Serdar Mahmut Tarzi Han ve Afgan Modernleşmesi

Afganistan denilince aklımıza ne gelir?Taliban mı?Üsame b.Ladin mi?Şibirgan cezaevi mi?Cenk kalesi mi?Bagram Hava üssü mü?Burka mı?Terörizm mi? soruları uzatmak mümkün.Ancak Afganistan’la ilgili olarak bugün aklımıza gelenler, aslında bir tür şartlanmışlıktan öteye geçmez.Bu şartlanmışlıklarda ise maruz kaldığımız algı operasyonlarının payı yadsınamaz.Algılarımızın kolaylıkla şekillendiril(ebil)diği bir zaman diliminde yaşıyoruz.Enformasyon tazyiki altında, sürekli olarak bir şeylere maruz kalıyor ve maruz kaldıklarımızı belli bir süre sonra içselleştiriyoruz.Öfkelerimiz ve heyecanlarımız kolaylıkla yönlendirilebiliyor.Sadece Afganistan’la alakalı değil bu söylediklerim.Hayat algımızın şekillenmesinde de aynı enformatik tazyikin mahkumları durumundayız.Kafamızı kaldırıp hakikatle temas kurmak oldukça zor ve zahmetli olduğundan,biraz da içinde bulunduğumuz durumu kanıksamış görünüyoruz.Matrix filminin unutulmaz repliklerinden olan ‘’cehalet mutluluktur’’sözünün şiarlaştığı bir yarına doğru koşar adım ilerliyoruz.19.yüzyılın cins filozoflarından Nietzche’nin dediği gibi,düşünsel anlamda büyük bir ‘’çölleşme’’ yaşıyoruz.

Modernleşme sürecine atf-ı nazar eyleyeceğimiz bir ülkenin hikayesine ‘’algı operasyonu’’ olgusuyla başlamak da neyin nesi diye sorabilirsiniz. Ancak,sağlıklı değerlendirmeler yapabilmenin yolunun algılarımızı yönlendirilebilir/kontrol edilebilir olmaktan kurtarmaktan geçtiğini unutmamak gerekir.Modernlik, 17.yüzyıldan 19.yüzyıla kadar Avrupa’nın yaşadığı toplumsal,siyasal,ekonomik süreçler bağlamında değişimler olarak tanımlanabilir.Bu noktada merkezde Avrupa olduğundan yapılan değerlendirmeler  Hıristiyanlık ‘tan bağımsız düşünülemez.Kadim olandan kopmayı da imleyen modernlik,hayatın din/vahiy perspektifinden değil,rasyonalite temelinde anlamlandırılması üzerine kuruludur.Avrupa da kilise merkezli bilgi tekelinin kırılması ve Luther-Calvin ikilisinin Protestan ahlakının teorik zeminini oluşturmasıyla ortaya çıkan bilim devrimi ve sanayileşme ise modernliğin tezahürü olarak kabul edilebilir.Dolayısıyla Batı dışındaki ülkelerin modernleşmesi de bu bağlamdan bağımsız düşünülemez.

Hakkında bilinenlerin aksine Afganistan sahip olduğu tarihi ve kültürel birikim,jeo-politik,jeo-kültürel ve Stratejik önemi bakımından müstesna bir ülkedir.Bundan dolayıdır ki son iki yüz yıldır bütün emperyal devletlerin dikkatini çekmiştir.Tarihi,savaşlarla şekillenmiş ve bugün kırk yaşında olanların savaştan başka bir şey görmediği bir yerdir aynı zamanda.Gerek geçiş güzergahları,gerekse doğal kaynakları itibariyle oldukça büyük bir öneme sahip olan bu ülkenin,Dünya’nın gündemine sürekli olarak ‘’radikallik’’,’’ehlileştirme’’,’’medenileştirme’’,’’terörizm’’ bağlamında geliyor oluşu bazı hakikatlerin gizlenmesini de beraberinde getirmiştir.Öyle ya Dünya’da bazı ülkeler medeni/uygar/ileri,bazılarıysa da uygarlaştırılması,ehlileştirilmesi,kendisine medeniyet götürülmesi gereken yerlerdir!Medeniyeti,ilerlemeyi ve uygarlığı modern/seküler kalıba sığdırarak o kalıbı mutlaklaştırmanın tabi sonucu olarak ortaya çıkan bu neo-kolonyalist tavır,kendisini merkeze alan ve kendi dışındakileri de o merkezin değerlerine entegre etmeye çalışan bir bakışı temsil ediyor.Avrupa’nın siyasal,ekonomik ve dini alanda yaşadığı tecrübelerin,Avrupa dışındaki ülkelerin de yaşaması gerektiği üzerine kurulu sosyoloji sayesinde,özellikle halkı Müslüman olan beldelerin manipüle edilmesinin alt yapısı oluşturulmuştur.Yalnızca Afganistan değil,hassaten Müslümanların yaşadıkları bütün beldeleri Batılı/modern/seküler paradigmaya boyun eğdirmek için kültürel,siyasal ve fiziksel işgaller organize ediliyor.Irak’ın işgali öncesinde ‘’biz oraya demokrasi götürüyoruz’’diyenler bu psikolojik arka plandan besleniyorlardı.

Oysa ki Afganistan sahip olduğu tarihi ve kültürel miras sayesinde,Türkiye ve İran’dan sonra doğrudan sömürgeleştirilemeyen nadir ülkelerden biridir.Doğrudan sömürgeleştirilemeyen bütün ülkelerde olduğu gibi bu üç ülkede de dolaylı sömürgeleştirme gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.Genelde yerli figürler eliyle tarihi ve kültürel mirastan ve onu şekillendiren din olgusundan teberri etme şeklinde tebarüz eden dolaylı sömürgeleştirme,en nihayetinde toplumun seküler bir karakter kazanması amacına matuftur.Bundan dolayıdır ki,Türkiye-İran ve Afganistan’ın 20.yüzyıl tecrübeleri birbirlerine çok benzerdir.Türkiye’nin,Osmanlı’nın 1699 sonrasında başlayan modernleşme hamlelerini Mustafa Kemal’le zirveye taşıması,İran’ın Pehlevi Hanedanlığı döneminde modernleşme yönünde attığı radikal adımlar ve Afganistan’ın 20.yüzyılın başında Emanullah Han aracılığıyla yaşamaya mecbur kaldığı radikal modernleşme süreci,bu kader ortaklığının işaretleri sayılabilir.Türkiye-İran ve Afganistan özelinde bakıldığında Müslüman ülkelerin modernleşmesinde en başat rolü kadının toplumsal pozisyonu oluşturmuştur.Gerek Afgan modernleşmesinde gerekse Türkiye ve İran modernleşmesinde değişimin/dönüşümün odağında kadının olması oldukça dikkat çekicidir.Kadının konumunun güçlendirilmesi çerçevesinde öne sürülen argümanlar,toplumun geleneksel formunun değişmesinde oldukça etkili olmuştur.İslam’ın ataerkil yorumunun revaçta olduğu Türkiye-İran-Afganistan gibi toplumlarda Batılı anlamda bir kadın algısının karşılık bulmasına şaşırmamak gerekir.Özellikle modernliğin menfi sonuçlarının henüz tam olarak belirginleşmediği 19.yüzyılın ikinci yarısı ile 20.yüzyılın başlarında özgürlük,eşitlik,birey olma gibi argümanlar üzerinden yürüyen tartışmaların ataerkilliğin cenderesinde sıkışmış Müslüman kadınlara oldukça cazip geldiği söylenebilir.Geleneğin ataerkil İslam yorumunun ciddi eleştirisi yapılamadığı ve İslam’ın özgün kadın kimliği yeterince gündemleştirilemediği için Batının özgürlük söylemlerinin tesiri oldukça fazla olmuştur.Coğrafi konumları ve kültürel havzaları gereği birbirleriyle ilişkileri oldukça eskilere dayanan Türkiye-İran ve Afganistan,görünen o ki, 21.yüzyılın şekillenmesinde de hayati bir rol oynayacaktır.

Yıllar önce kendisiyle yapılan bir röportajda Graham Fuller, Ortadoğu için şöyle yakıcı bir tespitte bulunur:’’Ortadoğu da Türkiye,İran ve Mısır dışında ciddiye alınabilecek devlet yoktur’’.Kağıt üzerinde yirmiden fazla devletin yer aldığı Ortadoğu için yapılan bu tespit haksız sayılmaz.Çünkü devlet olmak,sadece belli bir toprak parçası üzerinde tesis edilmiş güçle açıklanamaz.Aynı zamanda ciddi bir geleneksel,entelektüel ve medeniyet birikimini de gerektirir.Osmanlı Devleti’nin parçalanması sonrası oluşan ulus devletlerden Türkiye dışında hiçbiri bu saydığımız tarihi/entelektüel ve medeniyet birikimine sahip değildir.Bundan dolayıdır ki, Ortadoğu da kağıt üzerinde devlet olarak kabul edilmelerine rağmen Türkiye,İran ve Mısır dışındaki devletler kolay manipüle edilebilmektedirler.Ortadoğu Arap Baharı olarak adlandırılan süreçlerin,Türkiye ve Mısır’ın siyasal ve fiziki,İran’ın ise ideolojik  hinterlandında  cereyan ediyor oluşu bu tezimizi desteklemektedir.Gerçekleşen ayaklanmalar hakkında Türkiye-İran ve Mısır arasında bir fikir birliği oluşmadığı için bölge bugün kaosa teslim olmuştur.Unutulmamalıdır ki,Türkiye-İran-Mısır üçlüsünün ortak bir payda oluştur(a)maması durumunda,bu coğrafyada istikrardan söz edilemeyecektir.Zaten dikkat edilirse,küresel oyun kurucular da stratejilerini bu üç devletin mutabakatını zedeleme ve ortak bir zemin oluşturma çabalarını engelleme üzerine kurmuşlardır.İlk defa Mursi iktidarı döneminde,Türkiye’nin de özel gayretiyle, gerçekleştirilmeye çalışılan Türkiye-İran-Mısır yakınlaşması,Sisi önderliğindeki darbenin ne amaçla yapıldığını anlamamız açısından belki bir fikir verebilir.

Afganistan modernleşmesine Ortadoğu perspektifinden yaklaşmak belki garip görülebilir.Ancak nasıl ki Ortadoğu,Türkiye-İran-Mısır ittifakıyla selamete çıkacaksa,Orta Asya ‘da Afganistan’ın durumu göz ardı edilerek değerlendirilemez.Afganistan,hem kuzeyden güneye hem de doğudan batıya geçiş güzergahlarıyla tarih boyunca stratejik yönünü muhafaza etmiştir.Rus ve İngiliz emperyal mücadelesinin kavşak noktasında bulunan  Afganistan,maruz kaldığı İngiliz ve Rus işgalleriyle tesirleri halen devam eden bir yıkımın muhatabı olmuştur.Bugün ise mürettep 11 eylül eylemlerinin ardından, bu kez emperyal ABD işgaline maruz kalan ve NATO aracılığıyla Orta Asya’nın kontrol edilmesi amacına matuf olarak sömürgeleştirilmek istenen bir ülkedir.Son iki yüz yılını İngiliz,Rus ve ABD emperyalizmiyle boğuşarak geçiren Afganistan,maalesef bugün geleceğini inşa edebilecek ‘’yerli’’ bir iradeye sahip değildir.Ahmet Şah Mesut ve Burhaneddin Rabbani gibi Afganistan’ın geleceğini inşa edebilecek şahsiyetler ise suikastlerle ortadan kaldırılmıştır.

Eski çağlarda ‘’Dünyanın Kavşak Noktası’’ olarak adlandırılan Afganistan,denize sınırı olmamasına rağmen kara yolu açısından oldukça elverişli bir yerdedir.Yakınçağa kadar Orta Asya’da ki savaşlar,göçler ve ticaretin merkezi noktasında yer almış ve antik çağların Ariana/Aryena bölgesinin şimdiki adıdır.Hint,Çin ve İran-İslam medeniyetlerinden etkilenmiş olan Afganistan,18 yy dan 19 yüzyıla kadar yaklaşık 150 yıl boyunca İngiliz sömürgeciliğine karşı direnmiştir.Kabilevi gelenekleri ve etnik/mezhebi farklılıkları nedeniyle merkezi bir yapılanma gerçekleştiremeyen Afganistan’da,halen merkezi yönetimin Kabil dışında tesiri bulunmamaktadır.Nüfusun büyük çoğunluğunu Peştunlar oluşturmaktadır.Peştunlar günümüze kadar aşiret yapılarını muhafaza etmiş ve Afganistan’ın güney ve doğusunda Pakistan sınırında yerleşmişlerdir.Peştunlardan sonraki en büyük topluluk ise kuzey ve kuzeydoğuda ki verimli vadilerde yerleşik olan Taciklerdir.Türk topluluğu olarak ise Özbek ve Türkmenlerden oluşan %10’luk bir kesimden bahsedilebilir.Afganistan’da ağırlıklı olarak farsça ve peştunca olmak üzere otuz farklı dil konuşulmaktadır.Etnik/mezhebi farklılıkları ve coğrafi pozisyonu dolayısıyla bugün bir Afgan halkından bahsetmek mümkün değildir.Afganistan’ın her bölgesinde aşiret ağaları ve büyük toprak sahipleri kendi yönetimlerini oluşturmuşlardır.Afganistan tarihinin hiçbir döneminde, merkezi hükümet yerel liderler üzerinde tam bir hakimiyet kuramamıştır.Halkın %99’u Müslüman’dır.Müslümanların ise %84 ü Sünni,%15 Şiidir(Bu Şii grup içerisinde Alevi,Dürzi,Kızılbaş ve İsmaili mezhepleri de dahildir).Modern Afgan tarihinde dört önemli hükümdar Afgan halkı için önemlidir.Bunlardan ilki Afganistan’ın babası olarak ta kabul edilen Ahmet Şah Dürranidir.Dürrani, kabileleri biraya getirmeyi başarmış ve anlaşmazlıkları sonlandırmıştır.Diğerleri ise Dost Muhammet Han,Abdurrahman Han ve Emanullah Han dır.

1839-1842 birinci İngiliz-Afgan savaşında Peşaver İngilizler eline geçmiş ve Kabil’e kadar olan dağlık alan Ruslara karşı tampon bölge olarak oluşturulmuştur.Hindistan’ın zenginliklerinden faydalanmak isteyen İngiliz emperyalizminin Afganistan ilgisine şaşırmamak gerekir.Nitekim aynı dönemde Rusların, İngilizlerin elde ettiği menfaatlerden pay kapma telaşı da bölgeye Rus ilgisini arttırmıştır.Rusların 1878 de Afganistan’la yakın ilişki kurmaları 1878-1880 ikinci İngiliz-Afgan savaşını başlatmıştır.Bu savaş neticesinde ‘’Durant Hattı’’çizilmiş ve bugünkü Afganistan-Pakistan(o dönemde henüz kurulmamıştı) sınırı belirlenmiştir.Bu anlaşma neticesinde Afganistan’da ki Peştunların yarısı bugünkü Pakistan sınırında kalmış ve Peştunlar,Pakistan’da azınlık durumuna düşmüştür.Klasik bir İngiliz oyunu olarak,etnik unsurlar üzerinden gerçekleştirilmek istenen ayrışma bu anlaşmada da kendisini göstermiştir.(Burada bir parantez açarak aynı İngiltere’nin 20.yüzyılda Hindistan’ın parçalanmasını sağlamak amacıyla Pakistan’ın kurulması yönünde de telkinlerde bulunduğunu ve bu çabasında da başarılı olduğunu hatırlamalıyız.Mevlana Ebul Kelam Azad gibi mütefekkirlerin karşı çıkmasına rağmen,İkbal ve Cinnah gibi entelektüellerin çabalarıyla 1948 de Pakistan kurulmuştur.Ancak Pakistan,aralarında 1700km’lik Hint toprağı kalacak şekilde Doğu ve Batı Pakistan olarak teşekkül et(tiril)miştir.Ayrılma sırasında Hindistan’dan çıkmayan 100-120 milyon Müslüman da Pakistan’ın kurulması sonrasında iki defa yaşanan Hint-Pakistan savaşında ciddi sıkıntılar çekmiştir.Hindistan’la yapılan bu savaşlarda Pakistan mağlup olmuş ve Doğu Pakistan olarak adlandırılan yer Bengaldeş olarak ayrı bir devlet olmuştur.İngiliz emperyalizminin böl-parçala-yönet siyasetinin tabi sonucu olarak Afganistan, ‘’Durant Hattı’’ sonrasında Peştunların yarısını Pakistan sınırlarında bırakmak zorunda kalmıştır.)

3 mayıs-3 haziran 1919 arasında yaklaşık bir ay süren üçüncü İngiliz-Afgan savaşının ardından Afganistan tam bağımsızlığını kazanmıştır.Bu bağımsızlık hamlesi ve başarısı kral Emanullah’ın popülaritesini ciddi oranda arttırmıştır.Osmanlı’nın parçalanma sürecine girdiği ve Anadolu’da direniş hareketlerinin organize edilmeye başlandığı aynı dönemde Emanullah Han,Mustafa Kemal’i yakından takip etmektedir.Milliyetçi,Müslüman ve sömürge karşıtlığıyla Emanullah Han, Osmanlı Coğrafyası’nda emperyalizme direnen Mustafa Kemal’i kendisi için rol model kabul etmiş ve Cumhuriyet modernleşmesinin aynısını Afganistan’da da gerçekleştirmek için adımlar atmıştır.(Ne tesadüftür ki İran’da Şah Rıza Pehlevi’de Mustafa Kemal’i örnek almış ve Türkiye’de gerçekleştirilen modernleşme hamlelerini,dil devrimi hariç,İran’da gerçekleştirmek için çaba harcamıştır.Bu dönemde hem Afganistan’dan hem de İran’dan Mustafa Kemal’le görüşme amacıyla yapılan ziyaretler mühimdir.)Bağımsızlık hamlesi sonrasında Afganistan’la ilişkilerini geliştirmek isteyen ülkelerin başında Sovyet Rusya gelmektedir.Öteden beri İngilizlerle orta Asya’nın hakimiyeti hususunda rekabet halinde olan Sovyetlerin bu hamlesi sürpriz değildir.Sovyetler daha sonra Raşid Dostum’un da içinde olduğu PDPA(The People’s Democratic Party of Afghanistan) aracılığıyla Afganistan bürokrasisi içerisinde eğitim amaçlı olarak ciddi faaliyet göstermiştir.Parti bir yandan Afganistan’da komünizmin yayılmasını sağlarken,diğer yandan Afgan bürokrasisinde etkili olmaya çalışmıştır.1978’de PDPA’nın başkanı olan Nur Muhammet Tarakki,Marksistlerin desteğiyle ülkede darbe yaparak yönetimi ele geçirmiş,yaptığı kitlesel tutuklamalar ve işkenceler mücahit hareketinin doğmasına sebep olmuştur.1979 Sovyet müdahalesine gelinceye kadar Afgan askeri ve sivil bürokrasisinin neredeyse dörtte biri Sovyetler’de eğitilmiştir.Sovyetlerin ardından Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyan ve onunla ilişki kurmak isteyen devletler ise Türkiye,İtalya,İran,Fransa ve Almanya olmuştur.Afganistan’ın İngiliz kontrolünden çıkması, aynı dönemde Bolşevik İhtilali yaşamış olan Sovyetler açısından oldukça önemlidir.Sovyetler, kendi içindeki karışıklıkların devam ettiği bir dönemde, Afganistan’ın attığı bağımsızlık yanlısı hamleyi desteklemiş ve Emanullah Han ile Lenin arasında ‘’win win/kazan kazan’’ anlayışı çerçevesinde bir dış politika anlayışı geliştirilmiştir.Bu süreçte Sovyet-Afgan münasebetlerinin müspet seviyede seyretmesi için Türk milliyetçileri ,özellikle de Cemal Paşa,etkili olmuş ve Afganistan’ın Sovyetlere karşı güvensizliğini ortadan kaldırmak için çok ciddi çaba harcamıştır.Enver ve Cemal Paşa’nın Türkiye-Afganistan dostluğunun gelişmesindeki rolleri de mühimdir.Adı geçen paşalar,I.Dünya savaşı sonrasında özellikle Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin Afganistan’ı tanımaları noktasında yoğun mesai harcamışlardır.Hatta Enver Paşa,Türkistan havzasında bulunan Türkleri Sovyetlere karşı örgütlemek ve bağımsızlıklarını kazandırmak için mücadele etmiş,Cemal Paşa da Afgan ordusunun modernize edilmesinde inisiyatif almıştır.Ancak Sovyetler,Afganistan’ı kendilerine karşı kışkırtır korkusuyla Cemal Paşa’yı suikastle ortadan kaldırmışlardır.Bu suikastle Afgan ordusunda başlatılan yenilenme çalışmaları akim kalmıştır.Sovyetler ise stratejisini,önce Afganistan’ı komünistleştirmek,ardından Hindistan’a yayılma amacıyla bir üs olarak kullanmak ve kendi hinterlandında bulunup ta bağımsızlık isteyen Müslüman devletlere Afganistan desteğini kesmek şeklinde güncellemiştir.Afgan-Sovyet yakınlaşmasının temellerinin atıldığı Emanullah-Lenin dönemi,1979 Sovyet işgali sürecine giden önemli bir köşe taşı olmuştur.(Bu noktada 1979 Sovyet müdahalesiyle alakalı kısa bir bilgi vermekte fayda var.1979 Sovyet müdahalesiyle ilgili olarak Zibigniew Brzezinski 1998’de,Fransız Le Nouvel Observateur’a verdiği röportajda oldukça ilginç tespitlerde bulunmuş,Afgan-Sovyet savaşı hakkında resmi tarihin verdiği bilgileri sarsacak bilgiler vermiştir.Afganistan’a Sovyet müdahalesinin olduğu yıllarda Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapan Brzezinski,bu savaşın Sovyetlere Afganistan’da bir Vietnam yaşatmak için kasten çıkarıldığını ifade ederek savaşın ardından Sovyetlerin dağılmasına dikkat çeker.Savaş öncesinde ve sırasında tüm Sovyet muhalifi gruplar,ABD tarafından desteklenmiş ve nihayetinde Sovyetler mağlup edilmiştir.Böylece Soğuk Savaş sona ermiş ve merkezi Avrupa liberalleşme yoluna girmiştir.İlgili röportaj için bkz.Andrew G.Marshall/Orijins of Afghan War/www.geopoliticalmonitor.com ve The CIA’s İntervention in Afghanistan/www.globalresearch.com)

Afganistan’ın bağımsızlık mücadelesinin başarıyla sonuçlanması Kral Emanulah’ın,Serdar Mahmut Tarzi Han’ın telkinleriyle Afgan toplumunu dönüştürmeyi amaçlayan radikal adımlar atmasını sağlamıştır.Serdar Mahmut Tarzi Han,sürgün yıllarını geçirdiği Şam’da, Milliyetçi entelektüel gruplara katılmış,Jön Türklerle tanışmış ve onların fikirlerinden etkilenmiş emperyalizm karşıtı bir Afgan aydınıdır.Fikirlerinden istifade ettikleri arasında dönemin en etkili Müslüman mütefekkirlerinden Cemaleddin Afgani de vardır.Babası Serdar Gulam Muhammed Tarzi’nin nüfuzundan dolayı, sultan II.Abdulhamit’le yüz yüze görüşecek kadar yakın olan Serdar Mahmut Tarzi Han,Emanullah Han’ın hem kayınpederi hem de danışmanlığını yapmış ve onun attığı modernleşme adımlarının fikir babası olmuştur.Mücadelesini ‘’Afgan toplumunun yapısını ve doğasını tamamen değiştirmek ‘’ olarak ifade eden Kral Emanullah,Avrupa ülkelerine yaptığı seyahatlerden dönüşünde,rol modeli Mustafa Kemal gibi,hızlı ve radikal adımlar atmak suretiyle bir dönüşüm başlatmıştır.Fransız,İngiliz ve Hintli eğitimcileri ülkesine davet ederek yeni bir müfredat oluşturmayı amaçlayan Emanullah,1919-1923 yılları arasında Afgan tarihi açısından devrim olarak nitelendirilecek siyasi ve hukuki adımlar atmıştır.Karma eğitim yapan okulların açılması ve başkent Kabil de tüm Afganlıların batılı kıyafetlerle gezme zorunluluğu getirmesi gibi radikal adımlar geleneksel ulema tarafından şiddetle karşılık bulmuş ve ’’Kralın Allah’ın yolundan saptığı’’söylentisine yol açmıştır.Bundan dolayı 1924’te Host İsyanı vuku bulmuş ve atılan radikal adımlar kısmen yavaşlamıştır.1928’li yıllarda ise yeniliklerin pervasızca uygulamaya geçilmesi yönündeki ısrarı nedeniyle Emanullah Han tahttan indirilmiş ve kayınpederi Serdar Mahmut Tarzi Han ile birlikte ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.Tarihe Beççe-i Saka İsyanı olarak geçen,Habibullah Kalakani tarafından başlatılan ayaklanma 16 ocak 1929’da Kabil’in ele geçirilmesiyle sonuçlanmıştır.

Osmanlı modernleşmesinin başlama tarihi genel itibariyle 1699 Karlofça anlaşması sonrası olarak kabul edilir.Bu tarih Osmanlı’nın ilk toprak kaybettiği anlaşma olması yönüyle tarihe geçmiştir.Toprak kaybının ortaya çıkardığı psikolojik buhranın aşılması amacıyla askeri alanda yenilikler yapma temayülü belirginlik kazanmıştır.Bu amaçla Avrupalı devletler ziyaret edilmiş ve bu ziyaretlerde Avrupalıların özellikle askeri alandaki  tecrübelerinden istifade edilmek istenmiştir.Osmanlı modernliği evvela Askeri alanda başlamış,daha sonra toplumun diğer katmanlarına yayılmıştır.Yaklaşık iki yüzyıl süren bu modernleşme çabalarının son noktası Cumhuriyet Türkiye’si olmuştur.Cumhuriyet Türkiye’si, Osmanlı Modernleşmesi’nin ‘’altın vuruşu’’ olarak kabul edilebilir.Modernleşmenin Osmanlı’da askeri alanda başlamasından mütevellit Cumhuriyet Türkiye’sinde de modernliğin taşıyıcı,uygulayıcı ve koruyucu unsurları ağırlıklı olarak askerler olmuştur.(Askerin modernliğin taşıyıcısı olması durumu,özel TV’lerin yaygınlaşmaya başladığı 1990’lı yıllar sonrasında son bulmuştur.Çünkü arzu edilen insan ve toplum tipi artık TV’ler eliyle gerçekleştirilmektedir)Bu noktada Afgan modernleşmesi ile Türk modernleşmesi arasında bir paralellik kurulabilir.Afgan modernleşmesinde,Serdar Mahmut Tarzi Han ve Emanullah Han zamanında yapılmaya çalışılanlar,Osmanlı’nın Avrupa’da tecrübe ederek kendisinde gerçekleştirmeye çalıştığının benzeridir.Hilafetin son temsilci olması hasebiyle geçirdiği evirilme diğer Müslüman ülkeler tarafından da dikkatle takip edilen Osmanlı İmparatorluğu,modernliği anlama ve uygulama  yönüyle de diğer Müslüman beldelere örneklik teşkil etmiştir.Osmanlı’da II.Mahmut döneminde büyük bir ivme kazanan modernleşme çabaları, Mustafa Kemal tarafından  zirveye taşınmıştır.Bu noktada Afgan modernliğinin öncüleri sayılan Emanullah Han ve Serdar Mahmut Tarzi’nin Mustafa Kemal’in tesiri altında kalmaları daha iyi anlaşılmaktadır.Ancak Afgan toplumunda köklü bir değişimin oluşturulması yönünde atılan adımların,Afganistan’ın geleneksel İslami kimliğinin örselenmesi pahasına olması,Türkiye’de olduğu gibi Afganistan’da da modernliğin tam anlamıyla içselleştirilmesini engellemiştir.İlk dönem İslamcı entelektüellerin tartışmalarında da yer alan modernlik,daha çok teknik-ahlak ayrışması temelinde yürümüştür.Bu noktada ağırlıklı kanaat tekniğin alınıp ahlakın alınmaması şeklinde tebarüz etmiş ve hassaten Meiji Dönemi(1868-1912)Japon Modernleşmesi örnek alınarak,muhafazakar kalarak ta modern olunabileceği tezi işlenmeye çalışılmıştır.Bu tarz modernliğin Osmanlı’da ki temsilcisi ise II.Abdülhamit’tir.II.Mahmut’un temsil ettiği radikal modernleşme çizgisinin karşısında II.Abdülhamit’in temsil ettiği muhafazakar modernlik Cumhuriyet Türkiye’sinde de varlığını devam ettirmiştir.Radikal modernliğin Cumhuriyet Türkiye’sinde ki taşıyıcıları CHP ve türevleri iken muhafazakar modernliğin taşıyıcıları Menderes-Özal-Erbakan ve Erdoğan çizgisi olmuştur.

Sonuç olarak, modernleşmenin bir realite olarak toplumlarımızda bulduğu karşılık inkar edilemez.Her ne kadar bugün modernliği doğuran ve ayakta tutan pozitivist felsefenin çöküşünden ve post-modernliğin iktidarından bahsedilse de,özellikle Türkiye’de ki hızlı modernleşme dikkat çekicidir.Türkiye modernliği son yıllarda ‘’dini’’ de yedeğine alarak yıllarca merkezin dışında kalmış Müslüman kitleleri de kuşatmıştır.Bu noktada Türkiye modernliğinin dinamizminden bile bahsedilebilir.İran ise ,1979 devrimiyle paradigma dışı bir ‘’varoluşu’’ temsil etmiş,ancak 1990’lı yıllar itibariyle,ulus-devlet refleksleriyle hareket etmeye başlamıştır.Şimdilerde ise nükleer müzakereler münasebetiyle küresel sistemle barış yapan İran’da bundan böyle liberalleşme eğilimlerinin artacağını söyleyebiliriz.Afganistan ise,güçlü bir merkezi devletin olmayışı,geleneksel kimliğinin baskın oluşu,kabile kültürünün hala yaygın olması,ülkenin jeostratejik konumunu oluşturduğu sorunlar ve sürekli olarak emperyal müdahalelere maruz kalmanın meydana getirdiği aşırı reaksiyonerlik nedeniyle modernleşme sürecini kesintili devam ettirmiştir.Emanullah Han ile başlayan,Nadir Şah döneminde de kısmen devam eden modernleşme hamleleri aralıklarla bugüne kadar sürmüştür.Ancak Afganistan Dünyanın gündemini hala ‘’ilkellik’’ ve ‘terörizm’’başlıklarıyla işgal etmeye devam etmektedir.Yargılarımızı,bize dayatılan şekilde değil de,hakikati izhar etme amacına matuf olarak oluşturduğumuz zaman belki Afganistan da hak ettiği değeri görecektir.Vesselam…

 

Yararlanılan Kaynaklar

 

1-Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmut Tarzi Han ve Anıları-Türkiye İş Bankası yay.

2-Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler-Alev Erkilet Başer-Hece Yay.

3-Ali Ulvi Kurucu Hatıralar III.cilt-Kaynak yay.

4-Japon Modernleşmesi Üzerine(1868-1912)-Yrd.Doç.Dr.Hakkı Büyükbaş –Bilimname III.2003/3,s.65-86

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız  


AddThis