgal edilmiş durumdayız. Ulus-devlet realizmi tarafından homojenleştirilen bir kültür iklimini teneffüs ediyoruz. Maturidi bu söylediklerimin hiçbiriyle yüzleşmek zorunda kalmadı. Belgesel,Maturidi’nin bu ahval için ne önerdiğine dair herhangi bir beyanda bulunmuyor.Oysa ki tam da bu ahvale dair çözümleme yapmak ve bir çıkış yolu bulmak zorundayız. Bu bağlamda Maturidiyi de aşmak gerekiyor.

2.I) Osmanlı medrese geleneği Selçuklulardan etkilendi. Selçuklular ise medreselerini Nizam-ül Mülk,Gazali ve Melikşah üçlüsünün koordinasyonuyla inşa etti. Nizamiye Medreseleri adıyla maruf olan ilim havzaları, Doğu’dan Moğol Batı’dan Haçlı saldırılarıyla moral motivasyonları çöken Müslümanların savunma refleksinin sonucudur. Güney’den Şii yayılmacılığı da eklenince bu medreseler elde kalanı muhafaza etmek amacıyla hareket ettiler ve Eş’ari düşünce geleneğine göre konumlandılar. Fatih zamanında kurulan Sahn-ı seman medreseleri de dahil Osmanlı medreseleri bu geleneği sürdürdüler. Dolayısıyla Maturidi’nin Osmanlı’ya da etki ettiği düşüncesi “kısmen” doğru kabul edilebilir. Osmanlı’da medrese Eş’ari gelenek üzerinden yürümüştür Maturidi değil. Bu bağlamda belgeselin bilgi hatalarıyla dolu olduğu söylenebilir.

Sonuç olarak belgeselde;

Çerçevesi Ziya Gökalp, Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu,Yusuf Akçura,Remzi Oğuz Arık gibi aydın/entelektüeller tarafından çizilen,yakın zamanlarda İsmet Özel’in farklı bir veçhe kazandırmaya çalıştığı Türk-İslam sentezi,Maturidi üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Benzer çabayı daha önce Cumhuriyet modernleşmesini meşrulaştırmak için kullananlar da oldu.Merhum Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa Kemal ile Ebu Hanifeyi karşılaştırmış ve Cumhuriyet modernleşmesine buradan bir icazet bulmaya çalışmıştı.Ankara İlahiyat Fakültesi’nin kuruluş amacı da buydu.“Türkler için en uygun İslami perspektif Hanefi/Maturidi çizgidir” yaklaşımı son yıllarda iyice belirginleşmeye başladı. Bu yaklaşım hayata, tarihe ve bilgiye tevhidi perspektiften bakmayı emreden aziz İslam’ın ruhuna yabancıdır diye düşünüyorum. “Yerlilik ve millilik” klişeleri aracılığıyla İslami bütüne olan duyarlılık zayıflatılmaya çalışılıyor. Türkiye insanının Mısır,İran,Irak,Cezayir,Pakistan,Lübnan,Suriye gibi ülkelerden tercüme edilen eserlerle tanışık olmasından rahatsızlık duyan başta ulus-devlet olmak üzere bir takım çevreler, Maturidi/Hanefi çizgiyi sürekli olarak istismar ediyor. Müslümanların düşünce geleneğine bir bütün olarak bakmak ve bu bütünden eleştirel bir dikkat ve deruni bir farkındalık bilinci hassasiyetiyle istifade etmek icap eder. Aksi taktirde Araplar için Selefi/Hanbeli, Kürtler için Şafi/Eş’ari, İranlılar için Şii/Caferi,Mağripliler için de Zahiri/Maliki gelenek gibi öneriler çıkabilir. Hatta çıkıyor. Düşünsel mirası etnik/kavmi/kültürel/coğrafi endişeler bağlamında parçalamak ümmet olma bilincine de darbe vuruyor. Maturidi gibi istisnai bir alimin ulusal çıkarlar amacıyla istismar edilmesi ilme ve bilgiye değer veren herkes için acı vericidir. 

 

19/06/2020

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis