Kutsal Sekülarizm/Mustafa TEKİN

 Kitabın tahliline geçmeden önce yazarımızın Halil Cibran’ın Ermiş adlı kitabından yaptığı alıntı ile başlamak istiyorum.

Zamanın bilgesi el-Mustafa ile Orphalese halkı arasında geçen diyalogda insanlar teker teker soru sorarlar;

El-Mitra :’Bize sevgiden söz et der’ ve el- Mustafa cevap verir.

Yine el-Mitra sorar :’Evlilik için ne dersin?’der ve el-Mustafa cevap verir.

Sonra yavrusunu göğsüne bastırmış bir kadın söze karışır: ‘Bize çocuklardan söz et’ der.El-Mustafa çocuklardan söz eder.

Sonra bir zengin söz alır ve ‘Bize vermekten söz et’ der.

El-Mustafa vermekle ilgili düşüncelerini anlatır.

Sonra han sahibi bir yaşlı söz alır ve’Bize yemek ve içmekten söz et’ der.El-Mustafa insanın niçin yemek ve içmek zorunda olduğunu anlatır.

Birçok kimse sevinç,keder,konut,giyim,alım-satım,özgürlük düşünce ve hırs,acı,kendini bilmek,öğretim,dostluk,söz söylemek,zaman,iyi ve kötü ,tapınmak,zevk ve güzel sözden sorarlar.El-Mustafa bunların hepsine cevap verir.

En sonunda yaşlı bir din adamı söz alarak’Bize dinden söz et’ der.El-Mustafa cevap verir;’Bugün ben size dinden başka bir şeyden söz ettim mi ki?

 

Bu hikaye aslında sekülerleşmenin serencamını çok güzel özetliyor. Ancak biz yine de yazarın kavramsallaştırmalarını ve düşüncesini ifade ediş tarzını- arada kendi yorumlarımızı da katarak -ifade etmeye çalışacağız.

 

Kitap ; a) Seküler Dünyada Din b)Dindarlığın Modern ve Postmodern Yüzleri c)Sekülerleşme Sürecinde Kadın ve Aile başlıklarında üç ana bölümden müteşekkildir.Bölümler ayrıca kendi içlerinde çeşitli başlıklarla da açıklanmış.

 

Kitabın girişinde bir tarih okuması yapılarak İslam dünyasının(Müslümanların) durumu ve  tarih içerisindeki geçirdiği evreler değerlendirilerek bugün gelinen nokta itibariyle Müslümanların varlığının neyi ifade ettiği ve dünyanın İslam toplumlarına ve İslam dinine bakışının hangi mahiyette olduğu değerlendirilmiştir.

 

Yazarın da isabetli tespiti gereği,1979 da İran’da gerçekleşen İslam devrimi tüm dünyanın  dikkatini bir anda bu coğrafyaya çekmiştir. İslam’ın 20.yüzyılda –ki 1990 lar tarihin sonu tezlerinin yazıldığı dönemdir-bir toplumu harekete geçirerek demokrasi,liberalizm,sekülerlik v.s modern argümanlar karşısında, özgün ve özgür bir şekilde, mensuplarına bir hayat algısı,bir mefkure ve bir ülkü aşılayan;bu ülkü,mefkure ve fikir uğruna mensuplarının her şeylerini feda edebilecek duruma gelmesini sağlayan bir din olduğu gerçeği 1979 devrimiyle yeniden hayat bulmuştur.Bu heyecan dalgası tüm İslam coğrafyasında etkisini göstermiş;Cezayir,Mısır,Türkiye gibi ülkeler İslamcılığın yükseldiği beldeler olarak temayüz etmiştir.

 

Yazarımızın da eserinde ifade ettiği üzere 1990’lı yıllar ,yani yanıltıcı soğuk savaşın sona erdiği ve tehlikenin renginin kırmızıdan yeşile döndüğü dönemler, tüm dünya Müslümanları için oldukça sancılı bir sürece işaret eder.1.Körfez savaşıyla coğrafyamızın kalbine daha bir yerleşen batı emperyalizmi,Cezayir’deki kıyam hareketini yerli cuntalarla işbirliği yaparak oldukça kanlı bir şekilde bastırmıştır.Ardından Avrupa’nın orta yerinde ,Bosna’da, yapılan katliama sessiz kalınarak yeni konseptin İslam’la/Müslümanlarla savaş olduğu gerçeği bir kez daha teyit edilmiştir.11 eylül saldırıları-ki bu saldırıların dünyanın şuan ki şeklini alması için mürettep/tertip edilmiş olduğu sağır sultanın dahi malumudur-İslam’ın/Müslümanların dünya sahnesinden,modern dünyanın sahte ve fakat büyülü kavramlarının kofluğunu ortaya çıkarmamak üzere bertaraf edilmesi gerektiği gerçeğinin işaretidir.

Kitabın bizce en önemli özelliği, sekülerlik kavramının tanımı ve değerlendirmesi ile sekülerliğin hangi argümanlar ve tavırlarla hayatımıza girdiği yönündeki yaptığı tespitlerdir.Yazarın ifadesiyle, İslam dünyası tarihte karşılaştığı tüm birikimleri kendi öncülleri ile yeni bir okumaya tabi tutmasını bilmiştir.Bu tespit bugün en fazla gündemleştirilmesi gereken tespitlerden biridir.Bugünün müslümanının  dinine olan güveninin çok ciddi boyutlarda zedelendiğini söylemek durumundayız.İslam’ın bugün yeniden hayatın tüm vechelerini kuşatabilmesi için öncelikle bu dinin mensubunun kendisini buna inandırmsı gerekmektedir.Maalesef ki bugün İslam’ın insanlığı idare edemeyeceği,hayatı tüm vecheleriyle kuşatamayacağı,modern ve post modern argümanları yadsıyarak yeni bir dünya inşa edemeyeceği,liberal ve demokratik sistemlerin bugünkü modern toplumlar için yegane kurtarıcı olduğu gibi kanaatler artık Müslümanlar tarafından da dillendirilmeğe başlanmıştır.

 

Yazarın eserinde tanımladığı sekülerlik ;Samuel Johnson tarafından 1755 te ‘dünyaya ait kılmak’olarak tanımlanmış ve bu mana 18.yy baskın hale gelmiştir.Daha sonraki süreçte ise sekülerlik; sanat,edebiyat,eğitim,felsefe,ahlak ve genel kültürde dinin etkisinin azalışını ifade eder.Bu sürecin,din dilinin hayattan soyutlanması sürecinin,batı dünyası açısından oldukça büyük bir önem arz ettiğini ifade etmek zorundayız.Çünkü batının tarihinde din,özellikle ortaçağ boyunca,statükonun muhkemleştirilmesi ve zenginleşme aracı olarak kullanılmıştır.Dolayısıyla bir batılı için din dilinin hayattan soyutlanması yukarıda ifade edilen din merkezli statükonun reddi anlamına gelir.Batılı zihinle düşünen bir birey dini her zaman için-tarihi tecrübesinden dolayı- insanı sömürme ve statükoyu muhkemleştirme aracı olarak görür.Bundan dolayıdır ki Marks, dini kitlelerin afyonu olarak nitelendirmiştir.

 

Bizi burada asıl ilgilendiren husus, sekülerliğin Müslüman dünyada bulduğu makestir.Tarihsel olarak kilise ile çatışmanın neticesinde ortaya çıkmış olan sekülerlik ,geçirdiği evreler ve gelinen süreç itibariyle kazandığı anlam olarak ,İslam ile hiçbir zeminde bağdaşamamasına ve hatta çatışmasına rağmen ,farkında olarak veya olmayarak ,Müslümanların hayatlarında ciddi olarak yer etmiştir.Dini yalnızca bir nevi manevi tatmin vasıtası olarak gören ve ancak belli zamanlarda ve belli mekanlarda icra edilen birtakım ritüellere indirgeyen bir anlayışın yaşadığımız toplumda gittikçe kanıksanmaya başlamasını nasıl açıklayacağız?İslam dini hayatın parçalanmasına müsaade eder mi?İbadet nedir?Müslümanın ev,okul,çarşı-pazar,iş v.s alanlarda, her alana ait ayrı bir değer sistemi/klavuzu olabilir mi?Tevhid nedir?Dindarlık kendisini göstermeli midir? Yoksa gizli mi yaşanmalıdır? Maruf olanı emretmek ve münker olandan nefyetmek farziyyeti neyi ifade ediyor?Müslümanlar olarak birbirimize karşı sorumlu muyuz?Yoksa her koyun kendi bacağından mı asılır?

 

Yukarıdaki sorulara vereceğimiz cevaplar bizlerin sekülerlik kavramına nasıl baktığımızın ve sekülerleşip sekülerleşmediğimizin önemli bir işareti olabilir.Türkiye’de dindarlık genel itibariyle  geleneksel argümanlarla süslenmiştir.Bunlar ise mevlit geceleri,bayram ve Cuma namazları,türbe ve mezarlık ziyaretleri olarak sıralanabilir.İnsanımızın zihninde din, hayatı bütün vecheleriyle kuşatan bir değerler sistemi olarak değil,ölüm ,bayram,sünnet v.s gibi törensel bir takım ritüeller olarak değer kazanmaktadır.

 

Yazara göre sekülerliğin bir başka boyutu da yer yer  post modern kültürle işbirliği yaparak bu kültürün özellikle zaman algısı üzerinden bir yönlendirme  girişiminde bulunmasıdır. Bilindiği gibi post modern kültür zamanı parçalara/anlara ayırıp her an için ayrı bir kılavuz ve rehber edinerek aslında insan hayatına yekpare bir şekilde yön/istikamet verilemeyeceğini zihinlere zerk etmek istemektedir.Hayat anlara ayrıldıktan sonra yani hayattaki tevhid bozulduktan sonra –tabiat boşluk kabul etmeyeceğinden-burada şirkin en sinsi ve zehirli yüzü temayüz etmektedir.Bugün şirkin kendisini en fazla post modern kültür üzerinden meşrulaştırmaya/kanıksatmaya çalıştığı gerçeğini artık daha sesli olarak dile getirmek durumundayız.Bugün 7.yüzyılda olduğu gibi taştan tahtadan putlar yapılarak bu putlara saygı ve tazimde bulunulmuyor.Dolayısıyla şirki sadece somut nesneler üzerinden tanımlayacak olursak bugün şirki açıklamakta zorluk çekeriz.İçinde yaşadığı döneme/çağa şahitlik yapmak gibi esaslı ve zorlu bir görevi bulunan Müslüman şahsiyetin şirkin bu yüzyılda kendisini hangi argümanlar ve eylemler ,hangi parametre ve düşünce/fikir üzerinden ifade ettiğini tespit etmek gibi bir zorunluluğu vardır.

 

Hayatın tevhidi yönü bozulduğunda din ister istemez belli alanlara hapsedilen bir ritüeller sistemi haline gelecektir. Çünkü o dinin mensubu kendisini iş hayatında farklı bir kurallar ve değerler manzumesi karşısında bulacaktır.Sokağın dayattığı kültür ile dininin öğretileri çatıştığında çoğunlukla dışlanmamak için sokağın argümanlarına göre hareket edecektir.

 

İslam’ın helal-haram gibi sınırları belli olan öğretisi karşısında post modernite gri alanlar ihdas ederek aslında böylede olabilir mantığı çerçevesinde esnetme politikası işleterek dini olanın laubalileştirilmesine çalışmaktadır. Son yıllarda televizyonlarda uzman sıfatı adı altında konuşan kişilerin ve konuşulan konuların mahiyetine bakıldığında mesele daha iyi anlaşılacaktır.Herkes yaşamında özgürdür,kimse kimseye karışmamalı ,kendi tercihi,onu da aramızda tolere edebilmeliyiz ,günah işleme özgürlüğü de olmalı gibi haramları görünür kılma çabalarının post modern kültürle ilintili olduğunu düşünüyoruz.

 

Helal-haram arsındaki çizginin ortadan kaldırılarak gri alan ihdas etme eylemi, beraberinde İslam’ın yaşam pratiği olan sünnetin de ilgili ilgisiz kişiler tarafından alelade bir şekilde sorgulanmasına,sünnetin özellikle ahlaka/hayata taalluk eden boyutunun tartışmaya açılmasına ve tarihsel veri olarak değerlendirilerek  güya önem atfediliyormuş gibi yapılıp ve fakat son kertede bugüne hitap edemiyor endişesiyle gündem dışına atılmasına yol açtı.Dolayısıyla bugün artık sünnet denildiğinde kimseye zararı olmayan,cemiyet hayatını etkilemeyen sarık sarma,misvak kullanma,yemeğe tuzla başlama gibi bazı etkisiz eylemler anlaşılmaya başlandı.

 

Sonuç olarak sekülerleşmenin karşısında esaslı bir duruş sergileyebilmenin yolunun takvayı görünür kılmaktan geçtiğini belirtmek isteriz.Takvayı görünür kılmanın ise sünnetin ahlaka/hayata taalluk eden yönünün yaşamsallaştırılması olduğunu bilmeliyiz.Din dilinin hayattan alabildiğine çıkarılması demek olan sekülerizmin, dinin hayatın tüm vechelerini kuşatacak bir şekilde yaşanması ile bozguna uğrayacağına inanmalıyız.Mustafa TEKİN’in bu eseri bu yönüyle okunmaya değer bir kitap.

 

Vesselam….

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis