Ben ve Hayat ve Ölüm

Ne zor şeydir hayat ve ölüm hakkında yazmak.Hayata ve ölüme dokunmak,hissetmek,duyumsamak.Biri-yani hayat- her an içinde olduğumuz, fazlasıyla iç içe yaşadığımız ve modern zamanlarla birlikte gittikçe ‘’an’’laşan bir olgu iken; diğeri-yani ölüm-tasvir edilemeyen,tahayyül edildiğinde dahi insanın bir türlü kendisine yakıştıramadığı ve yaklaştırmadığı hakikat.Hangisinin hakkını layıkıyla verebiliyoruz ki?Ya da hangisini daha fazla kanıksıyoruz?

Sözü güzel söylemek, güzel söz söylemek ve sözün güzeline uymak her babayiğidin altından kalkabileceği bir iş değil. Harcıalem iş kotaranlar,aleladelikle malul olanlar ve sözün gücü yerine gücün sözünü yeğleyenler zaten gündemimizde değil.Bizim meselemiz,sözü savaşları kesecek, ağulu aşı bal ile yağ edecek kadar ehemmiyetli gören,sözü dinleyen ve en güzeline uyan,hikmeti ve güzel öğüdü şiar edinen ve en güzel şekilde tartışanlarladır.

Edebiyatı tanımlarken; sözün tarihin ve kültürün derinliklerinden kazandığı mananın/anlamın belli bir gayeye matuf olarak ve fakat edep dahilinde söylenmesi, kelimelerin ahenkli dizilişi, mananın en güzel şekilde anlatılma biçimidir dersek , belki mütekamil bir tanım yapmış olmayız fakat maksadımızı açık etmiş oluruz diye düşünüyorum.Rasim ÖZDENÖREN sözü güzel söyleyen,sözü edep dahilinde ve belli bir gayeye müstenit olarak söyleyen önemli mütefekkirlerimizden biridir hiç şüphesiz.Müstefid olduğumuz/olacağımız eseri bizce hayatın çeşitli vecheleriyle alakalı olarak, okuyana önemli açılımlar sağlayacak,müslümanca düşünme kaygısı taşıyanlara yol haritası olabilecek önemli bir eserdir.

Kitaptaki yazılarının her defasında hedefe teğet geçtiğini ifade ederek söze başlıyor Rasim ÖZDENÖREN. İnsanın ne meleksi bir masumiyet,ne şeytansı bir isyan ve ne de hayvansı bir insiyak üzere duruyor diyerek  devam ediyor.İnsanı tanımlamak en zor işlerden biri hiç şüphesiz.Tarih boyunca tanımlanmaya çalışılmış ve çoğu kez bir vechesi  üzerinde durularak bütünü gözden kaçırılmıştır.Kimine göre eşya yapabilen hayvan,kimine göre konuşan hayvan,kimine göre ise isyan edebilen bir varlık olmuş.Tanımlama cehdine kim girdiyse kendi meşrebine göre bir tasvirde bulunmuş.

Murad-ı İlahinin rızasına muvafık bir hayatı gerçekleştirebilecek donanıma sahip olduğu için halife olarak tavsif edilen;göklerin,yerin ve dağların kabul etmekten kaçındığı emaneti-akıl ve irade emanetini- yüklenmekten kaçınmayan,Ahsen-i takvim olarak yaratılan,bilinçli/iradi eyleme hususiyetinden yani icbar altında kalmadan yaptığı sahih tercihlerinden ötürü önünde meleklerin yere kapandığı mükerrem bir varlık fakat ,aynı zamanda ,hem takvası hem de fücuru ilham edilmiş olan ve kendisine bağışlanan hayat boyunca benliğinde çatışmalar-takva/fücur çatışması- yaşayan ve bu çatışmalarda ki tercihine göre beşerlikten insanlığa doğru yücelen veya beşerlikten hayvanlığa doğru alçalan aceleci,nankör,cahil,aciz,zalim..biri.Beşeriliğinden sıyrılmaya veya beşeriliğini terbiye etmeye çalıştığı oranda insanlaşan yani ünsiyet kuran,yakınlaşan akıllı ve iradeli varlık.

Ve bu varlığa ihsan edilmiş bir hayat…

İnsanın yaşadığı hayatı sevmesi gerek. Severek yaşanmayan bir hayatta kayda değer eylemler üretmek mümkün değildir. Kendi hayatına değer vermeyen insanların erdemli ve hikmetli bir duruşu temsil etmesi beklenmemeli.Emanet olarak aldığı hayatın hakkını vermeyen kişi öncelikle, kendisine o emaneti verene karşı had bilmezlikte bulunmuş olur.Kendi hayatımızı sevmeyi başaramamışsak,ÖZDENÖREN’in deyimiyle,onu üstün bir gaye uğruna feda etmemizin de bir anlamı olmayacaktır.Çünkü kişinin kalitesi, sevdiği şeylerden feragat etmekte ortaya çıkar.Dolayısıyla hayatı boş vermek,ona layık olduğu değeri vermemek kabul edilebilir değildir.Çünkü hayat bir ikramdır.Bu anlamda sevilmeyen bir hayatın feda edilmesinin herhangi bir değeri olmayacaktır.

Hayatın ‘an’laşması daha pragmatist bir insan tipini çıkardı karşımıza. ‘’An’’ı değerlendirme metaforu kalbin ve zihnin-ki bu ikisinin aynı cevher olduğunu söyleyenler de vardır- ahengini ciddi oranda zedeledi.Kalp ve zihin arasında meydana gelen muvazenesizlik her ‘’an’’ için ayrı insan tipi gibi bir garabeti de gündemimize sokmuş oldu.Oysaki her alanda olduğu gibi zamanda tevhid tüm zamanın bir ibadet şuuruyla ve muvahhidçe yaşanmasını tazammun eder.Zamandaki tevhid dengesinin ‘an’ lar lehine bozulması ,beraberinde –her ‘an’ kendinden önceki ‘an’dan bağımsız olarak telakki edildiğinden,iğdiş edilmiş bir zihnin kalple arasındaki muvazenesizliğin de doğal bir sonucu olarak-çıkar ve menfaat eksenli bir  süreci doğuracaktır.’’An’ı yaşa’’ metaforunun taalluk ettiği anlama birde bu zaviyeden bakmak gerekir.

Bir çoğumuzun hayatında çok defa karşılaştığı suç ve ceza mefhumları, gerek kavramsal çerçeve olarak gerekse de mahiyeti itibariyle gayet etraflı bir şekilde eserde ele alınmış.Modern devletin ve modern hukuk sisteminin suç ve ceza kavramlarıyla alakalı olarak ortaya koyduklarının bugün enine boyuna etüt edilmesi gerekiyor.Devletin klasik islami literatürdeki asli görevlerini-din,mal,can,akıl ve nesil emniyeti-yerine getirmekten modern dönemlerde uzaklaşarak,elindeki gücü bilakis küresel kapitalist ve modern değerlerin kanıksanması amacına matuf olarak kullanması nedeniyle,suç ve cezanın tanımlanmasında ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır.Aşağıda ki sorular üzerinde biraz düşünelim.

Suç nedir?Ceza niçin verilir?Hangi suçun nasıl cezalandırılacağına kim karar vermelidir?Devlet suçu/suçluyu affetme hakkına sahip midir?Bir eylemin suç sayılabilmesi için gerek şart nedir? Mesela düşüncede var ve fakat eyleme dökülmeyen fiiller ceza konusu edilebilir mi?Ya da bir kişinin bir fiili işlemesi o fiilden dolayı suçlanmasını gerektirir mi?Fiilin iradi/bilinçli mi yoksa cebren mi yapılıp yapılmadığı cezai müeyyide uygulayacak olan otoritenin/devletin ilgi alanına girer mi?İcra edilen bir eylem bir başkasının hayatında bir takım kısıtlamalar yada rahatsızlıklar meydana getiriyorsa bu o eylemin suç sayılması için yeterli midir? Örneğin bir toplu taşıma aracında ağzındaki sakızı patlatarak çiğneyen biri suç işlemiş olur mu?Ya da yanındaki partneri ile oynaşan/sevişen genç kız veya delikanlı bunu yapmakla suç işlemiş olurlar mı? Suç kavramının içini doldururken tarihi/kültürel veya örfi birtakım argümanlar da etkili midir?

Soruları uzatmak mümkün. Ancak bir eylemin suç sayılması ve o eylemin bir ceza ile mukabele görmesi, ÖZDENÖREN’in ifadesiyle, suçu işleyen ile suçun karşılığı olan cezayı veren makam arasında, yapılan eylemin cezai müeyyideyi gerektiren bir eylem olduğu hususunda mutabakat olmasını gerektirmektedir.Aksi taktirde ne ceza beklenen etkiyi-caydırıcılık etkisini-gösterecek ne de otoriteye duyulan/duyulması gereken güven kavileşecek.Belki bugünkü hukuk sisteminin en büyük eksikliği, suçu işleyen/cezaya maruz kalan ile ceza verme makamında bulunan otorite/devlet arasında, işlenen fiilin müeyyide gerektiren bir fiil olduğu hususundaki mutabakatsızlıktır.Adalet ancak bu mutabakatın sağlandığı hallerde tecelli edebilir.

Bu çerçevede Kaab b. Malik’in  itiraf ahlakı bugün bizlere ,suç ve cezanın mahiyetini merak edenlere, çok önemli mesajlar vermektedir. İşlenen suçun vicdanda oluşturduğu travmanın etkisiyle ,aslında belki bir bahane uydurup bir şekilde suçunu gizleyebilecek ve suçtan sadır olacak cezai müeyyideden kurtulabilecekken,Kaab b.Malik İslam ahlakının/nebevi ahlakın çok nezih bir örneği olarak suçunu itiraf etmeyi ve mukabilindeki cezayı çekmeyi kabul etmiştir.Bu durum işlenen suçun hem eylemin faili olan kişi-Kaab b.Malik- tarafından hem de ilgili eyleme müeyyide uygulayacak otorite-Rasul(a.s.)- tarafından,bu eylemin cezai müeyyide gerektiren bir eylem olduğu hususunda mutabakat olduğunun en güzel örneğidir.

Modern tecziye yöntemleri ve süreçleri göz önüne alındığında Kaab’ın yaptığı ahmaklık veya amiyane tabirle enayilik olarak görülebilir.Çünkü modern yargılama tarzlarında fail cari olan hukuk sisteminin esneyen yönlerini avukat aracılığı ile bildiğinden,bu süreci en az zarar/ceza ile atlatmak için her türlü dalavereyi kullanmayı meşru sayar.Modern yargılama süreçlerinde hiçbir zaman suçun işlenmesine engel olma yani caydırıcılık gibi bir gaye ile hareket edilmemiştir.Öyle olsaydı suça götüren unsurlarında, mümkün olduğu kadar, en güçlü organize kuvvet olan devlet mekanizması tarafından azaltılması/minimize edilmesi sağlanmış olurdu.

Kaab b.Malik ,İslam ahlakıyla mücehhez müslümanın cazai müeyyide gerektiren bir eylemi icra etmesi durumunda meseleyi eğip bükmeden itiraf ederek cemiyet hayatının dürüstlük esası üzerine yeşermesine yardımcı olmayı öncelemesi gerektiği gerçeğini izhar eder.Nitekim Rasul(a.s)’ın ‘Bana davalarınız geliyor.Bazılarınız kendisini iyi müdafaa ediyor veya ağzı iyi laf yapıyor.  Fakat bazılarınız edemeyebilir. Ben de ağzı iyi laf yapanın lehine karar verebilirim.Bu yüzden suçlu olan suçunu itiraf etsin’ buyurarak suç ve cezanın mahiyetiyle ilgili önemli bir işarette bulunmuş oluyor.

Sonuç olarak ÖZDENÖREN’in  hayatın farklı vecheleriyle ilgili olarak yaptığı tespitlerin okuyucuya yeni bir bakış açısı kazandırabileceğini ifade etmek isterim. Ölüm her an yanı başımızda ve hayatta ancak sevilerek yaşandığında değerli.Hayata buğz etmek ve ölümü ötekileştirmek sadece aldanışımızı artırır.Ölümle barışık ve hayatı anlamlı yaşamak zor  ve fakat değerli…

Vesselam…..

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis