Entelektüel Bağımsızlığa Dair

                                  

Bilgi sahibi olmadan fikir üretmek mümkün olmadığı gibi yorum yapmak ta söz konusu değildir.İnsan evvela bilgi sahibi olur.Ardından sahip olduğu bu bilgilerle fikir inşa eder ve karşılaştığı soru ve sorunları bu fikir zaviyesinden yorumlar.Sahih bir fikir inşa etmenin yolu sahih bilgi edinmekten geçer. Tefrik ve temyiz kabiliyetini yeterince geliştir/e/memiş olanlar, bilgi edinme sürecinde, ayartıya kapılabilir. Çünkü bazen batılın bilgisi, hak giysisi giydirilerek sunulur. Çirkin olan güzel gösterilmeye çalışılır.Şerli olan hayırlıymış gibi takdim edilir. Şeytanın doğru yolun (sırat-ı mustakim) üzerine oturması ve gelene geçeni yoldan çıkarmaya çalışması bu bağlamda dikkat çekicidir. Eskiler “ağuyu altın tas içre sunarlar bal da onun suç ortağı” derler. Ayartı, genellikle, süslü/cerbezeli/alımlı ve gösterişlidir.Tefrik ve temyiz yeteneğini geliştirme azminde olanlar,bu ayartının farkına hemen varabilirler. Ayartılamayacak olanlar için aziz Kur’an’ın kullandığı sözcük muhlis… Yani ihlas sahibi olan… İnandığına samimice inanan ve inkar ettiğini de samimice inkar eden…

Kalabalıklar çoğu zaman ayartılmaya müsaittir.Sahih bilgiye sahip olanların rolü işte tam bu noktada önem kazanır. Ayartılmaya teşne olan kitleleri ikaz etmek ve onları hakikatin pak iklimiyle tanıştırmaktır bu rol… Tarih boyunca, batılın ayartısına kapılan insanları uyaran(inzar eden) en yetkin ve en üstün ahlaka sahip olanlar peygamberlerdir. Mübeşşir(müjdeleyen) ve münzir(uyaran/ikaz eden) olarak tanıtılır peygamberler yüce Kur’an’da… Allah(c.c), peygamberler aracılığıyla tarihe müdahale eder. Peygamberler Allah(c.c)’tan aldıkları hakikatin bilgisini insanlığa ulaştırır ve o bilginin hayata nasıl aktarılacağını bizzat kendi şahsında göstererek örnek olur. Allah’ın peygamberlerine verdiği bilgi şeksiz, şüphesiz ve mutlaktır…

”Hakkı” “batıl” la karıştırmak veya batıla hak giysisini giydirmek insanın dünya sürgünü başladığından beri caridir. İnsanın prototipi olan Adem’in hikayesinden öğreniyoruz ki şeytan ayartıcı bilgiyi kullanarak muhatabını yoldan çıkardı. Adem’e teklif edilen ebediyet ve melek olma imkanı esasında bir aldatmacadan ibaretti fakat insanın sonsuzluk ve masumiyet arzusu bu aldatıcılığı görmesini engelledi. Ayartıya kanmanın neticesi olarak Adem ve Eşi çıplak(savunmasız) kaldı ve tenzili rütbeye(hubut) uğratıldı. Aziz Kur’an’ın kavramsallaştırmasıyla “hubut” ,yüksek bir konumdan/mertebeden düşük bir konuma/mertebeye düşmeyi (alçalmayı) tanımlamak için kullanılan bir sözcük…Maverai olandan sufli olana doğru bir düşüş… Demek ki ayartıcı bilgi insanın derecesini aşağılara doğru çek/ebil/iyor. Tam tersi de doğrudur… Sahih bilgi/hakikatin bilgisi insanı yüceltir, kemale erdirir, marifet ve hikmet sahibi kılar…

Bilginin peşinden koşarken bu hususu unutmamak gerek… Hangi bilginin peşinden gideceğiz/gidiyoruz? Yücelten bilginin mi? Bayağılaştıran/alçaltan bilginin mi? Her bilgi iyidir önermesinde bulunacak değiliz elbette. Seçici bir dikkate ihtiyacımız var… Varlığa, varoluşa, varlığın gayesine ve var edene dair sahih bir tasavvur için vahiy ve nübüvvet bilgisinden daha güvenilir bir istinatgah yok...Allah(c.c) bütün varlığı kuşatan(muhit) ve bilen(alim) özelliğiyle bize bu bilgiyi verir.Aziz Kur’an şeksiz,şüphesiz ve mutlak bilginin kaynağıdır… Son elçi (s.a.v), vahyin hayata nasıl aktarılacağını gösteren yüksek ahlak sahibi bir insandır…

Toplumları selamete/felaha/hidayete yönlendiren de uçurumun kenarına, dalaletin anaforuna getirip bırakan da bilgi sahibi kişilerdir. Bunlar her kültürde farklı isimle tanınır… Avrupa’da Entelektüel, Rusya’da entelijansiya, Osmanlı’da münevver, Cumhuriyet Türkiye’sinde aydın, İslam geleneğinde alim/ulema/mütefekkir, İran’da Ruşenfikr gibi isimler bu bağlamda dikkat çekicidir. Gerek geçmişte gerekse bugün, ister yönetim erkini elinde bulunduranlar isterse geniş halk kitleleri olsun entelektüel/alim/aydın havzasının söylem ve eylemlerine dikkat kesilmişlerdir… Tarih bu söylediğimize şahittir. Fransız İhtilali, Bolşevik Devrimi, İran İnkılabı, Çin/Japon Modernleşmesi ve Cumhuriyet Aydınlanması v.s. bugünden yarına gerçekleşen hadiseler değil, bilakis arkasında yoğun bir aydın/entelektüel katkısı olan hareketlerdir. Bizi yakından ilgilendirmesi hasebiyle Cumhuriyet Aydınlanması, kamusal meşruiyet(rıza) sağlamak ve bu meşruiyeti sürekli kılmak için öğretmen-imam-akademisyen gibi bilgiyle teması yoğun olan kişilerden azami derecede istifade etmiştir. Etmeye de devam ediyor… Demek ki toplumsal değişimin ana dinamiklerinden biri alim/entelektüel/aydın havzasıdır. Bir toplum sahih bilginin peşinden koşmayı ve bu bilgiye sahip olan kişileri yetiştirmeyi,korumayı ve kollamayı terk ettiğinde o toplum için iyi bir gelecekten bahsetmek mümkün değildir.Alimleri/entelektüelleri/aydınları kısıtlanmış, örselenmiş ,bayağılaşmış ,mankurtlaşmış,sefihleşmiş,duyarsızlaşmış,ahmaklaşmış toplumların zihin dünyaları felç olmuş demektir.Böyle toplumlar görünürde bağımsız olsalar da, esas itibariyle zihinsel bağımlılık içindedirler.Ki en tehlikeli bağımlılık ta budur…

Demek ki alim/entelektüel/aydının öncelikli vazifesi, içine doğduğu toplumun zihinsel özgürlüğüne katkı sunmak, bilinç işçiliği yapmak ve gerçek bağımsızlığın “zihinsel bağımsızlık” olduğuna toplumunu ikna etmektir. Bu ikna sürecinde çeşitli zorluklarla, engellerle, badirelerle karşılaşması mümkündür. Tarih disiplini bize bu çaba içerisine giren herkesin ciddi bedeller ödediğini söyler… Çünkü tarih boyunca bilincin özgürleşmesi için savaş verenler karşılarında dini-siyasi-iktisadi otoriteyi temsil eden imtiyazlı bir sınıf bulmuşlardır. Bu sınıflar elitist/buyurgan/üsttenci/müreffeh ve sömürgeci düzenlerinin devamı için edilgen, pasif, düşünemeyen, sorgulamayan, muti karaktere sahip kitlelere ihtiyaç duyarlar. Alim/entelektüel/aydın işte tam bu noktada devreye girer… O,halkın yanındadır. Onları içinde bulundukları durumun vehameti ve katlanılamazlığı hakkında uyarır. Çıkış yolu gösterir… Zulüm ve tuğyan üreten düzenleri yıkmak için “put kırıcı” söylemi inşa eder.Mele ve mütreflerin mükellef sofralarının değil, mustazafların yoksulluğunun ve çilesinin iştirakçisidir. Amacı istizafa uğrayanların gözünü açmak,onların ferdiyet/şahsiyet bilincine ulaşmalarını temin etmek,kula kulluk etmek yerine tek ilah olan Allah(c.c)’a kul olmalarını öğütlemek ve böylece “madunluklarına” son vermektir.Halkın yanında olmayı zül kabul eden,fildişi kulelerden ahkam kesen,müstekbirlerin çirkefliklerini meşrulaştırmak için çaba harcayan alim/entelektüel/aydın havzasının muteberliğinden söz edilemez…

İlginçtir… Entelektüelin tanımı yapılırken (genelde) sofistler dönemine işaret edilir. Böylece entelektüel çabanın Yunanlı köklerine dikkat çekilmiş olur. İnsanlığın düşünsel hikayesini Yunandan başlatmayı adet edinmiş oryantalist perspektifin izlerini taşıyan bu yaklaşım, zımnen, Doğu Uluslarına( ki aralarında biz de varız) “siz öteden beri ilkel/primitif bir hayatın mümessillerisiniz” mesajını verir. İronik olan şu ki bu mesaj, Cumhuriyet aydını tarafından da sahiplenilmiştir. Hatta bugün bile akademik havzamızın hatırı sayılır bir kesimi icat edilmiş doğu-batı klişeleri etrafında düşünmektedir. Yunan geleneğinden ilham alan entelektüellik modern anlamdaki kullanımına XII.yüzyıl Paris’inde ulaşır.Kilise karşıtlığıyla temayüz eden “Goliardlar” bugünkü entelektüelin atasıdır. Belki de sırf bu tarihi arka plandan dolayı entelektüelin dinle mesafeli(seküler/ladini/profan) olması beklenir. Bu beklenti o kadar güçlüdür ki, dini referanslarla konuşanların entelektüel kapasitesinin sınırlı olduğu kabul edilir…”Goliardlar” sadece kilise karşıtlıklarıyla değil,askere gitmek yerine eğitim almayı yeğleme özellikleriyle de temayüz ederler.Kentler arasında dolaşarak tahsil gören bu kişiler,dönemin dini otoritesi tarafından aylak,başıboş,serseri,şeytan gibi nitelemelere maruz kalmışlardır.Nitekim rönesans ve reform sürecinde öne çıkan “goliardlar” moderniteye giden sürecin mimarları sayılmışlardır.Aydınlanma üstatlarına ilham kaynağı olan bu kesim sanata çok düşkündür…Kilise tarafından kurulan üniversitelerde seküler düşünüşün öncüleri de bu kadrolar arasından çıkmıştır.”Goliard”ların modern entelektüelin öncüsü olması ve Fransız İhtilali’nin seküler/Protestan karakteri, entelektüeli doğal olarak “sol” ideolojiye mahkum etmiştir.Sağ ise kilisenin ve anti-entelektüelliğin temsilcisi olarak tanımlanmıştır. Bu tanım hala geçerliliğini korumaktadır… Boğaziçi Üniversitesi özelinde süre giden tartışmalara bir de bu zaviyeden bakmakta yarar var… Bizde entelektüel (genelde) Avrupamerkezci bilginin topluma benimsetilmesi amacıyla misyon üstlenmiştir. Toplum hizaya getirilmesi, ehlileştirilmesi ve medenileştirilmesi gerekendir. “Beyaz adamın” Avrupalı olmayan uluslara reva gördüğü muameleyi bizim bir kısım aydınlarımız(!) kendi insanına reva görmüştür. Bu bağlamda, bütün üniversiteleri Avrupamerkezci bilgi (ki bu bilgi seküler/ırkçı/pozitivist ve sömürgecidir) tarafından ele geçirilmiş (fethedilmiş de diyebiliriz) bir ülkede, rektör ataması üzerinden yapılan tartışmalar, Türkiye’deki ilmi-entelektüel-akademik çölleşmenin/çoraklaşmanın/ufuksuzluğun ve en önemlisi de “madunluğun”   ürkütücü boyutlara ulaştığını göstermesi bakımından manidardır. Oysa ki asıl sorulması gereken soru (dar-ül İslam) olan bu aziz ülkenin üniversitelerinde neden vahiy ve nübüvvet bilgisinin meşruiyetinin olmadığı ve/veya Avrupamerkezci bilgiyle barışık yaşamanın ne anlama geldiğidir? Şayet entelektüel bağımsızlığa sahip olsaydık, bu sorunun cevabı üzerinde bütün üniversitelerimizin durması gerekirdi. 19.yüzyılda “uygarlık misyonu”, 20.yüzyılda “demokrasi ve insan hakları” klişeleriyle halklarımızı ayartan Avrupamerkezci yaklaşım, 21.yüzyıl için “cinsel özgürlükler” klişesini üretti ve ayartmaya devam ediyor. Üniversitelerimiz epistemolojik ve metodolojik bağımlılıktan kurtulamadıkları, yani özellikle sosyal ve siyasal bilimler alanlarında vahiy ve nübüvvet bilgisinden ilham alan bir bilgi sistemi ve usul disiplini inşa edilemediği sürece, bizim için onurlu bir gelecekten bahsetmek mümkün görünmüyor.

Yaklaşık iki asırdır devam eden ve halkımızı zihnen sömürgeleştiren yabancılaştırma sürecinin kamusal alanda sağladığı epistemolojik meşruiyetin temellerini sarsacak inkılabi bir söylemin ve eylemin inşa edilmesi için ceht etmek kaçınılmaz. Bunu da entelektüellerimiz yapacak/yapmalı… Halkımızın gerçek anlamda hürriyeti teneffüs edebilmesi için bu ceht şart…Ancak çok meşakkatlidir… Fiziksel ve zihinsel konforundan ödün ver(e)meyenler, diline/lisanına titizlik göstermeyenler, sözcüklerin ve kavramların gücüne inanmayanlar, zamanın ruhuna teslim olanlar, sözü ve yazıyı değil “gözü” merkeze alanlar, risk almaktan imtina edenler, merak etmeyenler, klişelerin tasallutuna razı olanlar, hamasi ve popülist söylemin uyuşturucu etkisini fark etmeyenler,nemelazımcılığın ve oportünizmin anaforunda debelenenler,hizip/parti/cemaat/klik/getto/klan çıkarları için hareket edenler,ehven-i şerreyn (kötüler arasından daha az kötü olanı tercih et) klişesine itiraz etmeyenler bu cehte katılamazlar… Camide mevzuata göre din anlatan imam, okulda mevzuata göre eğitim-öğretim yapan öğretmen ve üniversitede mevzuata göre bilim/düşünce üreten akademisyen daha baştan mağluptur… Anarşizme davet değil bu söylediğim… İlmi/entelektüel derinliğin eşlik edeceği hikemi-irfani-edebi ve felsefi bir “esaslı duruş” çağrısı… Bu esaslı duruşun ana istinatgahı ise, yukarıda da dikkat çekmeye çalıştığım üzere, yüce Kur’an ve şanlı Elçi(s.a.v) olmak zorunda…

 

Kamil Ergenç

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

 

NOT: Bu yazı'm İnsicam Dergisi'nin I. sayısında (Mart 2021) aynı başlıkla yayınlanmıştır.


AddThis