Derkenar(8)

İnsanın yetkinliğini tabiatla arasına koyduğu mesafenin büyüklüğüne bakarak ölçen modern uygarlık,materyalist yaklaşımı kutsar.Tabiat üzerinde egemenlik tesis etmenin yolu da buradan geçer zaten. Bu egemenlik, ilerleme-büyüme-gelişme sözcüklerinin himmetine sığınılarak meşrulaştırılır. Toplumların/ülkelerin gelişmişliğine dair tespit yapılacağı zaman, onların tabiat üzerinde kurdukları egemenliğin şiddetine bakılır. Hayatiyetini devam ettirebilmesi için tabiata muhtaç olan insan bu şiddetten payına düşeni alır. Demek ki, tabiat üzerinde kurulan tahakküm bizi doğrudan ilgilendiriyor. Havanın, suyun, toprağın temizliği, tabiatın dengesinin korunması esas itibariyle kendimizi ve neslimizi korumakla aynı anlama geliyor. Fakat hepimiz aldığımız eğitim ve içine doğduğumuz kültür itibariyle, Batı Medeniyeti’nin belirleyici ve tayin edici etkisine maruz kaldığımız için, her ne kadar kendimizi İslam’a nispet etsek te, tahakküm üreten materyalist perspektifin girdabından kurtulamıyoruz. Ya da kurtulmak istemiyoruz…Hatta insanın-insana ve evrene/tabiata hakim olma çabasını kutsuyor;tebcil,tasdik ve tebrik ediyoruz.Türkiye özelinde “sağ”ın ve “sol”un tüm fraksiyonları sözünü ettiğim bu materyalist perspektifin kamusal alanda meşruiyet kazanması için çabaladı/çabalıyor.Kendisini solda konumlandıranlar, dinin ilkel/arkaik toplumların vehimlerinin ürünü olduğunu iddia ederek çabalarına meşruiyet kazandırmaya çalıştı. Sağdakiler ise dinin(İslam’ın) doğasının materyalistçe bir hayat tasavvurunu olumladığını zannetti. Kamu bilincini de bu yaklaşımlarına göre örgütlediler. Böylece siyasal tercihte bulunacağımız zaman materyale en fazla yatırım yapacak olanı aradı gözlerimiz. Bilincimiz “projeniz nedir?” sorusunun ehemmiyetine ikna edildiği için çantalarında yol, köprü, baraj, silah, havalimanı, fabrika v.b. “ayartıcı” projelerle karşımıza çıkan politik figürlere kolaylıkla tav olduk. Reylerimizi aldılar ve projelerini gerçekleştirdiler. Biz de alkışladık… Her proje bizi biraz daha tabiattan kopardı,doğayı tahrip etti, insani yanımızı çürüttü, Allah(c.c)’tan uzaklaştırdı ve nihayetinde ruhsuz “syborg” lara dönüştürdü. En insani yanımız olan irade, elimizin altından kayıp gitti. Artık oldukça kolay bir şekilde sevk ve idare edilen, manipülasyona açık, kontrol ve denetim mahkumu “kalabalıklara” dönüştük. Yaklaşık iki asırdır Batıyı mağlup etmek için Batılılaşma yolunu seçen Doğu toplumları ( ki aralarında biz de varız), materyalist perspektifin insanlığı felakete götüren doğasını henüz fark edememiş olacaklar ki, yollarına tam gaz devam ediyorlar. Teknik bilgiye olan hayranlıkları sebebiyle sayılabilir ve ölçülebilir yatırımlar yapmayı, uzun erimli niteliksel çabalara tercih ettiler. Türkiye özelinde tanzimattan bu yana teknik bilgi ve kadrolar taltif ve terviç edilirken, medrese/ulema tahkir ve tezyif edildi. Nitekim mebzul miktarda mühendis yetiştirildi ve fakat zamanını müdrik mütefekkir/alim kısırlığı yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Bu yüzden Türkiye siyaseti mühendislerin/iktisatçıların eline kaldı. Ve gelinen nokta itibariyle ister sağ/muhafazakar isterse sol/Kemalist olsun herkes materyalizmin ulviliğine ikna olmuş durumda. Anlaşamadıkları tek nokta süreci kimin yöneteceği… Oysa ki toplumların/ülkelerin kalitesi, materyale yaptıkları yatırımla değil adalete,bilgiye,insana ve tabiata verdikleri değerle ölçülür.Ki bunların hepsi ahlaki bir muhtevaya sahiptir.Hele ki bu toplum kendisini İslam’a nispet ediyorsa o zaman aziz İslam’ın ahlaki ilke ve prensiplerinin ne düzeyde mer’iyette olduğuna bakılır.Türkiye, maddi gelişim seyri itibariyle oldukça hızlı yol alırken, niteliksel alana ilişkin olarak her geçen gün kan kaybediyor. Parayla kıymetlendirilemeyecek değerlerimizden taviz vererek, alınıp satılabilen nesnelere sahip oluyoruz.Görkemli adliye binalarımız adaleti, ihtişamlı camilerimiz ahlakı, gösterişli okullarımız nitelikli bilgiyi, devasa kültür merkezlerimiz irfanı temsil etmekten her geçen gün uzaklaşıyor.Bu yüzden olsa gerek yolların güzelliği, havalimanlarının konforu, silahlarımızın menzili, camilerimizin ihtişamı gibi materyalistçe duygularla teselli buluyoruz.Varoluşunu sahip olduğu materyaller üzerinden kıymetlendiren bir yaklaşıma gönüllü olarak teslim olmuş durumdayız. Hem de miras olarak ilim ve ahlak bırakan bir peygamberin(s.a.v) ümmeti olmamıza rağmen. O aziz peygamberin takipçileri, materyalist Roma ve Sasani Medeniyetleri’ni aziz İslam’ın şahsiyet, adalet ve ihsan manifestosuna koşulsuz teslim oldukları için mağlup edebildiler. Kendisini medeniyetsiz olarak aşağılayan Sasani Kralına, aziz İslam’dan aldığı güvenle “dileyeni kula kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul olmaya ikna etmek için geldik” diyen baldırı çıplak Müslüman/lar bizim için artık mitolojik bir hikaye gibi… Referanslarımız değiştiği için, hasırda yatan peygambere değil saraylarda mukim sultanlara hayranız. Onların eserleriyle gurur duyuyoruz. Ümmi Ebuzer(r.a)’in yerini mantık üstadı Aristo aldı… Bilginin güç olduğuna artık biz de inanıyoruz… Saygı duyulan, hürmet edilen, güvenilen olmak yerine “caydırıcı güç” olmayı yeğlemişiz. Çünkü aldığımız modern eğitim saygınlığın “güç”le mümkün olduğunu öğretti bize ve biz de ikna olduk… Siyasi, iktisadi ve medyatik iktidarı ele geçirdik fakat ahlak iktidarını kaybettik. İsmet Özel 1979’da yazdığı “üç mesele” adlı kitabını şu soruyla bitirmişti:”güçlü bir topluma ulaşıp onun Müslümanlaşmasına mı; Müslüman bir topluma ulaşıp onun güçlendirilmesine mi çalışacağız”. Türkiye Müslümanları bu soruya hala bir cevap vermedi(!) Aslında yakinen şahit olduğumuz “muhafazakar materyalizme” bakılırsa bir cevap verildiğini söyleyebiliriz. Fakat bu cevap ne insanlığın ne de Müslümanların hayrına…

 

12/05/2020

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis