Etnik Aidiyetlerin Sekülerleşmesi

Etnik aidiyetler üzerinden politik tavır alışların her geçen gün popülerleştiği bir vasata doğru hızla ilerliyoruz.Dünya’da ki güç dengelerinin değişmesini müteakip bölgemizde,hassaten Suriye’de,oluşturulan kontrollü bunalım stratejisi,coğrafyamızda bazı değişim/dönüşümlerin habercisidir.Etnik aidiyetler üzerinden gerçekleşen kırılmaların son yüzyıldır yaşattığı travmalar henüz canlılığını korurken,yeni bir etnik ayrışmanın bölgede mukim Kürtler üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığı bir sürece şahitlik ediyoruz.20.yüzyıl boyunca farklı ulus-devletlerin egemenliği altında sürekli olarak istismar,katliam,asimilasyon ve inkar süreçlerine maruz bırakılan Ortadoğu Coğrafyası’nın bu kadim halkının PKK/PYD/HDP çizgisi aracılığıyla seküler bir dönüşümün hedefi haline getirilmesi,ulus-devlet yapılanmalarının İslam üst kimliği mefkuresini baltalayan bir bela olduğu gerçeğini teyit ediyor.Bu noktada her ulus devlette olduğu gibi şayet teşekkül ederse Kürt ulus devletinin de homojenleştirici özelliği ile tebarüz edeceğinde kuşku yok.Dolayısıyla böyle bir sürecin karşısında olmayı,devletçi reflekslerle hareket etmek ya da Türk ulusalcılığının payandası olmak şeklinde değil bilakis yüzyıldır ulus-devletlerin yaşattığı travmaların nelere yol açtığını gören ve kendisi için istemediğini kardeşi içinde istememe sorumluluğuyla mücehhez Müslüman farkındalığı bağlamında değerlendirmek gerekir.

Bir tür patolojik durum olan ulusçuluk, sadece Türkiye’de değil bölgede ki diğer ülkelerde de gerek nasyonal sosyalizmin Arap versiyonu olan Baasçılık şeklinde,gerekse Pers Kültürü üstünlüğü esasına dayanan Safevilik şeklinde karşılık bulmuş ve Müslümanların İslam üst kimliği etrafında bir araya gelmeleri vücubiyetini tahrip etmiştir.Mişel Eflak’tan Ziya Gökalp’e,Cemal Abdunnasır’dan Musaddık’a kadar her dönemde temsil edilmiş olan milliyetçilik,bu coğrafyanın kanayan en büyük yarasıdır ve görünen odur ki öyle kolay tedavi olacağa da benzemiyor.

Şurası bir hakikattir ki İslam’ın üst kimlik olarak kabul edildiği bir vasatta etnik ayrışmaların zemin bulması mümkün değildir.İslam,her etnik aidiyetin kendisini bütün unsurlarıyla ifade edebilmesinin imkanını sağlayan perspektife sahip bir değerler sistemidir.Aziz Kur’an,muarefe için, insanların farklı şube/kimlik/kabile/Irk v.s. formunda yaratıldığının altını çizerek,insanlığın bu kadar renkli olmasının Allah’ın kudretinin bir nişanesi olduğu hakikatine dikkat çeker.Üstünlüğü sadece ve yalnızca Allah’a karşı sorumluluk duygusunun yerine getirilmesi hususuna dayandırarak ‘’din asabiyeti’’ dışında hiçbir asabiyetin kabul edilemeyeceğini beyan eder.İslam,hiç bir etnik aidiyetin kendisini bir öteki olarak hissetmesini veya herhangi bir otorite tarafından asimile adici,ötekileştirici ve tahfif edici bir muameleye maruz kalmasını kabul etmez.Bu nedenledir ki ulus-devlet paradigması,kendisinde içkin homojenleştirici hususiyeti gereği aziz İslam’ın ümmet perspektifiyle bağdaşır değildir.Çünkü ümmet olmak,İslam’ı üst kimlik olarak kabul etmeyi ve her türlü etnik/mezhebi/meşrebi/folklorik/kültürel farklılıkları İslam üst kimliği altında görmeyi gerektirir.Ancak üzülerek müşahede ediyoruz ki İslam,Türkiye’nin de dahil olduğu bu coğrafyada,itikadi bir varoluşun öznesi değil,geleneksel/kültürel bir unsur olarak kabul edilmektedir.Şayet İslam itikadi bir varoluşun öznesi olsaydı,bir tür patoloji olan milliyetçilik/ulusalcılık ve sekülerlik gibi gayr-ı İslami ideolojiler bu kadar yaygın bir karşılık bulamayacaklardı.Demek ki ulus-devlet paradigması bizlerin sadece farlılıklarımızı törpülemekle kalmamış,aziz İslam’ı itikadi varoluşumuzun öznesi yapma imkanını da elimizden almıştır.Dolayısıyla bugün her şeyden evvel Müslüman’ca düşünmenin imkanlarını öğrenme ve öğretme sorumluluğuyla hareket etmek durumundayız.

I.Dünya savaşının 100.yılını geride bıraktığımız bir zaman dilimindeyiz ve yaklaşık beş yıldır da yeni bir yüz yıllık plan çerçevesinde değişimler/dönüşümler süreciyle karşı karşıyayız. Tunus’la başlayan ve ardından Libya,Mısır,Bahreyn,Yemen derken Suriye’ye kadar uzanan ve Prag Baharı’ndan mülhem olarak Arap Baharı olarak adlandırılan sosyal patlamaların, başladığı yer de dahil olmak üzere eskisinden daha kötü bir duruma gelmiş olması üzerinde tefekkür etmek durumundayız.Adlandırmasını dahi kendimizin yapamadığı bu süreçlerin yine bizim dışımızda bir adlandırmayla ‘’Arap Kışı’’na dönüşmüş/dönüşüyor oluşu dikkati muciptir.Ulus-devlet belasının ceberutluğu altında yıllarca onursuzluğa mahkum edilen adı geçen beldelerdeki Müslüman Halkların birikmiş öfkelerinin yerinden ettiği diktatörlerin yerini,öncekilerden farksız diktatörler doldurmaktadır.Libya’nın NATO tarafından yeniden sömürgeleştirilmesi ve Africom Projesinin paydaşı haline getirilmeye çalışılması,Mısır’ın Nasır dönemindeki sürek avına benzer bir duruma dönüşü,Yemen’de mezhep ekseninde yaşanan ayrışma ve nihayet Suriye de yaklaşık dört yıldır devam eden kontrollü kaos göstermektedir ki,halkların öfkesi,sonucu etkilemekte belirleyici olamamıştır.Bu durum elbette ki öfkeyi haksız çıkarmaz.Ancak öznesi olamadığımız değişim/dönüşümler manipüle edilebilmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu,Avusturya-Macaristan İmparatorluğu,Rus Çarlığı ve Alman İmparatorluğu gibi beynelmilel yapılar,I.dünya savaşı sonunda ortadan kalkmıştı.Bu yapıların nüfuz alanlarında meydana gelen boşluk,modern paradigmaya uygun olarak mikro/ulusal devletçikler tarafından,küresel finans-kapitalin rahat dolaşımını sağlamak ve modern değerler ekseninde gerçekleştirilmesi planlanan homojenleştirme projelerinin daha kolay gerçekleştirilmesinin zeminini oluşturmak için dolduruldu.Bu yönüyle I.dünya savaşı aslında Dünyayı Batılı/modern/kapitalist değerler ekseninde homojenleştirme/birörnekleştirme projesinin ilk adımı olarak kabul edilebilir.Savaşın en büyük kaybedeni olarak,Osmanlı hinterlandında kur(dur)ulan ulus-devletlerin hemen hepsinde ise otoriter rejimler ihdas edildi.Türkiye-İran-Irak ve Suriye’ye dağılmış olan Kürt Halkı, ulus-devletleşme sürecinde en ciddi darbeyi aldı.Tarihi,kültürel,folklorik v.b her alanda ciddi bir asimilasyona ve ötekileştirmeye maruz kalan Kürtler,buna rağmen değerlerini muhafaza edebilmek için direnmeye çalıştı.Ancak ulus-devlet paradigmasının tabiatı gereği bütün bir toplum Türklük/İranlılık/Iraklılık/Suriyelilik üst kimliğine icbar edilerek birörnekleştirilmeye çalışıldı.Bu coğrafyanın Müslümanları etnik/mezhebi argümanlar üzerinden ayrıştırıldı ve halihazırda yaşadıklarımız bu tarihi arka plandan bağımsız değildir.

Son iki-üç yıldır çözüm veya açılım süreci bağlamında bu etnik ayrışmanın ortaya çıkardığı travmaların giderilmesi ve bu coğrafyanın kadim halkı olan Kürtlerin Allah’ın bir ayeti olan etnik aidiyetlerini tüm hususiyetleriyle tıpkı bu coğrafyanın diğer kadim halklarında olduğu gibi özgürce ifade edebilmesi amacına matuf olarak atılan adımlar ‘’yetmez ama evet’’ çerçevesinde değerlendirilebilir.Ancak bu süreçte PKK’nın Kürtlerin tek temsilcisi olarak muhatap alınmasının bölge açısından ortaya çıkardığı sıkıntılar bugün telafisi güç durumların tezahür etmesine sebep olmuştur.Başlatılan sürecin tek muhatabı olan PKK,Suriye’de yaşanan kaotik ortamdan da istifade ederek bölgede otoritesini arttırmış ve Arap Baharı’ndan mülhem bir ‘’Kürt Baharı’ başlatmanın hesaplarını yapmaya başlamıştır.Hiç şüphesiz bu hesapların yapılabilmesinde Kobani’de koalisyon güçlerinin ve Türkiye’nin yardımıyla İŞİD karşısında kazanılan zafer ve PYD/PKK çizgisinin İŞİD karşıtı tutumlarından dolayı uluslar arası alanda kazandığı meşruiyetinde etkisi olmuştur.Ayrıca PKK/PYD çizgisi, HDP’nin de siyasal alanda bayraktarlığını yaptığı İslam=İŞİD argümanına sarılarak İslami hassasiyet sahiplerini sindirmeye çalışmıştır.Kobani olayları olarak tarihe geçen hadiselerde de görüldüğü üzere PKK kendisinden olmayan herkesi İŞİD fotoğrafı içerisine sokarak imha etme yolunu seçmiştir.Çözüm sürecinin yara almaması amacıyla devletin müdahil olmadığı bu sindirme süreci,insanların gönülsüz de olsa PKK otoritesini kabul etmesinin önünü açmıştır.

Kürt seküler ulusçu kimliğinin kavileşmesi amacına matuf olarak İŞİD ekseninde yürüyen tartışmalar oldukça dikkat çekicidir.Ayn-el Arap/Kobane’de başlayan ve halen devam eden bu tartışmalar,Kürtlerin İslam’la olan bağlılıklarının zayıflatılması ve muharrik gücün etnisite olduğu yeni bir kimlik inşasının sağlanması için özenle devam ettirilmektedir.İŞİD barbarlığının İslam üst kimliğinin Kürtler nezdinde terk edilmesi amacıyla kullanılıyor olması,tıpkı jakoben Türkçü çevrelerin yıllarca hem kültürel hem de siyasal alanda İslam’ı ve Müslümanları gerici/mürteci/yobaz olarak göstermeleriyle simetriklik arz etmektedir.Bu noktada Türkçü laik/jakobenlerle Kürtçü laik/jakobenler arasında fark yoktur.

Bu noktada İŞİD sadece Kürt Halkı’nın sekülerleşmesine hizmet etmekle kalmayıp Türkiye solunun yeni bir ivme kazanmasına da yardımcı olmaktadır.Bu vesileyle Türkiye’de ki sol ve liberal entelektüel havza eline geçirdiği İŞİD fırsatını,tepe tepe kullanma eğilimindedir.Öyle ki hiçbir şekilde İŞİD’le aynı ortak payda da buluşamayacak olan Türkiye İslamcılığı ve kısmen bu İslamcı havzadan beslenen Ak Parti hükümeti İŞİD destekçisi olarak gösterilmek suretiyle İslami kaygısı olan her kesim bir şekilde bu barbar örgütle bağlantılı olarak lanse edilmektedir.Suruç katliamını da bu amaçla istismar eden sol siyasi ve entelektüel havza,özellikle genç kuşak Kürtler arasında bir tür Kürt ulusalcılığının oluşmasına hizmet etmektedir.Bu atmosferde kendisini daha güçlü hisseden PKK/PYD çizgisinin,Kobani ve Rojova’da İŞİD’e karşı verdiği savaşta desteğini aldığı ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerine güvenerek bölgesel bir güç olma yolunda hızla ilerlemesi ve Türkiye ile yürüttüğü çözüm sürecini kendisinde vehmettiği bu olağanüstü güçlülük psikolojisiyle mecrasından saptırarak Suriye’de yaptığının aynısını Türkiye’de yapmak istemesi şimdilerde meydana gelen çatışmaların ana sebeplerindendir.İŞİD karşıtlığı üzerinden gelen uluslar arası desteğin büyüsüne kapılan PKK/PYD çizgisinin bir anda ilgili koalisyon tarafından,incirlik karşılığında,ortada bırakılması şimdilik bir hayal kırıklığı yaşatmış olsa da orta ve uzun vadede bu coğrafya da sorunların çözümü için dışarıya fazla umut bağlamamak gerektiğini bütün taraflara öğretecektir.

 

***

 

PKK/PYD çizgisiyle İŞİD’in en azından yöntem üzerinde birbirlerine çok benzediklerini söyleyebiliriz.Her ikisi de egemenlikleri altındaki kitleleri homojenleştirmeye çalışmakta ve kendisi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımamaktadırlar.Kendi dışındakilere hayat hakkı tanımayan ve egemenliği altındaki kitleleri homojenleştirme amacına matuf olarak hareket eden İŞİD ve türevleri,sadece Kürtlerin değil, bölgedeki diğer halkların sekülerleşmesinde önemli bir işlev görüyor.Küresel anlamda ‘’Öcü İslam’’  algısını  da güçlendiren adı geçen örgüt/ler,İslam’a mesafeli duruşun da zeminini hazırlıyor.Böylece orta ve uzun vadede İslam’ın araçsallaştırılmasının önü açılıyor.Oryantalizme asistanlık yapan İŞİD ve türevleri, nihai kertede aziz İslam’ın terörizm ile iç içe gösterilmesinin imkanlarını sunarak 1990’lı yılların sonunda Fukuyama ve Hungtington tarafından teorik zemini hazırlanmış liberal/demokratik değerlerin insanlığın son kalesi olduğu tezini güçlendiriyor.Yeni dönemde Türkiye Kürt siyasetinin kendisini anlamlandırmasında oldukça etkili olan İŞİD ve türevleri, ulus-devletlerin etnisite temelli ‘’aynılaştırma’’ politikalarını din temelli bir zemine oturtmak suretiyle bir anlamda modern paradigma ile ortaklık kurmuş olmaktadır.İŞİD ve türevleri sosyolojik olarak ezilmişlik,horlanmışlık,ötekileştirilmişlik,yok sayılmışlık duygularının kimi Müslümanlar tarafından dışavurumundan başka bir şey değildir ve tamamen moderndir.Yıllarca Batı’nın Müslüman halklara uyguladığı ‘’ya benimlesin ya da ölüsün’’ yöntemini kendisi gibi düşünmeyenlere teşmil eden bu yapılar,nihai kertede cellatlarını taklit etmekte ve farkında olmadan ve belki de olarak düşmanının ekmeğine yağ sürmektedir.Bu noktada özellikle propaganda düzeyinde İŞİD ve PKK/PYD çizgisinde bir örtüşmeden söz edilebilir.Nitekim PKK’da yıllarca Kürt kimliğinin ezilmişliği,horlanmışlığı,ötekileştirilmişliği ve yok edilmek istenmişliği üzerinden kendisini meşrulaştırmış ve Kürt Halkı özelinde propagandasını bu argümanlar üzerinden kurgulayarak mücadele zeminini güçlendirmiştir.Çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte önceki propaganda zeminini ve argümanlarını kaybeden örgüt, bu sefer Gezi Parkı eylemlerinde ortaya çıkan iktidar karşıtı öfkeyi,radikal sol söylemin muhalif diliyle kuşatarak yeni bir muhalefet tarzını HDP çizgisi üzerinden ortaya koymuş ve bunda da başarılı olmuştur.7 haziran seçimlerinde HDP’nin aldığı oy oranında bu yeni muhalefet tarzının ciddi etkisi vardır.

7 haziran seçim sürecinde radikal sol söylemi etnik temelli politik tavırla mezcederek ve iktidara karşı biriken öfkeyi doğru yöneterek yeni bir muhalefet dili inşa eden Kürt siyasal hareketinin niceliksel olarak yakaladığı ivme önemlidir.Bu nicel başarının kemikleşerek devam edip etmeyeceği HDP çizgisinin terörle arasına mesafe koyma noktasında belirginlik kazanacaktır.İŞİD ve türevleri tarafından da  indirekt olarak desteklenen radikal sol söylem,ontolojik buhran yaşayan ekseriya Kürt ve kısmen Türk gençleri için şimdilik bir sığınak olmaya adaydır.Bu söylemin tam karşısında yer alan Türk Milliyetçiliğinin de genç kuşaklar nezdinde itibar görmesi dikkat çekicidir.Üzücü olan ise bu süreçte İslamcı dilin genç kuşaklarla temas kurmayı becerememiş olmasıdır.Muhafazakar demokrat dille iç içe geçen İslamcı dil merkeze yaklaşmış ve şimdilik özgünlüğünü kaybetmiştir.Özgürlük ekseninde kendisini konumlandıran ve barış-adalet-çevre-kadın gibi argümanları da gayet ustaca ve gençlerin dikkatini çekecek tarzda kullanan Radikal sol söylem ile vatan-millet-devlet kavramları ekseninde radikal solun karşısında kendisini konumlandıran Türk milliyetçiliğinin genç kuşaklar tarafından kanıksanması üzerinde düşünmek mecburiyetindeyiz.Gençlerimizin bir yandan nasyonalist,diğer yandan nasyonal-sosyalist yapılar tarafından kuşatılıyor olması geleceğin Türkiye’sinin daha seküler ve profan bir mahiyet arz edeceğinin işaretidir.(1)Vesselam…

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

 

1-Bu konuda 7 Haziran seçimlerinde ilk defa oy kullanan gençlerin tercihleriyle alakalı herhangi bir araştırma  şirketinin verilerine bakılabilir.7 haziran seçimlerinde ilk defa oy kullanan yaklaşık bir milyon gencin yarısından fazlası milliyetçi reflekslerle hareket etmiştir.Bu refleksin Türklük ve Kürtlük bağlamında olması mühim değildir.Mühim olan gençlerimizin milliyetçiliklerin anaforuna sürüklenmiş olmasıdır.Unutmamak gerekir ki Türkiye’nin geleceğini bu gençler inşa edecektir.

 


AddThis