Geçmişten Günümüze Milli Eğitim ve Kültür Şura'larının Gündemi ve Türk Milli Eğitim Sisteminin Karakteristiği-(II)

1-3 Aralık 2021 tarihleri arasında toplanan 20.Milli Eğitim Şurası’nın ana başlığı “eğitimde fırsat eşitliği” olarak belirlendi. Ayrıca üç ana konuda da ihtisas komisyonu kuruldu. Bunlar;

a)Temel Eğitimde fırsat eşitliği

b)Mesleki eğitimin iyileştirilmesi

c) Öğretmenlerin mesleki gelişimi

Şüphesiz önemli başlıklar… Fakat esasa (yani I.yazıda dikkat çekmeye çalıştığımız “bilgi sistemi/marifet nazariyesi” meselesine ve “epistemik-ontik-metodik” şiddet türlerinin mahiyet ve keyfiyetine odaklanmadığı için bu şura da ölü doğmuş, teknik-bürokratik ayrıntılar içinde boğulmuştur. Teknik/sınai/endüstriyel alanda ihtiyaç duyulan personelleri yetiştirmek için Tanzimat’tan bu yana takip edilen mühendis-iktisatçı aklı hala revaçta…(1)

Öte yandan, Cumhuriyet tarihimizde 1982,1989 ve 2017 yıllarında olmak üzere toplam üç kez yapılan Milli Kültür Şuraları’nın sonuncusunda alınan (ve bence önemli olan) kararlara dikkat çekmek durumundayım.(2) Zira bu kararlar Milli Eğitimi de yakından ilgilendiriyor. Şayet eşgüdüm sağlanabilirse elbette… Halen Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın resmi internet sayfasında yer alan 2017 tarihli Milli Kültür Şurası’nda dikkatimizi çeken kararları şöyle sıralamak mümkün:

a) Tarihsel ve kültürel havzalarımızın birikimi göz önünde bulundurularak “ulus-devlet kavrayışını” aşan bir ufuk belirlemeliyiz. (3)

b) Türkçenin yoksullaşmasını engelleyici tedbirler alınmalıdır.(4)

c) Eski mezar taşlarının onarılmasına destek olunmalıdır.(Ölülerimizin olduğu yerler ulus-devlet ufkunun sığlığından kurtulmamız için vesiledir. En azından ders kitaplarının bu zaviyeden yeniden gözden geçirilmesinde fayda var.)

d) Lise düzeyi edebiyat metinlerinin sadeleştirilmeden yayınlanması. (Lisan hassasiyetinin geliştirilmesi için önemli bir uyarı… Ancak bu uyarının yerini bulması için ilkokul ikinci sınıfta zorunlu tutulan yabancı dil(İngilizce) dersinin kaldırılmasında yarar var.)

e)Üniversiteye giriş için lisenin son iki yılında dil(lisan) ve ifadenin ölçüleceği, yazma becerisini geliştirmeye imkan veren bir uygulamaya geçilmeli. Başarılı olanlar üniversite giriş sınavına alınmalı. (Söz ve yazının yerini ne yazık ki, hızlı bir şekilde,”göz” alıyor. Emoji kültürü çocuklarımızın-gençlerimizin ufkunu kapatıyor. Onları kolay manipüle edilebilir hale getiriyor. Düşünme kabiliyetlerini sınırlıyor. Demek ki eğitim sistemimizin sözü-yazıyı merkeze alan bir yaklaşımı benimsemesi gerekiyor.)

f) Kapsamlı bir Türkçe etimoloji sözlüğü hazırlanmalı.( Heyecan verici bu önerinin de hayata geçtiğine henüz şahit olmadık. Umarız bir yerlerde hazırlığı devam ediyordur. Kavramların tarihine dair farkındalık yoksunu toplumların istikbali tehlikededir.)

g) Kütüphanelerin yaygınlaştırılması.(Üzülerek söylemek gerekiyor ki bu konuda da yeterince mesafe alınmış sayılmaz. Bazı merkezi yerlere gösterilen ihtimamın taşraya da teşmil edilmesi gerekiyor.)

h) Üniversitelerde çocuk edebiyatı bilim dalı ihdas edilmeli. ( Bünyesinde çocuk edebiyatı ana bilim dalı olan üniversite var mı bilmiyorum… Fakat çocuklarımızın masal-hikaye-öykü-destan-cenkname gibi edebi eserlerle tanışık olmalarının hayal güçlerinin gelişmesi (yani düş görmeleri) için gerekli olduğu kanaatindeyim. Bu bağlamda okullarımızın “çocuk ve edebiyat” başlıklı veli farkındalığına dönük çalışmalara önayak olması gerekiyor.)

Bu arada Cumhuriyetin yaklaşık yüz yıllık tarihinde (1982,1989 ve 2017 de olmak üzere) toplam üç kez Kültür Şurası’nın tertiplenmiş olması, kültür meselesine verdiğimiz önemi göstermesi bakımından manidar! Bu şuraların ilkinin 12 eylül darbe konseyi zamanında, diğer ikisinin ise Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan gibi sağ/muhafazakar hükümetlerin iktidarında icra edilmiş olmasının nedenleri üzerinde de düşünmek gerek.(5)

Esasında 1-3 Aralık 2021 tarihleri arasında icra edilen Milli Eğitim Şurası’nın “ Epistemolojik Bağımsızlık (Marifet Nazariyesi) İçin Yol Haritamız” başlıklı tek bir gündemi olmalıydı. Alt başlıklar ise ;

1-Sosyal bilimleri ( tarih, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, filoloji, siyasal bilimler vb.) burjuva protestan uygarlığının kavramsal tahakkümünden kurtarmak;

2-Sömürgeci bilginin çitlerini aşmak

3-Epistemik-ontik ve metodik şiddetle mücadele etmek.

1921 de (henüz Cumhuriyet ilan edilmemişken) toplanan Maarif Kongresi Milli Eğitim sistemimizin yol haritasının belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu kongre 1923-1924-1925 te yapılacak Heyeti İlmiye çalışmalarının ön adımı olarak görülebilir. Bir yandan İstiklal Harbi’nin yaraları sarılırken diğer yandan yeni kurulacak devletin kurumsallaşması da bu süreçte gerçekleşecektir. Ülke sathında eğitim-öğretim çağındaki talebelerin belirlenmesi, eğitimin verimliliği, çoğunluğu kırsalda yaşayan nüfusun kayıt altına alınması gibi konuların masaya yatırıldığı bu kongre yeni Türkiye’nin eğitim ufku için ilk örnek olarak kabul edilebilir. Heyet-i İlmiyeler ise Milli Eğitim Şuraları’nın öntipi olarak öne çıkar. Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Şemsettin Sami gibi isimlerin katıldığı bu toplantılarda yeni Cumhuriyetin ulus inşasına dönük adımlar konuşulmuştur. Örneğin 1923’te toplanan Heyet-i İlmiyenin gündem maddeleri şöyledir:

1- Ulusal Kültür

2- İstatistik Genel Müdürlüğünün Teşekkülü

3-Ulusal Sözlük

4-Ulusal Dil

5-Ulusal Müzik Çalışması

6-Ulusal tarih ve coğrafya enstitülerinin kurulması

Gündem maddelerinden de anlaşılacağı üzere amaç yeni ulus devletin ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu bağlamda Milli Eğitim şuralarının ön modeli olarak icra edilen Heyet-i İlmiye çalışmalarının Türk Milli Eğitim sisteminin ideolojik yaklaşımını tebellür ettiren bir mahiyette olduğu söylenebilir.

1924’te yapılan ikinci Heyet-i İlmiye çalışmasında ilkokul-ortaokul ve liselerin eğitim-öğretim süreleri ele alınmış ve yeni ders kitaplarının yazılması kararlaştırılmıştır. 1925’de yapılan son çalışmada ise ortaokullarda karma eğitim ve eğitim-öğretime ayrılan kaynakların verimli kullanımı masaya yatırılmış ayrıca Mustafa Kemal tarafından davet edilen John Dewey’in hazırladığı eğitim raporu doğrultusunda Talim Terbiye Kurulu’nun teşekkül ettirilmesine karar verilmiştir.(6)

Kemalist ideolojiyi merkeze alarak Milli Eğitim politikalarını belirleyen Heyeti İlmiye çalışmaları 1939’da “Milli Eğitim Şurası” başlığıyla icraatlarına devam edecektir. En yüksek danışma organı olarak Talim Terbiye Kurulunun riyasetinde icra edilen şuraların kimi kararları uygulanırken kimileri de uygulama dışı kalmıştır. Şuraların danışma organı olarak kabul edilmesi ve aldığı kararların tavsiye niteliği taşıması zaaf olarak nitelenebilir. Ancak yazımızın ilk bölümünde de ifade ettiğimiz üzere bu şuraların hiçbirinde modern paradigmanın yaslandığı değer sistemi-epistemolojisi tartışılmamış ve gündem yapılmamıştır. Yeni ulus devlet olarak Türkiye (varoluşunu İslam’a borçlu olsa da) burjuva protestan kültür kodlarından ilham alan bilgi sistemiyle barışık yaşamayı sorun etmemiştir. Bu yaklaşımın benimsenmesinde Mustafa Kemal’in “düşüncelerimin babası” olarak tavsif ettiği Ziya Gökalp’in belirgin etkisinden söz edilebilir. O, Tanzimat aydınlarının Doğu ile Batı’yı sentezlenebilir zannetmelerinden dolayı hata ettiklerini; iki dinli bir fert olmayacağı gibi iki medeniyetli de olunamayacağını, dolayısıyla “ikili” oynamayı bırakıp tercihimizi Garb Medeniyeti’nden yana yapmamız gerektiğini beyan ederek yeni ulus devletin kıblesini de tayin etmiştir. Binaenaleyh Türk Milli Eğitim sisteminin yüzü de bu kıbleye dönük olmak zorunda kalmıştır. Zaman zaman kıblenin yanlışlığına dair kısık sesli itirazlar yükselse de, bu itirazlar sistemi değiştirecek kudrete eriş-e-memişlerdir.

 

Kamil ERGENÇ

 

Dip Notlar ve Yararlanılan Kaynaklar

1-Bu başlık/lar olmasın demiyorum. Elbette ki bir ülkenin mesleki-teknik eğitimini masaya yatırması mühimdir. Fakat aynı ihtimamı İslami referanslar temelinde bir “sosyal bilim” dili, söylemi, metodu inşa etmek için de göstermek lazım gelir kanaatindeyim.

2-Milli Kültür Şuraları hakkında ayrıntılı bilgi için Sinem Sünter Sayın’ın Yıldız Teknik Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde yaptığı “Kültür Politikaları Bağlamında Milli Kültür Şuralarının Değerlendirilmesi” başlıklı yüksek lisans tezine bakılabilir.

3-Dikkat buyurunuz! Bizzat Kültür Bakanlığı’nın öncülüğünde gerçekleşen bir faaliyette ulus-devlet ufkunun aşılması önerisi var. Kanaatimce bu yaklaşım 2000’lerin başında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e sunulan meşhur Emre Taner raporundan sonra ilktir. Bu kararın alınmasında post-modern paradigmanın akışkan-esnek-pluralist ve “sınır tanımayan” özelliğinin dayatması mı yoksa Türkiye’nin tarihsel-kültürel kodlarının derinliğinden ilham alan bir perspektif mi etkili oldu bilmiyoruz. Ancak ulus-devlet aklının toplumu homojen-birörnek-basmakalıp-tekdüze bir dünya görüşüne icbar ettiği, tarihi ve dini kendi çıkarları doğrultusunda istismar ettiği,dini kutsalları tarih dışı ilan ederken seküler kutsallar icat ettiği ve en önemlisi de Protestan burjuva kültür kodlarından ilham alan bilgi sistemini referans alarak kendisini meşrulaştırdığı hatırlandığında, ulus-devlet aklının, ufkunun ve kavrayışının dışına çıkma iradesinin ehemmiyeti görmezden gelinemez. Ancak Şura’nın aldığı bu karardan bugüne şahit olduklarımız gösteriyor ki ulus-devlet aklının dışına çıkmak zannedildiği kadar kolay değil. Bu noktada belki de en hassas olunması gereken nokta post-modern paradigmanın tuzağına düşmeden ulus devlet aklıyla yüzleşmektir. Aksi taktirde varılacak yer mikro milliyetçiliklerin özendirilmesi olacaktır.

4-Oldukça önemli olan bu tavsiye kararına rağmen hala ilkokul ikinci sınıftan itibaren Anglo-Sakson kültürün dili zorunlu ders olarak okutuluyor. İlkokul ikinci sınıfta, henüz daha kültürel anadilini bile tam manasıyla öğrenememişken,”zorunlu yabancı dil” dersiyle geleceğin gençleri/yetişkinleri olacak çocuklarının körpecik dimağlarını dağlayan kaç ülke vardır? Bunun adı kendi kendini sömürgeleştirmek değil de nedir? Dilini/lisanını kaybeden bir toplumun başına gelebilecek daha büyük bir musibet var mıdır?

5-Kültür ve Turizm Bakanlığı, mesaisinin büyük bir kısmını turistleri rahat ettirmek için(yani küresel sistemin Türkiye’ye biçtiği “garson devlet” rolünün tahkim edilmesi amacına matuf olarak) harcadığından dolayı, sözünü ettiğimiz bu olguları düşünebilecek durumda değildir. Dolayısıyla kültürel bağımsızlığımız için çaba göstermesi de beklenemez. Türkiye’nin farklı yerlerinde yürütülmekte olan ve temel amacı bu coğrafyayı İslam öncesi kültür kodlarıyla tanımlamak ve böylece Türkiye’nin İslam’la mümkün olan varoluşunu tartışılır hale getirmek olan arkeolojik çalışmaların maksadını anladıklarını ise hiç zannetmiyorum.

6-Cangül Örnek/Türkiye’nin Soğuk Savaş Düşünce Hayatı (Antikomünizm ve Amerikan Etkisi)/Can yay./I.Baskı/2015-İst.


AddThis