Platon (Devlet)

  Antik Yunan medeniyetinin parlak dönemlerinin son demlerine yetişen Platon’un (Eflatun) elimizdeki devlet isimli yapıtı aslında on ayrı kitaptan (bölüm) oluşur. Öğretmeni olan Sokrates, diyaloglar şeklinde geçen kitabın baş aktörüdür. Platon bu eserinde hayalindeki ideal devletin nasıl olması gerektiğini karşılıklı tartışmalar şeklinde resmetmek ister. Oluşturduğu devlet yapılanmasında kendinden önceki Sparta devlet modelinden ciddi olarak etkilendiği söylenir.

     Platon, devleti canlı bir organizma olarak görür ve bunun doğal bir gerçeklik olduğunu öne sürer. O’na göre devlet aslında insanın büyütülerek kurumsal bir yapıya dönüşmesidir. Yaratılışı gereği yalnız yaşayamayan insan ihtiyaçlarını karşılamak için bir araya gelmek durumundadır. Bir arada yaşamak zorunda olan insan ilişkileri ise şehir/devlet yapılanmasını beraberinde getirir.

     Kitap yaşlılık üzerine kısa bir sohbet ile başlar, bedenin yaşlanması arttıkça tatlı sohbete duyulan ihtiyacın ve bundan duyulan hazzın aynı oranda arttığı; yaşlanmanın büyük bir huzur, kutsal bir azatlık (tutku ve isteklerden) olduğu vurgulandıktan sonra asıl konuya doğru ilerlenir. Tartışmaya adaletin ne olduğu sorusuyla ve bunun insana fayda verip vermediği ile başlanır. Kitabın üslubu Sokrates karakteri ile diğerlerinin karşılıklı diyalogu şeklindedir. Bu da daha çok onların soru sorması hatta yönlendirilmiş sorular sorması, Sokrates’in ise onları bazen direk bazen de karşı sorular sorup cevaplandırması şeklinde olmaktadır. Adalet güçlünün çıkarlarını korumanın bir aracı mıdır? Yoksa herkese kendine uygun olanı vermek midir? Konuları ele alınır. Yine adalet haksızlığa uğramamak için haksızlık yapmamak formülünden mi doğmuştur? Yoksa kişinin son nefesine kadar uyması gereken, Allah’a ve kendisine karşı sorumlu olduğu bir erdem midir? Adalet yalnız zahmetli bir iş midir? Yoksa mutluluk da getirir mi?

     Platon yukarıdaki soruları tartışmaya, adalet nedir, adil insan kimdir denkleminden adil kent/devlet yapılanması nasıldır? Diyerek cevap vermeye başlıyor. Çünkü büyük bir organizma olan devlette bu tartışmanın daha net olarak görülebileceğine inanıyor.

DEVLETİN SINIFSAL YAPILANMASI

     Platon’un devleti sınıfsal tabakalaşma üzerinde yükselmektedir. Toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, sağlıklı, düzenli bir kamu düzeni oluşturup, düşmanlarına karşı kendilerini güvende hissederek yaşayabilmesi için böyle bir görev dağılımının zorunlu olduğu varsayılır. Platon toplumu üç ana sınıfa ayırır. Bu ayırımda insan ruhunun bölümleri belirleyici olmuştur. Yönetici olanlar akıl ve iradeyi, askerler cesaretin ve coşkunluğu, çalışan/üreten kesim ise haz ve itaatın karşılığı olmuştur.

     1.YÖNETİCİ TABAKASI: Seçkin insanların arasından çıkan bu topluluk daha çok koruyucular diye nitelendirdiği asker topluluğu arasından çıkmaktadır. Belli bir yaşa ulaşan savaşçı ve yardımcılar gurubunun üyeleri artık tecrübelerini kentin idare edilmesi konusunda ortaya koyacaklardır. Bu kişilerin yönetici olmak için öne atılmaları hoş karşılanmaz. Toplum menfaati olmasa böyle zahmetli bir işe bilge/yönetici insanlar zorla bile ikna edilemezler Bu kişiler, eğer kendileri bu ağır sorumluluğu yüklenmezlerse hem onların hem de bütün toplumun büyük zarar göreceğini bildikleri için yapılan teklifi kabul ederler.

     2. KORUYUCULAR/ASKERLER: Devletin genişlemesi ve komşu topraklarda bazı ihtiyaçların doğması durumunda veya civar devletlerin saldırısı karşısında toplumu koruyacak olan bu sınıf askerlerden başka kimseler değildir. Bu sınıfla yönetici sınıfı iç içe geçmiştir. Zaten kitapta koruyucular ifadesi bazen yöneticiler ve yardımcılar içinde kullanılmaktadır. Devlet için zorunlu olan bu grubun eğitimi çok önemlidir. Coşkun ruhlu, cesur kişiler arasından seçilecek olan askerlerin özel mülkiyet hakkı yoktur. Altın ve gümüş kullanmaları yasaktır. Çünkü bu tür şeyler onları basitleştirip dünyalık peşinde koşmalarına neden olur. Bu durumda asli görevlerini yerine getirme şansları kalmaz. Bundan dolay halktan toplanan vergilerden maaşlarını almak suretiyle ihtiyaçlarını giderirler.

     Askerlerle ilgili günümüzde yaşadığımız sorunlu ilişkiler geçmişte de farklı görünmüyor. Kenti koruyup yöneticilere itaat etmek için yetiştirilip fiziksel güçle donatılan ve coşkun/cesur bir ruha sahip olması istenilen bu tabaka güvenlik değil de, korku ve endişe kaynağı olursa ne olacak. Platon bu problemi görüp cevap arayışına koyulur ve bunun iyi bir eğitimle sağlanabileceğini düşünür. Nasıl ki koyunları koruyan çoban köpeği eğitimle bu aşamaya getirilmişse, yine bir tazı yabancıya karşı sert sahibine karşı uysalsa askerlerde öyle olabilirler ve olmalıdırlar.

       Tartışmacılardan birisi bu koşullarda bir koruyucunun mutlu olamayacağını söyler. Platon ise ideal devletinde amacın bir sınıfın mutluluğu olmadığını, herkesin kendi görevini yaparak bütün toplumun mutluluğunun sağlanabileceğini ifade eder (portre boyaması örneği)

     3. ÜRETİCİLER (ÇİFTÇİ/SANAATKAR): Çiftçi, sanatkar ve işçi sınıfından oluşan üçüncü sınıf, toplumun en alt tabakasını oluşturur. Görevleri kentin idare ve savunma dışındaki her türlü ihtiyacını karşılamaktır. Platonun temel anlayışlarından olan ve adalet tanımına da uygun düşen herkesin kendi işini hakkıyla yapması prensibi bu tabaka için de geçerlidir. Yapılan işin kaliteli olabilmesi için işçi yalnızca alanına yoğunlaşması gerekir. Bu görüş günümüzdeki uzmanlaşma anlayışına uygun düşmektedir.

     Platon eserinde bu sınıfa küçük bir değini ile yetinir ayrıntılara pek girmez. Toplumun önemli bir yükünü çeken bu tabaka sanki sınıf atlamış, kelepçesiz köleler hükmündedir.

     Platon yukarıda ifade edilen kast sistemini topluma kabul ettirmek için yalana başvurup, bazı efsanelerden faydalanılabileceğini söyler. Halkı insanların farklı madenlerden yaratıldığı; yöneticilerin altın,… askerlerin gümüş,… çiftçi ve sanatkarların ise demir/tunçtan yaratıldığı efsanesine inandırılıp mevcut durumlarına razı olmalarının sağlanmasını arzular.

EĞİTİM

     Platon eğitim konusu üzerinde geniş bir şekilde incelemelerde bulunur. Tabi ki onun ideal devletinde eğitimden yalnızca yönetici ve koruyucu sınıfı yararlanmaktadır. Kendinden önce sürdürülen bedenin eğitimi için jimnastik, ruhun eğitimi için müzik (şiir,tiyatro vs...) modelini sürdürmekte bir beis görmez. Ama revizyondan geçmek şartıyla. Öncelikle yetişecek çocuklara uydurma ve hurafelerle dolu olan eski hikayelerin anlatılmaması gerekmektedir. Tanrıları yalancı kabul edip, bütün kötülüklerin kaynağı gösteren şiirlerin sansürlenmesi, cesaret kırıcı, ölümden korkmaya neden olacak hiçbir eserin kurulacak devlette yeri olmamalıdır. Yönetici ve koruyucuların aşağılayıcı rolleri oynamamaları elzemdir.

     Müzik eğitimi alan biri ahengi kavrayıp, iyi ve kötüyü ayırt edebilir. Askerlerin jimnastik ve müzik eğitimleri dengeli olmalıdır, yoksa: ya çok haşin olup çevrelerine bile korku salarlar; ya da fazla yumuşayıp aslı görevlerinde gevşeklik gösterirler. Yine ileride karşılaşacakları bütün zorluklar için yönetici ve yardımcılarının zorlu imtihanlardan geçirilmeleri gerekir.

     Bedensel eğitimde zorla yapılan uygulamalar belki sonuç verir ama ruhi eğitimde ikna yöntemi benimsenmelidir. Çocuklara oyun içinde eğitim verilmelidir.

     Batı dünyasındaki ilk üniversite kabul edilen Yunan Akademisini kuran Platon özellikle yöneticilerin (filozoflar) aritmetik, geometri ve astronomi bilimlerini öğrenmelerini gerekli görür.

ÖZEL MÜLKİYET

     Platon yönetici ve koruyucular için özel mülk edinmenin yasak olduğu bir kentte, devlet kurumlarının daha güçlü olacağını düşünür. Çünkü mal/mülk edinme arzusu üst sınıfı servet peşinde koşmaya sürükleyecek, asıl görevlerini yerine getirmelerine engel olacaktır. Aynı zaman da yöneticiler arasında rekabet başlayıp durum çatışmaya dönüşecek ve devletin birliği / dirliği bozulup varlığı tehlikeye girecektir.

       Üreticiler sınıfına özel mülkiyet yasağına gerek duymamıştır platon. Bilakis mülk edinmenin onlardaki verimi artırıp, kentin ihtiyaçlarının karşılanmasını kolaylaştıracağını düşünür. Yönetici ve askerlerin gereksinimlerini işçilerin karşıladığı düşünülürse bu durum normal karşılanır. Ayrıca yönetici sınıfının askerlerle birlikte devlet içindeki mutlak hakimiyeti, üreticilerin serveti karşısında herhangi bir endişe duymalarına yer bırakmamaktadır.

       İdeal devlette ne zenginlik ne de yoksulluk makbul kabul edilmez. Zenginlik üreticileri tembelliğe sevk edip zamanla ihtiyaçlar noktasında kentin sıkıntıya girmesine neden olurken, fakirlik ise üreticinin yeterli alet, edevatı temin edememesine ve kalitesiz ürün imal etmesine yol açacaktır. Fakirliğin zamanla kent içinde kargaşa ve huzursuzluğa yol açması da olasıdır. Bu ise sınıfsal çatışmaya götürür.

AİLE VE KADIN

     Kadının erkeğe nispetle daha zayıf olduğunu kabul eden Platon, devlet yönetiminde kadın olmasından ötürü kadına veya erkek olmasından ötürü erkeğe ait bir iş olmadığını düşünür. Kadınların erkeklerle beraber eğitim görüp devletin bütün kademelerinde çalışmalarında bir beis görmez. Hatta savaşlara da erkek askerlerle birlikte katılmalarını öngörür.

     Kadın erkek ilişkilerine gelince komün hayatını andıran karmaşık ve garip kurallar zinciri karşımıza çıkar. Koruyucular arasında bir erkeğin bir bayanla sürekli bir aile hayatı yaşayıp evlilik müessesesini kurması yasaktır. Çünkü tüm bu kadınlar tüm bu erkekler için ortaktır. Doğacak çocuklarda ortaktır. Hiçbir anne baba evladını, hiçbir çocuk da anne babasını bilmeyecektir.

     Koruyucular arasında en seçkin erkeklerin, değişik vesilelerle seçkin kadınlarla birleşerek ödüllendirilmeleri sağlanmalı. Başarısız askerlerden mümkün olduğu kadar az çocuk dünyaya gelmesini sağlamak için hileli kura vb. yollara başvurmak kaçınılmaz kabul edilmektedir. Yine bu yolla nüfus planlaması da sağlanmış olacak böylece kentin arzulanan hacminin korunması garanti altına alınacaktır. Adeta üstün ırk üretme çiftliklerini andıran bu tabloda iyilerin evlatları devlet kontrolündeki bakımevlerinde yetiştirilirken; alt derecedeki kişilerin çocukları veya diğerlerinin kusurlu çocukları gizlilik içinde elden çıkarılmalıdır.

     Kadın yirmi yaşından kırk yaşına kadar devlet için çocuk yaparken, erkek de elli beş yaşına kadar baba olacak. Bu yaşların üzerindeki kişiler çocuk yapmamak kaydıyla serbestçe ilişkiye girebilirler. Kentte her çocuk bütün büyükleri anne, baba bilip öyle seslenecek ve büyükler de bütün çocukları kendi evlatları olarak görecekler. Bu anlayış kent içindeki ayrılıkları ortadan kaldıracak ve bireyleri bir vücudun azalarına dönüştürecek, bedenin bir azası ağrıdığında hepsi onu hissedecektir. Toplum tek bir ruh haline gelip, herhangi bir birey büyüklerine saygısızlık yapmayacak, çünkü onu babası veya akrabası olarak görecek, yine başka birisine kötülük yapmaktan korkacak çünkü diğer kişiler akrabalarına yapılan bu davranışı mutlaka cezalandıracaklar.

     Koruyucuların özel mülkiyeti olmayıp, kadınlar ve çocuklar da ortak olunca aralarında ihtilaf edip kavga edecekleri bütün nedenler ortadan kalkmış oluyor. Onlara kalan yalnızca kendi işlerine odaklanıp bir çok dert tasadan kurtulmuş olmanın mutluluğunu yaşamaktır!..

PLATON VE SİYASİ REJİMLER

     Platon kendi zamanındaki rejimleri beş gruba ayırır. Bir rejimin zaafının diğerini ortaya çıkardığını ifade eder. Biyolojik devlet kuramının savunucusu Platon bu devletlerin farklı insan karakterlerinin yansımaları olduğunu değişik örnek ve analizlerle ortaya koyar.

1. ARİSTOKRASİ: Platon, adalet ve huzurun tek bir yolunun olduğunu şöyle ifade eder “ Devletimizde filozoflar kral olmadıkça ya da yöneticilerimiz, felsefe işini ciddiyetle üstlenmedikçe, ne devletlerimiz ne de insan soyu için dertlere bir durak olabilir. “                                               Filozoflar günü birlik geçici şeylerin değil değişmeyen ebedi varlığa dair şeylerin ardındaki bilgi türünün peşinde koşturan aşıklardır. Filozoflar doğru kişiler olup yalan söylemezler, ruhlarının hazları bedenlerinin hazlarına galebe çalar. Zenginlik, para düşkünü değillerdir. Erdem sahibi ölçülü insanlardır (sanki yarı tanrıyı tarif etmektedir…)

     Kitabın başından beri anlatmaya çalıştığı aslında yukarıdaki ifadeler olsa gerektir. Kainatta her şeyi yerli yerine koymayı adalet olarak tanımlayan Platon, toplumsal hayatın siyasi örgütlenme şeklinin ancak bu işin ehli olan seçkinler sınıfı ile olabileceğini bu kişilerinde filozoflardan başkaları olmadığını, ideal adil devletin ancak onlar eliyle kurulabileceğini öne sürüyor.

2. TİMOKRASİ: Aristokrasinin bozulmuş şekli olan bu devlet seçkinleri, savaşa daha eğilimlidirler. Eğitimde, müzikten çok jimnastiğe önem verirler. Amaçları şan ve şereftir. Cesaretli ve yiğit olan bu topluluk kaba olmakla birlikte kanunlara saygılıdırlar.

3. OLİGARŞİ: Timokrasi’nin (şan şeref devleti) bozulmuş şeklidir. Para ve servete sahip olan küçük bir azınlığın yönettiği devlettir. İki sınıf vardır zenginler ve yoksullar. Bu devletin insan tipi, yeme içme gibi basit bedensel arzuların pişinden koşan insan tipidir. Oligarşinin kurulmasının sebebi zenginlik iken çözülmesinin nedeni zenginlik ihtirası, para kazanma hırsı yüzünden başka her şeyi ihmal etmek olmuştur.

4. DEMOKRASİ: Oligarşinin yöneticileri olan zengin sınıfın zulmünden bıkan fakirlerin ayaklanıp kendi iktidarlarını kurmalarıdır. Ölçüsüz serbestliğin olduğu bu rejimin iyilik tanımı olan özgürlük bu rejimin yıkım sebebidir. Çünkü özgürlük zamanla diktatörlüğe tiranlığa dönüşür.

     Evlere sızan bu anarşik anlayış, çocukları babaya karşı saygısız, babaları da oğullarından çekinir bir hale getirir. Her aşırırlık kendine karşıt olanı doğurur, demokraside tiranlığı doğurur.

5.TİRANLIK: Vatandaşların yasalar uymayıp, her türlü toplumsal dayanışmanın kalkması sonucu kaos ortamı doğar. Bu durum had safhaya vardığında tiran ortaya çıkıp halkı bu durumdan kurtarmayı vaad edip kendisini onların temsilcisi yapar. Güç ve silahı eline geçiren tiran zamanla bütün muhaliflerini tasfiye ederek mutlak zorba iktidarını kurar.

….                                                                              

DEĞERLENDİRME

                İnsanlık tarihi boyunca değişen çok fazla bir şey olmadığını, geçmişteki insanla günümüz insanı arasında kullandığı eşyalar/araçlar dışında bir farkın bulunmadığı; kadim döneme ait herhangi bir kitap okunduğunda daha iyi anlaşılıyor. Hatta insanlığın sürekli bir tekamül içinde olduğu teorisi (ahlaki olarak) çok tartışmalı olsa gerek. Yine görüyoruz ki tarih boyunca insanlık, yaşadığı bu dünya ve ötesinde mutlu olmanın arayışı içerisinde bulunmakla birlikte, arzuladığı, hayalini kurduğu bu hedefe çoğu zaman ulaşamamış. Bilakis kurmayı düşündüğü dünya cennetine hiç ulaşamadığı gibi çoğu zaman da özellikle halklar için cehennem hayatının kurucusu haline gelmiştir.

     Benzer duygularla yola çıkan Platon, hayalinde ideal bir devlet canlandırıp, bu devletin yapılanmasını ana hatlarıyla, zaman zaman da ayrıntılarıyla resmetmeye çalışarak tarihe ütopya kavramının öncülerinden olarak geçmiştir. O yaşadığı bölge ve zaman diliminin etkisiyle görmüş olduğu sistemlerin analizini yaparak çöküş nedenlerini incelemiş ve yıkılışa neden olan kusurlardan uzak bir kent kurma arayışına girmiştir. Kendince toplumda birliği bozup çatışmaya yol açan ve verimliliği azaltan unsurları gidermeye çalışırken günümüzde hala devam eden birçok fikri akımın ana fikirlerini; birbirleriyle çelişik olsa bile kullanma çabasında olmuştur. İlk başlarda tasarladığı mekanik toplum yapısının, yaşadığı tecrübeler sonucunda gerçekleşmeyeceğini gören Platon yaşlılık döneminde özel mülkiyet, aile kurumu ve toplumsal tabakalar ile ilgili görüşlerinde bir takım değişiklikler yapmıştır.

     Seçkinci/seçilmiş bakış açısı, kendini konumlandırdığı yerle ilgili olsa gerektir. Otoriter bir anlayışa sahip olan Platon bazen karşımıza bir komünist, bazen bir milliyetçi, bazen de bir faşist olarak çıkabilmektedir. Temelde ise çok da ilan edilmemiş kutsal bir kurtarıcı(filozof-nebi) havası vardır. Devleti canlı bir organizmaya benzeten Platon aslında bu düşüncesi ile çelişerek kentin esasını oluşturan insanı zaman zaman bir makine gibi görmektedir. Kast sistemine dayanan bir toplumsal yapının, erdemi önemseyen bir akıl için ne kadar büyük bir sorun teşkil ettiği de aşikar olmalıdır.

İsa Özçelik                                  


AddThis