İslam Düşüncesinde Sünnet/Hayri KIRBAŞOĞLU

Yazar kitabın sunuş bölümünde Kepel’in dinin yükselişi olgusuna değinerek başlıyor. Kepel’e göre islam, Hırıstiyanlık ve Yahudilik yükseliştedir. İnsanlar artık laik değerler yerine kutsal değerlere sarılmaya başladılar.

Yazar bu girişten sonra Hırıstiyanlığın sömürgeci Batı’nın bir karakolu ve öncü kuvveti rolünü üstlendiği, yahudilik temeli üzerine kurulu israil’in bölgede oluşturduğu zulüm, haksızlık, terör ve dahası Siyonizmin hedefe ulaşmak için hiçbir sınır ve kural tanımadığını belirtiyor. Dolayısıyla bu iki dinin insanlığa verecek bir şeyleri yok. İnsanlığın kurtuluş ümidi olarak geriye İslam kalmaktadır.

Birçoğuna göre bu günümüzde toplumların algıladıkları ve yaşadıkları İslamdır. Böyle olunca bugün İslam toplumlarını dahi kurtaramayan İslam’ın gezegenimizi nasıl kurtarabileceği sorusu gündeme gelmektedir. İşte kastedilen İslam tarihi boyunca Müslümanlar tarafından anlaşılmış ve uygulanmış şekliyle değil , Kur’an ve onun pratiğe geçirilmiş şekli olan Sünnette yer alan ilke ve değerler olarak İslamdır. Bu İslam potansiyel olarak içinde yaşadığımız çağın problemlerin üstesinden gelebilecek güçte olmakla birlikte henüz hayatın her alanını kuşatan kapsamlı bir proje, bir dünya görüşü olarak geliştirilmiş değildir. Sorun da buradadır. Bu teoriden pratiğe geçirilme meselesi halledilebilirse insanlık kurtulur. Bunun içinde sünnet gereği gibi kavranmalıdır.

Yaygın kanaatin aksine Sünneti ortaya koyma da başvurulacak temel kaynaklar hadisler değil Kur’an’dır. Kur’an bize Hz. Peygamber’in düşüncesi, amaçları, metodu konusunda bilgi verecek en güvenilir kaynaktır.

Kur’an’ı günümüz insanının anlayışına sunmak için pek çok çalışma yapılmış( örnek olarak Seyyid Kutup, İzzet Derveze, M. Abduh, Reşit Rıza, Izutsu) ancak Sünnet konusunda bu tür çalışmalar olmamıştır.

Sünnet konusunda yazılan eserlerde genellikle namazın sünnetleri, sünnet olmak, misvak, gümüş yüzük takmak, sarık sarmak, sakal bırakmak konuları işlenmekte, Kur’an’ın pratiğe dönüştürülmesine pek değinilmemekte ve Sünnette tahkik yerine taklitçilik ön panda kalmaktadır.

Bugün Müslümanların sünnet anlayışının bir dünya görüşü ve hayat tarzı denilebilecek nitelikte özlü, kapsamlı ve sistemli bir bütün olduğunu öne sürebilir miyiz? Öyleyse Sünnet anlayışımızın gözden geçirilmesi gerekmektedir. Hz. Peygamberimizin hayatı tarihi olaylar dizisi olan kuru bir üslup içerisinde anlatılmaktadır. Sünnet, yaşanması gereken bir olgu olarak değil de bilinmesi gereken bir malumat olarak algılanmakta. Bu anlayışla verilen bir eğitimden verimli, bereketli bir sonuç elde edilemeyeceği ortadadır.

Bu konuda bir diğer yanlış da taklitçiliktir. Esas olan ittibadır, delilini bilerek görüş veya davranış izlemektir. Mesela Allah şarabı yasaklamış, rakı içmeyin dememiş gibi bir anlayışta olduğu gibi yüzeysel olunmamalıdır.

Bir diğer yanlış da geçmişte yaşamış İslam âlimlerinin seviyelerini erişilmez kabul edip onların geliştirdikleri tanımlardan daha iyisinin yapılamayacağının kabulüyle tekrar ile yetinmektir. Halbuki İslam’ın her zaman ve mekanda geçerli olabilmesi, onun değişen şartlarda değişik yorumlara açık olmasıyla mümkündür.

Sünnetin temel özellikleri orijinallik, süreklilik, belli bir standarda sahip olmak, kuralsal olmaktır. Sünnetin amacı iyi ahlaklı birer Müslüman birey yetiştirmek değildir sadece. Hz. Peygamberin bütün gayretleri Kur’an’ın ilkelerini esas alan bir toplum yetiştirmektir. Müslüman bireylerden oluşsa da bir toplum şayet siyasi, iktisadi, içtimai, hukuki… vb. alanlarda Hz. Peygamberin göz önünde bulundurduğu ilkeleri esas almadıkça ve onun ilkelerine sarılarak onun gerçekleştirdiği- yakaladığı hedefleri yakalamadıkça o toplumun sünnete tabi olduğu söylenemez. Yani Hz. Peygamberin Medine’de kurduğu model çağın şartlarına göre yukarıdaki ilkeleri esas alınarak yeniden kurulmalıdır.

Bu ise ancak şekilcilik ve taklitçilikten uzaklaşılarak olur. Camilerdeki halıları kaldırıp toprak zeminde namaz kılmak, masada değil de yerde yemek yemek, çatal-bıçakla değil de elle yemek, entari giymek değildir sünnet. “ İşte sizi dengeli bir ümmet yaptık ki insanlığa örnek olasınız. Peygamber de size örnek olsun.” Ayetinin maksadını gerçekleştirmektir Sünnet.

Batılılara göre İslam değişime engel, durağan bir dindir. Maalesef tutucu Müslümanların İslam anlayışı da budur.

Sünnetin şekil ve lafızdan ziyade bunların arkasında yatan mana, amaç, ilke ve prensip olduğunu anladığımızda; maksadın ağız sağlığı olduğunu anlayınca misvak ya da fırçanın fark etmeyeceği görülecektir.

Sünnetin elbette değişmeyecek ilkeleri vardır. Namaz, oruç, hacc gibi ibadetlerin Peygamberin uyguladığı gibi olması zorunludur. Ancak toplumsal konularda zaman ve mekânın değişimiyle yeni şartların ortaya çıkacağı bir gerçektir. Bugün insanlığın çözmek zorunda olduğu insan hakları, çevre problemleri, kadın hakları, sigorta, tüp bebek, organ bağışı,işçi hakları gibi pek çok konunun İslami çözümleri için Sünnetin bize ne gibi imkânlar sunduğunu ortaya koyabilmek bu konularda çağdaş bilim ve kültüre sahip olmayı gerektirmektedir.

İlk dört halife sürekli olarak ortaya çıkan yeni problemleri Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in kendilerine öğrettiği şeylerin ışığı altında kendi hükümlerini uygulamak suretiyle aştılar.

Ancak daha sonra Sünnetin rivayet yoluyla aktarılmaya başlanmasıyla birtakım problemler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle siyasi ihtilaflar hadis uydurma sapmasını-olgusunu meydana getirmiştir. Bu nedenle hadislere ihtiyatlı yaklaşılmaya başlandı. Bu söz Peygambere ait değil diyenlere de “Sünneti inkâr ediyor!” denmeye başlandı.

Sonuç olarak Sünnet Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından yorumlanıp uygulanmış biçimi olarak nitelendirilebilir. Ancak Sünneti Sünnet yapan şekilden çok lafızdan ziyade manadır. Hikmetin de bilgiyi doğru kullanarak isabetli hükme ulaşma melekesi olduğu düşünülürse dengeli bir ümmet olmanın adımları atılmış olur.

 

Selim YAVUZ

   

 


AddThis