okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün132
mod_vvisit_counterDün376
mod_vvisit_counterBu hafta508
mod_vvisit_counterBu ay8353
mod_vvisit_counterHepsi1835362

Belirsizlikler Çağında Neyi Aradığını Bilmek

 

Belirsizliğin egemen olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. Ya da şöyle diyelim: Belirsizliğin egemen olduğuna ikna edilmeye çalışıldığımız bir zaman diliminde yaşıyoruz.Öyle ki neyin iyi neyin kötü,neyin faydalı neyin zararlı,neyin hak neyin batıl olduğunu idrak etmek zorlaş/tırıl/ıyor.Hakikat kayıp ve “göreli”(!)…Tek bir doğru yok…Doğrular ve yanlışlar var…Renksizlik terviç ediliyor…Ait olduğumuz kamp/hizip/parti/ulus doğrunun ve yanlışın,hakkın ve batılın ölçüsü haline geliyor.Zaman ve mekan tasavvurumuz her geçen gün dumura uğruyor.Bir belirsizlik hali her yanı kuşatıyor…Bahsini ettiğimiz bu belirsizliğin ve melezliğin kendisini İslam’a nispet edenler arasında da yaygınlaşmasıdır asıl iç acıtıcı olan. Yegane hakikat nişanesi olması münasebetiyle aziz İslam, muhatabını özne olmaya davet ederken, kendisini İslam’a nispet edenlerin nesne olarak kalmakta ısrar etmesi anlaşılabilir değil… Çağa tanıklık etmek,zamanın çocuğu(ibn-ül vakt)olmak tehiri mümkün olmayan bir görevken, bilakis zamanın dışında yaşıyormuş gibi hareket etmek, Müslüman kimliğin kabul edebileceği bir şey değil…

Bilgi-fikir ve eylem arasında birbirini tamamlayan bir ilişki vardır. Nitelikli fikirler nitelikli bilgilerle, nitelikli eylemler ise nitelikli fikirlerle ortaya çıkar.Sahih bilgiye dayanmayan eylemler kof/sığ/yavan,sahih eylemler üret(e)meyen fikirler ise donuk ve hikmetsizdir. Akli olgunluğa ulaşan her insanın başta kendisiyle ilgili olmak üzere sorduğu bazı temel sorulara şu örnekler verilebilir: Ben kimim? Yaşadığım evren nasıl bir yer? Neden varım? Öldükten sonra ne olacağım? vb. Kabaca benlik, mekan, varlık ve ölüm üzerine odaklanan bu sorular, nasıl bir hayat yaşayacağımızın da cevabını içerir.Bu sorulara her insan meşrebince cevaplar üretir.Ancak bu sorulardan kaçmak mümkün ve akıllıca değildir.Yaratılmış varlıklar içerisinde soyutlama yeteneğine sahip ve irade sahibi tek varlık olma özelliğine sahip olarak insanın bu sorulara cevap üret/e/memesi düşünülemez.Zaten bu sorular aynı zamanda bir hayat felsefesinin gerekliliğini de icbar ettiğinden kaçınılmaz olarak yüzleşilmesi gereken sorulardır.Denebilir ki,modern hayat insanın bu temel sorularla meşgul olmasını engellemek için ‘’hız’’ ve ‘’haz’’ eksenli bir yaşamı, adeta, dayatmaktadır.Yine bu sebepten olsa gerek teknoloji devrimiyle birlikte insan hayatının her anı, hem denetlenebilir kılınarak hem de merkezsiz/öznesiz iletişim unsurlarıyla ele geçirilerek soru sorma kabiliyeti ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.’’Bu çağın trajedisi nedir?’’ diye bir soru sorulsa kanaatimce ‘’insanın soru sorma iradesinin dumura uğratılmasıdır’’ denebilir.Çünkü soru sormak sadece insana has bir eylemdir.Bu nedenden olsa gerek ilim ve irfan geleneğimiz ‘’kişinin aklı sorduğu soru kadardır’’ deme ihtiyacı hissetmiştir.Bu geleneğin sadık talebelerinden Heidiegger ise ‘’soru sormak aklın dindarlığıdır’’ diyerek meseleye kendi zaviyesinden bir yorum getirmiştir.

İnsanın gerçek anlamda kim olduğunun tebarüz ettiği anlar genelde modern dönemin ‘’boş vakit’’ olarak isimlendirdiği anlardır. Çünkü modern insan ‘’kamusal alanda’’ genel itibariyle kendisinden beklenen davranışları sergiler. Yani rolünü oynar. Ancak kendisiyle baş başa kaldığında ‘’gerçek yüzünü’’gösterir. Binaenaleyh modern insanın boş vakitlerinde ne yaptığına bakarak onun gerçekte ‘’nasıl bir insan olduğu’’ anlaşılabilir.(Tabi bu arada “boş vakit” olgusunun da modern döneme ait olduğunu unutmamak gerekir.) Modernite, insanın kendi kendisiyle yüzleşmesinin önüne geçmek için sürekli meşguliyet üretmekte ve adeta hayatın bir bütün olarak denetlenebilir hale gelmesini arzu etmektedir.20.yüzyılda yaşanan büyük savaşlar, endüstriyel kapitalizmin küreselleşmesi, enformasyon alanında yaşanan devrimler ve küreselleşme ile birlikte Dünyamız belki de tarihinde hiç olmadığı kadar küçüldü.Bu küçülmenin kültürlerarası iletişimi arttırması anlamında olumlu katkıları olduğu gibi, toplumların daha kolay manipüle edilebilir hale gelmesi gibi olumsuz neticeleri de oldu.Bu durum kolonyalizmin yeni versiyonlarının türemesine sebep oldu.Enformasyon araçlarındaki çeşitlilik bir yandan bilginin ultra hızlı yayılımını sağlarken, diğer yandan gerçeğin tersyüz edilmesine de olanak sağladı.

Bu nedenle tarih ve coğrafya aracılığıyla edindiğimiz zaman ve mekan tasavvuru, bilinemezlikler anaforunda amorflaşıyor.Bir mekana ait olmak önemini yitirdiği gibi ,bir tarihe ait olmakta değersizleşiyor.Yersizyurtsuzlaşma olarak adlandırılan bu süreç,sadece ulusal sınırları ve kimlikleri etkisizleştirmekle kalmıyor,aynı zamanda inanç/itikat/ideoloji olgularını da pazarın denetimine alıyor.Post-modernlik olarak adlandırılan bu belirsizliğin,melez kimliklerin inşasında oynadığı rol inkar edilemez. Oysaki Tarih tasavvuru, içinde yaşadığımız Dünya’nın bugünkü haline nasıl geldiğinin anlaşılmasını sağlar. Böylece gezegenimizin bugün yaşadığı buhranların farkında olmayı ve bu buhranlardan nasıl çıkılacağı hususunu berraklaştırmamıza yardımcı olur. Çağa tanıklık etmek olarak adlandırabileceğimiz bu durum, aynı zamanda ciddi sorumluluklar almayı icbar eder.Bilindiği üzere insanlık ailesi 17.yüzyıl ve sonrasında ciddi bir kırılma yaşadı.Kadim ile ayrışmayı merkeze alan bu kırılma hem zaman algısında ideolojik anlamda bir tahrifat yaparak ilkelden medeniye doğru bir gidişatı mutlaklaştırdı, hem de ‘’ilerleme’’ eksenli bir sanayileşmeyi şiarlaştırarak gezegenin ve insanlığın mahvına sebep olacak bir düşünme ve eyleme biçiminin tebarüz etmesine öncülük etti.Batı Avrupa’da başlayan Aydınlanma devrimi,zamanla tüm küreyi etkisi altına aldı ve bugün de yakinen müşahede ettiğimiz üzere homojen bir Dünya inşa etmeye uğraşıyor.

Bu noktada İslam Dünyası toplumlarının yaklaşık üç asırdır maruz kaldığı modern ve aydınlanmacı tahakkümün kodlarını çözmenin oldukça önemli olduğunu idrak etmemiz gerekiyor. Avrupa’da başlayıp bütün bir Dünya’yı tesiri altına alan bu aydınlanmacı aklın, tavrın ve tarzın “ne”liği ve “nasıl”lığı meselesi yaşadığı zamana/çağa tanıklık etmek isteyen her Müslüman’ın müdrik olması gereken bir meseledir. Bunu gerçekleştirmek ise esaslı bir çaba gerektirir. Evvela Antik Yunan ve Roma kültürünü teşrih masasına yatırmak daha sonra ise Hıristiyanlığın Roma düzeni içinde geçirdiği değişimin mahiyetine ilişkin sahih çözümlemeler yapmak gerekecektir.

İsa(a.s)’nın ardından gidenlerin, dinlerini nasıl deforme ettikleri üzerinde derinlemesine düşünmek zorundayız. İslam gibi cihanşumul iddiaları olan Hıristiyanlığın, nasıl olup ta kendi müminleri eliyle evrim geçirdiği ve aydınlanma/modernite karşısında mağlup olduğu meselesi dikkatlice incelenmelidir. Çünkü Müslümanların-özellikle de Osmanlı bakiyesi olarak Türkiye Müslümanlarının- yaklaşık olarak son üç asrı , Avrupa’yla olan yakın temasları sebebiyle,Hıristiyanları taklit ederek geçti/geçiyor.Hıristiyan Dünyası’nın, dinlerinde reform yaparak “ilerlediğini” ,Müslümanların da ,şayet ilerlemek istiyorlarsa ,tıpkı Hıristiyanlar gibi dinlerinde “reform” yapmaları gerektiğini iddia eden entelektüel/bürokrat havzası bahsini ettiğimiz bu “taklit” sürecinin motor gücü olmuştur.

Bu noktada cevabı aranması gereken üç soru öne çıkmaktadır:

1-Avrupa’da aydınlanmaya giden sürecin karakteristiği nedir?

2-İslam dünyası, Avrupa’da meydana gelen bu “yeni” süreci nasıl okudu/lar?

3-Geleneksel toplumlar(hassaten Müslümanlar) modern paradigma karşısında nasıl tavır aldı/lar?

Kanaatimizce bu sorulara verilecek sahici cevaplar bugün yaşadıklarımızı anlamak açısından önemlidir. Özellikle genç kuşakların bu sorular etrafında derinlikli çözümlemeler yapmaları gerekir. Tarihi, hamasi bir tavır ve tarzla değil eleştirel bir dikkat ve deruni bir farkındalık bilinciyle okursak eğer, bahsini ettiğimiz bu sorulara cevap bulabiliriz. Bu nedenle bir tarih felsefesi perspektifine ihtiyacımız var.Çünkü tarih felsefesi perspektifi, geçmişi sadece olaylar/vakıalar bağlamında değil olgular bağlamında da değerlendirme taraftarıdır.Tarihi kayıt altına almakla, onu felsefi bir perspektiften değerlendirmek arasında çok ciddi bir fark vardır.Eskilerin vakanüvistlik dediği kayıt altına alma, sadece olaylar bağlamına hapsedilmiş bir tarih bilgisini içerir.Oysa ki tarih felsefesi, sadece olayı değil olgunun bizatihi kendisini iktisadi,içtimai,siyasi,hukuki,ilmi/entelektüel v.s zaviyelerden değerlendirerek oldukça geniş bir yelpazeden meseleyi anlamamızı sağlar.Şimdilerde bir takım diziler/filimler üzerinden öğretilmeye/benimsetilmeye çalışılan tarih,her ne kadar avam için bir değer ifade etse de,toplumun okur-yazar kesiminin/entelektüellerinin uzak durması gereken bir zemindir.

Put kırıcı fikirler ve eylemler inşa etmenin yolu sahih bilginin peşinden koşmaktan geçer. Bu sayede tüm ayartıcılıkların tesiri minimize edilir. Hamasi tarih anlatısının, zihinlerimizi iğdiş eden enformasyon araçlarının ve ulusal/hizipçi/etnik/coğrafi klişelerin tesirinde kalanlar, yaşadıkları çağa/zamana hakkıyla tanıklık edemezler.Vesselam…

NOT: BU yazı Genç Düşünce Dergisi’nin Nisan 2018 sayısında yayınlanmıştır.

Kamil ERGENÇ


AddThis
 

Yorum ekle