okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün279
mod_vvisit_counterDün867
mod_vvisit_counterBu hafta2319
mod_vvisit_counterBu ay12550
mod_vvisit_counterHepsi1839559

Bir Devrin Hafızası

Rasim Cinisli’nin “Bir Devrin Hafızası” başlıklı hatıratı yakın tarihe ışık tutması bakımından oldukça önemli tanıklıklar içeriyor. Sağ/milliyetçi/muhafazakar cenahın önde gelen simalarından biri olan Rasim Bey, yaşadıklarını kaleme alarak hem bizlere hem de gelecek kuşaklara önemli bir miras bırakmış oldu. Altıyüz küsür sayfalık hatıratın dikkatimi çeken bazı noktalarını nazar-ı dikkatlerinize arz etmek isterim:

Andre Gide “hatıra yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır” der. Tarihte ne olup bittiğini sadece tarih kitaplarından okumak bazı hususların anlaşılmasını zorlaştırabilir.Hatıralar, tarih okumalarını sıkıcı olmaktan çıkarır ve ilgili dönemin fotoğrafını daha net çekmemizi sağlar. Yazarla birlikte onun yaşadığı döneme gider ve bir anda kendinizi olayların içinde bulursunuz. Akademik endişe taşımadığı için dili sade, akıcı ve anlaşılırdır. Elbette ki hatıraların da eksik yanları vardır. Örneğin nesnellikten uzaktırlar. Genelde yazanın perspektifi hakimdir. Özeleştiriye pek yer verilmez. Yazan kişinin ideolojik aidiyeti olayları aktarma biçimine sirayet eder. Bu nedenle aynı döneme şahitlik etmiş ve fakat farklı ideolojik aidiyeti olan kişilerin hatıralarını karşılaştırmalı olarak okumak daha faydalı olabilir. Rasim Bey’in hatıralarını da Hasan Cemal, Kemal Yamak ve Süleyman Arslantaş’ın hatıralarıyla birlikte okumak gerekir diye düşünüyorum.

Cinisli’nin 1939‘da Erzurum’un Cinis köyünde başlayan hayat hikayesi oldukça zengin verilerle dolu. Henüz daha üniversite öğrencisiyken 27 Mayıs ihtilaline tanık olmuş. Darbeye giden süreçte neler yaşandığını bizzat gözlemlemiş. Adaletin katledildiği Yassıada duruşmalarına katılmış. Ali Fuat Başgil Hoca’nın darbecilere karşı verdiği cesur mücadeleye yakinen şahitlik etmiş. Sıddık Sami Onar, Naci Şensoy, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu,Muammer Aksoy,Hüseyin Nail Kubalı gibi anlı şanlı “prof”ların cunta rejimine yaptığı “hukuki rehberliğe(!)” tanıklık etmiş.İnönü riyasetindeki CHP’nin öncülüğünde yürütülen jurnalcilik kampanyasıyla,CHP’li olmayanların nasıl tevkif edildiğini ve hayatlarının karartıldığını görmüş.Asker-yargı-üniversite üçlüsünün güdümündeki parlamenter sistemin edilgenliğine içeriden tanıklık etmiş. Menderes iktidarında ana muhalefet partisi olarak mecliste bulunan CHP’nin “muhalefet dilinin” aradan geçen altmış yılda zerre kadar değişmediğini görmek gerçekten insanı dehşete düşürüyor. Aslında bu durum sadece CHP için geçerli değil. Türkiye siyasetinin ana omurgasını oluşturan bütün renkler, çok partili hayata geçtiğimiz günden bugüne gelinceye kadar dil, üslup, perspektif ,ufuk vb. başlıklarda bir arpa boyu yol alamamış dersek herhalde abartmış olmayız diye düşünüyorum. Zaten hatıratı okurken teknik/sınai/endüstriyel/askeri alanda ilerlediğimizi ve fakat siyasi, içtimai, hukuki, iktisadi ahlak kaidelerine riayet hususunda yerimizde saydığımızı hatta gerilediğimizi hissettim. Merhum Said Halim Paşa henüz daha 20.yüzyılın başında “Batı siyasal sisteminin bize uygun olmadığını” söylerken haklıymış.(bkz. Said Halim Paşa/Buhranlarımız/İz Yay.)

Rasim Bey, İstanbul’da üniversitede okurken yaklaşık on beş ay kadar Milli Türk Talebe Birliği(MTTB)’nin başkanlığını deruhte etmiş. Sol ideolojinin egemenliğindeki MTTB’yi Nevzat Kösoğlu, Niyazi Özdemir gibi isimlerin de olduğu bir grup arkadaşıyla birlikte yürüttüğü yoğun bir çabanın ardından, 1965’te sağ/milliyetçi kanadın kazanmasını sağlamış. Başkanlığı döneminde komünizmi tel’in mitinglerini ve İstanbul’un fethi kutlamalarını organize etmiş.Ayasofya’nın özgürlüğü için kamusal farkındalık oluşturmaya çalışmış. (Burada bir parantez açarak,Ayasofya’yla ilgili bugün yapılan tartışmaların “imla ve noktalamasına varıncaya kadar” o günün Türkiye’sinde de yapılmış olması,sağ siyasal geleneğin hamasi ve popülist dile olan yatkınlığını görmek bakımından oldukça manidar)

Rasim Bey’in başkanlığının ilk aylarında, Osmanlı Bankası aracılığıyla, MTTB hesabına Moskova’dan birkaç kez para gönderilmesi, Sovyetler’in Türkiye üzerindeki emelleri açısından dikkat çekici bir ayrıntı. Son gelen para Komünizmle Mücadele Derneğine aktarılıyor. Rasim Bey’den sonra MTTB’nin başına, bir dönem meclis başkanlığı da yapmış olan İsmail Kahraman geçmiş. Başkan olmak için önceden Türkeş’le görüşerek desteğini almış… Başlangıçta tarafsız kalmaya çalışan Cinisli de Kahraman’ı desteklemiş. Cinisli’ye göre Kahraman döneminde MTTB içinde Türkeşçi-Erbakancı kavgası başlamış ve Erbakan’a yakın grup “İslami Gençlik” adı altında yönetime hakim olmuş. Böylece önceleri “bozkurt” olan sembolün yerine “Kur’an” geçmiş. Bu değişimi milliyetçilikten İslamcılığa geçiş olarak yorumlayanlar da var. Ancak Cinisli bu yoruma iştirak etmiyor… O,kendi döneminde MTTB’nin sağ’ın bütün renklerine açık olduğunu ve fakat Kahraman döneminde parti politikalarına alet edilerek İslami Gençlik rengine büründüğünü beyan ediyor. İstiklal Şairi Mehmet Akif’in yıkık dökük bir gecekonduda yaşayan uyuşturucu bağımlısı ve fukara oğlu Emin Ersoy’un Rasim Bey döneminde MTTB’ye yerleştirildiğini, ihtiyaçlarının karşılandığını ve fakat Rasim Bey’den sonraki dönemde kovulduğunu ve 1967 de bir kamyon kasasında donarak öldüğünü öğrenmek içimi acıttı doğrusu. Akif’in hatırasına yapılan bu saygısızlık Türkiye için büyük bir ayıp olsa gerek…

MTTB başkanlığından sonra Rasim Bey politikaya atılmış. Süleyman Demirel’in riyasetindeki Adalet Partisi’nden Erzurum milletvekili seçilerek Ankara’ya adım atmış. Türk siyasetinin dolambaçlı yollarında yaklaşık sekiz yıl mesai harcamış. Bu süre zarfında hem Demirel’in tek adam olma arzusuna yakından tanıklık etmiş hem de kıvrak ve ürkek siyasi tutumunu gözlemleme imkanı bulmuş.12 Mart muhtırasında şapkasını alıp gidişini hayretle izlemiş. Demirel çizgisinin kıvraklığına dayanamadığı için bir grup arkadaşıyla birlikte Demokratik Parti’nin kuruluşunda rol almış ve siyasete bu partide devam etmiş. Cumhuriyet idaresinin yurt dışına sürdüğü Osmanlı hanedanlığı mensuplarının Türkiye’ye avdet etmesinde önemli rol oynamış. 27 Mayısın mağdur ettiği Menderes ailesiyle çok yakından ilgilenmiş ve dostluklarını kazanmış. Ancak Rasim Bey’in Demokratik Parti‘deki varlığı da uzun sürmemiş… CHP ile hükümet kurmaktan yana olan vekillerin neden olduğu parti içi hoşnutsuzluklar sonucu 1976 ‘da ayrılma kararı almış. Bu tarihten sonra Çiller’in DYP’sinde yaklaşık sekiz ay kadar İstanbul İl Başkanlığı yapacağı 1994 yılına kadar aktif siyaseti bırakmış. 1995 yılında ise kendilerini bir nevi “Aksakallılar Meclisi” olarak hisseden “Türkiye İçin Birlik Hareketi”nin kuruluşunda yer almış. Ahmet Kabaklı’dan Sebahattin Zaim’e, Süleyman Yalçın’dan Ergun Göze’ye, Sadettin Bilgiç’ten Cevat Babuna’ya kadar çok farklı havzalardan kişilerin dahil olduğu bu hareket, 28 Şubat süreciyle birlikte etkisini kaybetmiş ve Ak Parti’nin kurulma süreciyle birlikte toplantılarını askıya almış.

Cinisli’nin 12 Eylül İhtilaline ilişkin kanaatleri de önem arzediyor. İhtilal öncesinde yaşanan kaotik duruma ilişkin tanıklıklar yakın tarihin anlaşılması açısından mühim. İhtilalin hemen ardından anarşinin nasıl ortadan kalktığına ilişkin sorular hala canlılığını koruyor. 2.Ordu komutanı Bedrettin Demirel’in “12 Eylül’ün geç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımın çoğu ‘tam olgunlaşsın, millet tarafından tasvip edilsin dediler. Bana kalsaydı en az bir yıl önce yapardım. Bir yıl çok kan aktı.” Sözleri insanı dehşete düşürüyor. Ecevit’in 1990 yılında söylediği şu sözler 12 Eylülü anlamak için önemlidir diye düşünüyorum: ”1979 ‘da orta ve doğu Anadolu’da birkaç şehirde sıkıyönetim ilan edelim dediğimde Kenan Evren “gücümüz yetmez” bahanesiyle karşı çıkmıştı. Fakat 12 Eylülde nasıl olduysa bütün ülkede sıkı yönetim ilan edebildi.” Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü için 12 eylül konseyinin fedakarlığını da unutmamak gerek. ABD başkanı Carter bu fedakarlığından dolayı konseye minnettardır.

Hatıratlar söyledikleri kadar söylemedikleriyle de dikkat çekerler. Cinisli’nin temas etmediği veya derinlemesine tahlil etmeden geçtiği bazı hususlar da var şüphesiz. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1-28 şubat süreciyle ilgili pek fazla değerlendirme yapmamış. Türk siyasetinin o günkü tutumuna ilişkin tanıklıklarına yer vermemiş. Post-modern darbenin hangi ihtiyaca binaen yapıldığına değinmemiş. Akademide, yargıda ve sivil toplumda darbe süreciyle ilgili takınılan tavra dair izlenimlerini paylaşmamış. Oysa Cinisli gibi siyaset ve sivil toplum havzalarını iyi bilen birinin mutlaka gördüğü-duyduğu ve yaşadığı şeyler vardır.

2- Rasim Bey, Demirel gibi sağ siyasetin duayen ismiyle görev yapmasına rağmen cemaat/tarikat havzalarının sağ/milliyetçi siyasal çizgilerle ilişkilerine de pek temas etmemiş. Oysa ki sadece Nurculuğun Demirel’le kurduğu yakınlık bile bir kitap konusu olabilir. Kaldı ki Nurculuğun en etkili kolu olan Fetullah Gülen de Erzurumlu. Yani Cinisli’nin hemşehrisi. Gülen ekibinin Türk-İslam sentezine yaslanarak hem 1990 sonrasında Türkistan Havzasında hem de Türkiye siyasetinde ne kadar etkili olduğu sır değil. Nakşiliğin Özal’la kurduğu temasın sır olmadığı gibi… Ancak Rasim Bey bu konular (yani cemaat-siyaset ilişkisi) hakkında konuşmamayı tercih etmiş.

3- 27 Mayıs darbesini yapan cuntanın “kudretli albayı” Alparslan Türkeş’in Menderes ve arkadaşlarının idamına giden süreçteki rolü de kitapta eksik bırakılmış diye düşünüyorum. Türkeş’in Yassıada Mahkemeleri’nin kurulmasında ve yapılan yargılamalarda dahli olduğu gerçeğine temas edilmemiş. Bütün suç CHP’nin üzerine yıkılmaya çalışılmış. Oysa ki Türkeş, Talat Aydemir’in davetiyle 1958 de cuntaya katılmış ve darbe sonrasında Cemal Gürsel’in ikna edilmesinde hayati rol oynamıştı. Hatta o dönemde “Türkiye’nin Nasır’ı” olarak adlandırılıyordu. 27 Mayıs darbesinde CHP’nin kabahati elbette çok büyüktü. Ancak bu kabahatler Türkeş’in aklanmasını/temize çıkarılmasını gerektirmez.

4- Sağ siyasal gelenekte Demirel ve Türkeş gibi ağır topların varlığına rağmen Milli Nizam, Milli Selamet adı altında kurulan partilerin hangi sosyolojik zeminden ürediği veya hangi ihtiyaca binaen ortaya çıktığına dair de bir değerlendirmeye rastlamadım. Bu partileri var eden sosyal gerçekliğe Rasim Bey mutlaka şahitlik etmiştir. Sağ siyasal çizgide ortaya çıkan yeni partilerin sosyolojik zeminine dair bir çözümleme iyi olurdu diye düşünüyorum.

5- Kitap boyunca Muhsin Yazıcıoğlu ismine neredeyse hiç yer verilmemiş. Oysa ki Yazıcıoğlu hem 12 Eylül hem de 28 şubat darbesiyle en esaslı yüzleşmeyi gerçekleştiren siyasetçilerden biri. MHP’nin devlete sadakat adı altında yüzleşmekten kaçındığı 12 eylül darbesinin sonuçlarıyla hesaplaşabilen cesur bir tutumun sahibi olarak Muhsin Yazıcıoğlu’nun Rasim Bey’in dikkatinden kaçması bence önemli bir eksiklik. Sağ/milliyetçi geleneğin önemli simalarından biri olarak Cinisli’nin, Muhsin Yazıcıoğlu’nun MHP’den ayrılış hikayesine dair de bildiklerini bizimle paylaşması iyi olurdu.

6- Hatıratın basım tarihi 2017. Fakat 1997’den 2017’ye kadar olan yirmi yıllık döneme dair pek bir şey yok. Ak Parti’nin kuruluşuna giden süreç, sağ siyasetin ana omurgası olan partilerin (DYP-ANAP-Refah ve türevleri) etkisizleşmesi ve muhafazakar demokrasi adı altında tanık olduğumuz yıllar… Doğrusu Cinisli’nin bu başlıklarda da bir şeyler söylemesi gerekirdi diye düşünüyorum.

Sonuç olarak Rasim Bey’in hatıratı yakın tarihimizin sağ/milliyetçi/muhafazakar zaviyeden bir aynası adeta.Genç kuşaklar başta olmak üzere,bugünkü Türkiye’yi anlamak isteyen herkesin okuması gerek.Kendisine bu hatıratı yazdığı için müteşekkiriz.

 

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

 

 


AddThis
 

Yorum ekle