Bilgi Felsefesi / Alparslan Açıkgenç

İnsan, dünya sürgünü başladığından  beri ,gerek kendi çaba ve gayretiyle(kesbi),gerekse de ilahi yönlendirmeyle(vahyi) sürekli bir bilgilenme içerisinde olmuştur.Bilgilenmesinin amacı kısaca, varoluşunu  anlamlı kılacak bir hayat yaşamaktır.

Çünkü varoluş sancısı düşünen her insanın beynini kemiren en önemli sancıdır.Ben kimim?,Aslında neyim?Niçin varım?Nereden geldim?Nereye gidiyorum?Varoluşumun gayesi nedir? gibi sorular insan dünya sahnesine çıktığından beri  kafasını meşgul etmiştir.


Aklın tek başına insana kılavuzluk yapıp yapamayacağı sorusuna verilecek cevap, aslında yukarıda belirttiğimiz, varoluş sancısı çeken insanın sorularına bir  karşılık olabilir. Ama eksik bir karşılık  hiç şüphesiz.Çünkü yukarıdaki sorulara vahyin kılavuzluğu olmadan verilen cevaplar nakıs kalmaya mahkumdur.Vahyin verdiği cevaplarda, selim bir kalp  ve önyargılarından arındırılmış bir akılla kavranabilir. Bugünkü batı medeniyetinin terakki seviyesine bakıp artık bu soruların anlamsız olduğu söylenebilir.Bu söylem yersizdir.Çünkü gelinen noktada insan tutkularının  esiri olmuş,sadece tüketen ve haz merkezli yaşayan bir pozisyona itilmiş,alabildiğine bireyselleşerek kendisini dünyanın merkezine koymuş ve  doyumsuzlaşmıştır.Bu hal, onu fıtratı değiştirmeye,ekini ve nesli ifsad etmeye kadar götürmüş ve kendi sonunu hazırlayan kaotik bir  durumla karşı karşıya bırakmıştır.Dolayısıyla vahyin kılavuzluğuna her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. 

 

Aşağıya kısa değerlendirmesini alacağımız kitabın amacı da yazarının ifadesiyle ;bilgi felsefesinin insan ve toplum hayatındaki rolünü ,dünya görüşü açısından vurgulamaktadır.

 

Eserin bizce en önemli yanı bilginin ‘ne’liği,’nasıl’lığı ve ‘niçin’liği üzerine söyledikleridir.Bugünkü batı düşüncesine esin kaynağı olan filozofların bilgi hakkında söylediklerininde  eserde yer alması en azından karşılaştırmalı okumayı mümkün kılmaktadır.Bu bölümde şunu anlıyoruz ki bilginin herkesçe kabul edilen bir tanımı yok.Bizzat güzel ve iyi olarak tanımlanabildiği gibi, hakikat olarak ta  tanımlanabilmektedir.Şüphesiz bu tanımlamaların tanımlamayı yapanların kendi dönemleriyle olan ilgisini yadsımamak lazım.Batının tarihi tecrübesinde kilise dogmatizminin hakim olduğu dönemlerin felsefi  tartışmalarına bakıldığında bu söylediğimiz husus daha iyi anlaşılacaktır.

 

Bilgi, genel çerçeve bağlamı içerisinde bilimsel disiplinlerin ortaya koyduğu birikim olarak tanımlanarak, ‘bilimsel’ kavramı ‘ilmi’ anlamında kullanılmıştır.Bu kullanım yazarın müdafa etmek istediği düşüncesine önemli bir temel teşkil etmiştir.Çünkü sadece tabiat bilimleri çerçevesinde değil, insan bilimleri olan felsefe,ahlak,pisikoloji ve İslami bilimler olan tefsir,hadis,kelam ve fıkıh da bu kavram içerisinde değerlendirilme imkanı kazanmıştır.Yani ilmilik tüm bu sayılan alanları ihata ettiğinden,bilginin bizim dünyamızdaki yeri daha bir anlam kazanmaktadır.

 

Bilginin İslami çerçeve açısında değerlendirilmesi bizce meselenin nirengi noktasıdır.Zaten kitabın geneli göz önüne alındığında İslam nokta-i nazarından bir bilgi kuramının nasıl geliştirileceği üzerine önemli veriler sunulmuştur.Burada yazar, Nakıp el-Attas ve Fazlurrahman örneği üzerinden bir değerlendirme yaparak mevzunun ehemmiyetine dikkatlerimizi çekmektedir.Özellikle Attas’ın İslamileşme kavramına yüklediği anlam son derece önemlidir.Onun ‘Müslüman kişinin aklı ve dili sihir,mitoloji,animizm ve islamla çelişen milli ve kültürel değerleri ve sekülerizm tarafından denetlenemeyen kişidir’ ifadesi bugünkü Müslümanların üzerinde dikkatle durması gereken bir husustur.Çünkü küreselleşme denen realite ,sadece sınırların ve folklorik değerlerin ortadan kalkması değil ,ama aynı zamanda batının tasallutunda ortak kavram havuzunun oluşumudur.Bu durum uzun vadede Müslümanların kendi kavramlarına yaban(cı)laşmalarını ve biganeleşmelerini beraberinde getirecektir.Bu nedenle bu çağın Müslümanlarının oldukça uyanık olmak ve rasul(a.s)’ün belirttiği mü’min aynı delikten iki kez ısırılmaz hadisindeki basiret kıvamını yakalamak gibi esaslı bir vazifesi bulunmaktadır.

 

Yazar  belli bir bilim anlayışı geliştirmek için belli bazı bilimlerden –özellikle anlayış geliştiren bir bilim olan felsefeden-yararlanmanın zorunluluğunu belirtmektedir.Bu zorunluluğu ifa ederken Kur’anın bir felsefe kitabı olmadığı rezervini koyarak ve fakat yeni bir anlayışın geliştirilmesinde ilkeler sunduğunu belirterek bir yol da göstermiş olmaktadır.Yukarıda belirttiğimiz Fazlurrahman örnekliğini yazar burada şu şekilde förmüle ediyor:’Kuran-ı bir bütün halinde esas alarak ,oradan hareketle diğer bilimlerin ışığında bir anlayış geliştirmek’.Bu yöntemin Kur’an-ı temel aldığı için İslami bir yöntem olduğu fakat İslamilik ve Kur’an-iliğin birbirine karıştırılmaması gerektiği hususu belirtilerek ayrıca dikkatimiz çekilmiş oluyor.

 

İslamilik ve Kur-anilik ayrımı ilk bakışta kulağa pek hoş gelmese de yazara göre yeni bir anlayışın geliştirilmesi için gereklidir.Yazar burada Kur-an’ın nazil olduğu günden beri tek bir harfinin dahi değişmemesine rağmen, ayetlerin anlaşılmasındaki farklılıkları gündeme getirip ‘esas hakikat’ ve ‘türev hakikat’ kavramsallaştırmasını yapmaktadır.Esas hakikatin; tek olan ,değişmeyen ve bütün değişik anlayışlara kaynaklık eden Kur’an-i  hakikate,türev hakikatin ise bu esas hakikatten çıkarılan ,her zaman ve zeminde değişiklik arz edebilen(ille de değişiklik arz etmesi gerekmez)anlayışlara denilebileceği ifadesini kullanıyor..Bu  anlamda yazara göre Kur’an-i’lik eşittir esas hakikat,islamilik eşittir türev hakikat önermesi ortaya çıkmış oluyor.

 

Eserde İslam dünya görüşünün ‘mutlak alem olgusal alanda aşkın olarak tezahür eder ‘şeklinde tanımlanması,yeni bir anlayışın öncelikli olarak iman eksenli gelişmesi gerektiği fikrini deklare ediyor.Buradaki iman ,aklı zail eden bir iman değil elbette.Akla yol ve yön gösteren ,kısaca akla kılavuzluk yapan bir iman.Çünkü ‘Tevhidi’ dünya görüşünde hayat  bir bütündür.O bütünün her zerresine  vahiy müdahildir.Yani mü’minin hayatının kamusal-özel,maddi-manevi,dünyevi-uhrevi şeklinde parçalanması mümkün değildir.Hayatı bu şekilde parçalamak uzun vadede seküler din anlayışının oluşumuna katkı sağlar.Çünkü dinden bağımsız alanlar ihdas etmek zorunlu olarak o alanlara dinin müdahil olamadığı/olamayacağı anlayışını tazammun eder.Dolayısıyla öncelikli olarak mü’min zihnin böyle bir ayrımın olmadığına kendisini inandırması gerekmektedir.Eğer mü’min zihin kendisini buna ikna edebilirse o zaman mutlak olan hakikatin ,olgular aleminde aşkınlık üzerinden görünür olmasının, İslam dünya görüşüne temel teşkil ettiğini de kavrayacaktır.

 

Sonuç olarak denebilir ki; seküler batı medeniyetinin insan merkezli anlayışının aksine, islamın dünya görüşünde hayatın merkezinde  mutlak olan hakikatin yani vahyin bizzat kendisi vardır.Bu hakikat kendisini, yazarın ifadesiyle  olgular aleminde aşkın olarak tezahür ettirir.Dolayısıyla aklın  kılavuzu vahiydir.Kılavuzu vahiy  olmayan aklın geleceği nokta her halükarda hüsran olacaktır. Bunun örneklerini bugün gördüğümüz gibi gelecekte de göreceğiz.Bugünün müslümanına düşen aklını güncelliğin anaforundan ve seküler batı medeniyetinin iğvasından kurtararak vahyin kılavuzluğuna teslim etmektir.Erdemli bir gelecek ancak böyle Müslümanların sayısının artmasıyla mümkün olacaktır.

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis