okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün34
mod_vvisit_counterDün654
mod_vvisit_counterBu hafta688
mod_vvisit_counterBu ay13377
mod_vvisit_counterHepsi1854157

Hümanizmanın Striptizi

Fransız egzistansiyalist (varoluşçu) düşünür J.P.Sartre, Cezayir Bağımsızlık direnişinin mühim simalarından Martinikli psikolog Frantz Fanon’un “yeryüzünün lanetlileri” adlı eserine yazdığı önsözde, Fransa’nın Cezayir’de yaptıklarını ifade sadedinde şöyle der: “ Öncelikle şu beklenmedik manzarayla bir yüzleşelim: Hümanizmamızın striptizi. İşte çırılçıplak, güzel değil: Yalancı bir ideolojiden başka bir şey değil, yağmanın incelikli aklanması; yapmacık tavırları ve sevgisi, saldırgan eylemlerimize kefil oluyor. Şiddet karşıtlarının görüntüsü hoştur: ne kurban ne işkenceci! Gelin bakalım şimdi! Oy verdiğiniz hükümet ve kardeşlerinizin hizmet ettiği ordu hiç duraksamadan ve vicdan azabı duymadan “soykırım” işlerken siz kurban değilseniz, o zaman kesinlikle işkencecisiniz.” (1)

Yazımın başlığını Sartre’dan ödünç aldım. Bu yazının yazıldığı tarihte 3. Haftasına giren Gazze’ye yönelik İsrail barbarlığı/vahşiliği, Judeo-Hıristiyan referanslı modern/post-modern paradigmanın ( ve onun insan tasavvurunun ideolojik formu olan hümanizmin) doğasını deşifre ediyor. Evet tam da budur modern paradigma/aydınlanma ideolojisi... Ne fazla ne eksik… Kimi zaman WASP (White Anglo Sakson Protestan) esinli Amerikan kurulu düzeniyle kimi zaman Avrupamerkezci hegemonyasıyla kimi zamansa Siyonizm formunda çıkar karşımıza… Hepsinde ortak nokta kendi dışındakileri “insan altı yaratıklar” olarak görmektir. İsrail’ li bir yetkilinin “insansı hayvanlarla savaşıyoruz” cümlesinde belirginleşen bu kibir sömürgeci geleneğin mirasıdır.

Siyonizm, sömürgeci-ırkçı karakteri bariz bir ideoloji olarak yaklaşık seksen yıldır Filistinlilere “Aperthaid” uygulamaktadır. Tarihleri boyunca, kısa süreli müreffeh dönemleri hariç tutarsak, büyük ölçüde zillet içinde yaşayan; II.Dünya savaşı yıllarında ise sistemli kıyıma maruz kalan bir topluluğun (Yahudilerin), Siyonizme sığınarak, vaktiyle kendilerine reva görülen zulmün aynısını Filistin halkına göstermesi, mazlumun zalimi taklidi değil de nedir? Musa(a.s)’nın kısa süreli ayrılmasını fırsat bilerek efendileri Firavun’un tanrısını (buzağıyı) taklit etmek suretiyle tevhidi çizgiye ihanet eden İsrailoğulları, iki bin yıllık sürgünün ardından işgal ve terör vasıtasıyla sahip oldukları toprakları koruma güdüsüyle, Nazileri taklit ediyor. Bu taklit ne zaman “gaz odalarını” da içerir bilmiyoruz. Fakat insanların “güvenli” olacağını düşünerek sığındığı hastaneleri-okulları-mabetleri bombalamak, Nazilerin bile aklına gelmemiştir herhalde…

Bu barbarlık/vahşilik karşısında uluslar arası toplumun “izleyici” olmayı tercih etmesi, İsrail’le suç ortaklığı yapmaktan başka bir şey değil… Sömürgeci-emperyalist ABD-AB-İngiltere’nin ivedilikle İsrail’e destek açıklaması, hatta açıklamayla yetinmeyip askeri-siyasi-iktisadi her türlü yardımı temin etmesi, dahası Hindistan ve Japonya gibi meselenin çok uzağında olan ülkelerin bile İsrail’le dayanışma içerisinde olması, halihazırdaki dünya düzeninin mazlum ve mağdurları değil zalimleri koruduğunu/gözettiğini göstermesi bakımından manidar.

Öte yandan halkı Müslüman beldelerin hükümetlerinin tutumu Siyonist sömürgeciliği cesaretlendirmekten başka bir işe yaramıyor. Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı, Gazze günlerce bombalandıktan sonra “lütfen” toplanıyor. Kahire’de tertip edilen Barış Zirvesi kınama ve temenni içeren cümleler kurmaktan başka bir şey yap/a/mıyor. Anlıyoruz ki bu yapılar/ organizasyonlar aslında “kadavra”ymış. Bir kez daha içimiz acıyarak şahit olduk ki, halkı Müslüman beldelerin hükümetleri, yönettikleri insanların (yurttaşların-vatandaşların) rızkından keserek yaptıkları devasa askeri harcamalar, techiz ettikleri tam donanımlı ordular aslında kendi halklarını kontrol/denetim altında tutmak içinmiş… Ya da başka bir Müslüman beldeye saldırmak için… Yoksa mazlum-mağdur insanları korumak, emperyalist-siyonist sömürgeciliğin burnunu sürtmek için değil…

Gösterişli savaş aygıtlarına sahip “kadavra” hükümetlerin tam donanımlı ordularının yapamadığını, yıllardır ablukaya-açlığa-yoksulluğa-acıya-kedere göğüs geren, birlikte savaşıp birlikte ölen, halkıyla bütünleşik bir örgüt, İslami Direniş Hareketi, yaptı… Irkçı-sömürgeci Siyonizmin kibirli ve küstah yüzünü yere sürttü… Onunla birlikte emperyalizmin-sömürgeciliğin-tiranlığın temsilcisi ve sevdalısı olanları mağlup etti… Modern/post-modern paradigmanın doğasında içkin sömürgeci şiddete karşı izzetli bir duruş sergileyerek adeta ümmete ve insanlığa “direniş” dersi verdi. Avrupamerkezci bilgi ve değer sisteminin kof, bayağı, pespaye doğasını deşifre etti. Bunu 2006 senesinde Lübnan’da, yine bir örgüt, Hizbullah ta yapmıştı. Yaklaşık 33 gün süren savaşta İsrail, bugün olduğu gibi yoğun hava bombardımanıyla büyük bir yıkım gerçekleştirmiş, akabinde karadan müdahale etmişti. Fakat amacına ulaşamadan, büyük kayıplar vererek, geri çekilmek zorunda kalmıştı. Vinograt Raporu mağlubiyetin açık itirafıydı bir bakıma… (2)

 

Irkçı-sömürgeci Siyonizm, 1967’de “6 gün savaşı” nda Mısır-Ürdün-Suriye devletlerinin yapamadığını bir örgütün yapması karşısında yaşadığı acizliği telafi etmek için 7 ekimden bu yana barbarca/vahşice eylemler sergiliyor. Buna şaşırmıyoruz… Karakterinin gereğini yapıyor Siyonistler… Fakat kendisini İslam’a nispet ettiği halde direnişi küçültmeye/küçümsemeye (“gıdanızı bile dışarıdan gönderiyoruz” tahfif ve istiskal cümlesi bu bağlamda değerlendirilebilir), tahkir ve tezyif etmeye, komplocu tezviratlarla kirletmeye, kriminal ve terörist bağlama hapsederek yargılamaya çalışan Müslümanların tutumu şaşırtıcı (hatta utanç verici)… Bu tutum Judeo-Hıristiyan referanslı modern paradigmanın kavramsal ve kurumsal tahakkümüne razı olmanın, onun epistemolojik emperyalizmini içselleştirmenin, sömürgeci-ırkçı- pozitivist perspektifini kanıksamanın, hasılı kelam, zihinsel sömürgeleşmenin sonucudur… İslami Direniş Hareketi, Avrupa'nın “yerel”liğini ( Hıristiyanlık içi gerilimin sonucu olan aydınlanma paradigmasını) alternatifi olmayan tek makul seçenek (miş) gibi küreselleştirmek isteyenleri şok ederek, sadece Müslümanlara değil, insanlık ailesine de, anti-emperyalist/anti-siyonist/anti-kolonyalist bir bilinç aşılamak suretiyle, onurlu/izzetli bir hayatın imkanını öğretti/öğretiyor… Direniş “paradigma dışı” mücadelenin mümkün olduğunu gösterdi/gösteriyor…

 

Walter Mignolo “kolonyalite olmadan modernitenin olmayacağını ve kolonyalitenin moderniteden türemek yerine onu oluşturduğunu “ söylerken haksız değildir. (3) Benzer bir tespiti Edward Said’in şarkiyatçıklık(oryantalizm) çözümlemesine eleştiri bağlamında Wael B. Hallag ta yapar: “ Şarkiyatçılığın sadece yapılandırılmış bir sistem olmadığını, ama ayrıca ve çok daha ehemmiyetli bir şekilde, sistemik bir yapı olduğunu, modern proje ve onun aydınlanması vasıtasıyla yatay ve dikey olarak yayılan geniş bir yapıya gömülü olduğunu,bu yapı tarafından tanımlandığını,bu yapıca kuşatıldığını ve bu yapı tarafından güdüldüğünü söylemektir.”(4) İslami Direniş Hareketi, mazlum-mustazaf-madun halklara dekolonizasyon (sömürgesizleştirme) mücadelesinin yol haritasını sunuyor. Tam bu noktada asıl konuşulması gereken şey, Judeo-Hıristiyan referanslı modern/post-modern paradigmanın kavramsal ve kurumsal hegemonyasından kurtuluş yollarıdır… Sistem içinde kalarak (sistemin uygun gördüğü muhalefet unsurlarını kullanarak) çözüm aramak değil… Müslüman toplumlar ilahi vahiy bilgisi, nübüvvet pratiği ve bu bilgi-pratikle mütenasip geleneksel birikimi referans alarak örgütlü birliktelik inşa etmek suretiyle tarihe tanıklık edebilir/etmelidir. Kokuşmuş ulus-devlet retoriği, pörsümüş uluslar arası ilişkiler literatürü, insanlık ailesinin hayrına değil... Bu retorik ve literatür sadece zalimlerin hukukunu koruyor...

 

II. Dünya Savaşı’nda Kıta ve Ada Avrupa’sı kendi içinde çok büyük kırılmalara ve savaşlara tanıklık etti. Ancak savaşın akabinde önce Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu devamında ise Avrupa Birliği’ni tesis ederek kendisini koruma altına aldı. Avrupalı “beyaz adam” Avrupa dışı uluslara etnik-mezhebi enstrümanlar temelinde ayrışmayı/parçalanmayı önerirken (hatta bunu teşvik edip icrasına yardımcı olurken) kendi içinde birleşmeyi, farklılıkları tolere etmeyi, “Avrupalılık” ortak paydasında buluşmayı yeğliyor. Sözünü ettiğimiz ortak paydanın ana omurgasını ise Antik Yunan-Roma-Hıristiyanlık temelinde şekillenmiş medeniyet (civilisation) birikimi oluşturuyor. İslam dünyası toplumlarının ise etnik (Türk-Kürt-Arap-Fars) ya da mezhebi (Şii-Sünni-Selefi-Vahhabi) temelde ayrışması, şu günlerde, Siyonist sömürgeciliğin en büyük yardımcısı… Filistin’i/Kudüs’ü Arapların meselesi olarak gö(ste)ren etnik bağnazlık ümmet bilincini yaralıyor. “Araplar bizi arkadan vurdu” , “Filistinliler toprak sattı” gibi klişeler üzerinden yürüyen tartışmalar, sömürgeci propaganda unsurlarının ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. “Uzman” sıfatlı kişiler aracılığıyla toplumsal bünyeye zerk edilen etnik-mezhebi-ulusalcı-real politik zehir/ler, sağlıklı düşünme kabiliyetinin yitimine hizmet ediyor. Halkı Müslüman beldelerin hükümetleri, üçüncü dünya milliyetçiliğine yaslanarak saygınlık kazanacağını zannederken, sömürgeci-emperyalist perspektifin mahkumu olduğunu kavrayamıyor. Hiçbir milliyetçilik anti-emperyalist/anti-kolonyalist olamaz. Çünkü “beyaz adamın” bilgi-anlam-değer sisteminin izlerini taşımaktadır.

 

Küresel sistemin Filistin’de seküler Arap milliyetçisi bir hareketi (FKÖ’yü) muhatap alması gösteriyor ki, “beyaz adam” ve onun sadık yareni Siyonizm, İslam dünyası toplumlarında ümmet perspektifiyle hareket eden organizasyonlardan nefret ediyor. Biliyor ki milliyetçilik (nationalism) Avrupamerkezci bilgi-anlam-değer dünyasının rengini-kokusunu-tadını taşımaktadır. Dolayısıyla onun ne yapacağını ya da yapamayacağını kestirebilmektedir. Şifreleri elinde olduğu için nereye varmak istediğini bilmektedir. Filistin’i ümmet havzasının dikkatinden uzaklaştırmak için milliyetçilikten daha kullanışlı bir aparat olamazdı. Mahmut Abbas Hükümeti’nin Filistin’in tek temsilcisi olarak öne çık/arıl/ması, İslami Direniş Hareketi’nin ise marjinal-kriminal-terörist bağlama hapsedilerek yerel-bölgesel-küresel boyutta “öcüleştirilmesi” bu bağlamda değerlendirilebilir.

 

Filistin’in Siyonist sömürgeciliğin hegemonyasından kurtulma mücadelesinde Nasırcı çizginin mağlubiyeti Baas İdeolojisi’nin etkisinin azalmasına, giderek İslami Direniş Hareketleri’nin öne çıkmasına neden oldu. Başka türlü olması da mümkün değildi zaten… Çünkü mukaddes belde olarak Kudüs, insanlık ailesinin hidayet önderleri/rehberleri Nebilere-Rasullere işaret eden (yani) tevhidi dünya görüşüne ve hayat tarzına ev sahipliği yapan, hasılı kelam, Allah-insan ilişkisinin kemalini temsil eden boyutuyla yerel-kültürel-milli bağlamı aşan müstesna bir değerdir. Böyle bir değerin sadece Müslümanlar için değil, insanlık ailesi için de korunması-gözetilmesi gerekir ki bu da ancak son ilahi beyana teslim olanlarca mümkündür. İslami Direniş Hareketleri Kudüs’ü sol-seküler baas ideolojisinin tekelinden kurtararak onu insanlık için tevhidi bilinçlenme mekanı olarak özgürleştirme mücadelesine öncülük ettiler. Siyonist-Evanjelist tiranlık bu öncülükten rahatsız olduğu için İslami Direniş Hareket(ler)ini “İŞİD” le eşitlemek suretiyle kriminal-terörist bağlama hapsetmek istedi/ler. Lakin İŞİD’in ağırlıklı olarak başka ülkelerden (Avrupa-Asya-Afrika-Rusya) gelen savaşçılardan oluşan seyyar/mobilize yapısı, neo-selefi/vahhabi ideolojisi, literalist perspektifi, sosyal taban yoksunluğuna karşı İslami Direniş Hareketi’nin Filistin’in tamamında, özellikle de Gazze’ de güçlü bir sosyal tabanının olması, dışarıdan savaşçı kabul etmemesi,İhvan Hareketiyle olan ünsiyeti,sadece askeri değil siyasal olarak ta örgütlenmesi gibi nedenlerle bu eşitleme çabası akim kaldı. Bilinci yaralı Türkiye aydını Hamas’ı, tıpkı İsrail gibi “cihadist” ( ki bu sözcük genellikle İŞİD-El Kaide gibi organizasyonlar için kullanılır) olarak niteleyerek meseleye vakıf olmadığını aşikar etmiştir.(5)

 

Beyni sömürgeciler tarafından dağlanmış Türkiye aydınının fark edemediği şey İslami Direniş Hareket/leri/nin,özelde Gazze, genelde ise Filistin’in sömürgesizleştirilmesine yaptığı katkıdır. 20.yüzyıl siyasal tarihinden öğreniyoruz ki sömürgesizleştirme (dekolonizasyon) mücadelesi (daima) büyük riskler almayı, büyük bedeller ödemeyi gerektirmiştir. Sömürüye maruz kalan halklar/toplumlar kendilerini sömürenleri çizmelerinin altına alıp ezmedikçe, sömürgeciliğin benliklerinde açtığı yarayı tedavi edemezler. Bu nedenle mücadele/direniş sömürgecinin burnunun sürtülmesi, kibirli ve küstah yüzünün tokatlanması, ayrıcalıklı/ imtiyazlı olduğuna dair inancının ve bu inançla yoğrulmuş literatürünün tarihin çöp sepetine atılmasını içerir. Sömürgeciye karşı direniş bir insanlık (insan kalma) mücadelesidir. Bu nedenle direnişçinin silahı onun insanlığını inşa eden enstrümandır aynı zamanda. Çünkü o silah sayesinde varlığını kanıtlamakta, sömürgeciye bedel ödetmektedir. Uysallık/ uzlaşmacılık sömürgecilerin en çok kullandığı sözcükler arasındadır. Onlar karşılarında yapıp ettiklerini kolaylıkla sineye çeken bir yığın görmek isterler. Sömürgeci perspektife ikna olmalarını beklerler. İnsansı hayvanlar olduklarına, doğuştan yeteneksiz yaratıldıklarına, ehlileştirilmeleri gerektiğine, yönetme kabiliyetlerinin gelişmediğine, rüşt sahibi olmadıkları için güdülmeye muhtaç olduklarına inanmalarını beklerler. Sömürgeci efendilerinin kendileri için uygun gördükleriyle yetinmelerini, daha fazlasını istememelerini, efendisine saygıda kusur etmemeyi, onun insani yetiler bakımından her zaman kendisinden üstün olduğunu, istese de ona yetişemeyeceğini bilmesini isterler.

 

İslami Direniş Hareket/ler/i sömürgeci dile-tutuma-tarza başkaldırdığı için öncelikli hedef olarak kodlandılar. 1991’de Sovyetler dağıldıktan hemen sonra NATO, her nerede olursa olsun sosyal tabanı güçlü anti-kolonyalist/anti-emperyalist İslami Hareketleri işlevsizleştirmek, itibarsızlaştırmak, kriminalize ve terörize etmek gibi son derece stratejik bir hedef belirledi. Kızıl tehlike ortadan kalkınca yeni düşman İslami Hareketler oldu… Bu hareketleri bertaraf etmek için de Suud merkezli neo-selefi/vahhabi doktrinden yardım alındı. İŞİD-El Kaide gibi organizasyonlara ilham veren bu doktrin sayesinde sömürgeciler ilgili ülkeye müdahale gerekçesine kavuştular. Afganistan-Irak-Suriye-Libya-Orta Afrika sözünü ettiğimiz doktrinin meyve verdiği yerlerdi. Gazze’deki İslami Direnişi kirletmek için de vaktiyle, yine Suud mahreçli, Cundu Ensarullah adlı bir örgüte alan açmak istediler fakat tutmadı. Tıpkı Siyonistler-Evanjelistler gibi Körfez monarşileri de Hamas gibi (toplumla bütünleşik-barışık) siyasi-askeri organizasyonları kendi istikballeri açısından tehlikeli addediyorlar. İsrail vahşetine karşı Körfez monarşilerinin sessizliğinin (hatta en önemli/etkili rakiplerinin ortadan kaldırılmasından duydukları memnuniyetin) en önemli sebeplerinden biri de budur…

 

HAMAS oldukça güçlü sosyal tabanı ve yaklaşık kırk yıllık tecrübesiyle Siyonist sömürgeciliğin Filistin’i yutma planlarını boşa çıkarmayı başarmış, örgütlü-sistematik-uzun erimli çabaların emperyalist-siyonist ittifakı şok edecek görkemli eylemler üretebileceğini bütün dünyaya kanıtlamıştır. Böylece anti-emperyalist/anti-kolonyalist bilincin inşasına katkı sunmuştur. Bu katkıyı görmezden gelerek (hatta burayı neredeyse hiç konuşmayarak) hala Siyonist sömürgeciliğin mağlup edilemezliği, küresel güçlerin her şeyi kontrol altında tuttuğu efsanesi üzerinden komplocu yaklaşımlara prim verilmesi iç acıtıcı. Türkiye özelinde yıllardır tekrar edile gelen “Siyonizmin etkisi”ne dair anlatı öylesine büyük bir bilinç yaralanmasına yol açmış ki, direnişin apaçık zafer/ler/i bile komplocu yaklaşımlara kurban edilmekte. Modern/post-modern paradigmanın kavramsal ve kurumsal tahakkümünü içselleştirenlerin, direnişin bu görkemli sömürgesizleştirme eylemini fark etmeleri mümkün değil. Sömürgeci efendilerinin verdikleriyle yetinenler, onun düşünmesine izin verdiği kadarıyla düşünenler, neye muhalif neye muvafık olacağına dahi efendisinin müsaadesiyle karar verenler, hayatı boyunca konfor alanının dışına çıkmayanlar, statükoculuğu kendileri için bir kader haline getirenler, teslimiyetçiliğin anaforunda debelenenler,elbette ki, direnişin parlak zaferini anlayamazlar. Onlar hali hazırda Filistin/Gazze üzerine yağan bombaların, kelimeler-kavramlar aracılığıyla “soyut şiddet” olarak her gün/her saat bilinçlerini tarumar ettiğinin de farkında değiller. Filistin/Gazze korkunç silahlarla bir günde ölürken, sömürgeci bilgi sisteminin anlam-değer dünyasının içinde yaşamayı sorun etmeyenler,her gün aşağılanarak-istiskal edilerek,bilinç düzleminde, katlediliyorlar. Kıt imkanlarla Siyonist sömürgeci İsrail’e direnen Filistin/Gazze halkı, kısacık hayatlarına, insanlık ailesine rehberlik edecek haysiyetli/ onurlu çabalar-eylemler sığdırırken, sömürgecilerle uzlaşanlar upuzun ömürlerini kadavra gibi yaşıyorlar. Judeo-Hıristiyan kodlarla techiz edilmiş modern/post-modern paradigma barbar-vahşi yüzünü/karakterini bütün çıplaklığıyla (adeta striptiz yaparak) gözümüze sokmasına rağmen, içinde yaşadığımız toplum, yıllardır maruz kaldığı “epistemolojik emperyalizm” nedeniyle “paradigma dışı” bir mücadelenin faili olamıyor…

 

Filistin meselesini sadece toprak kazanımı ya da kaybı bağlamına hasrederek ulusal-milli bir çerçeve içine hapseden her türlü yaklaşım merduttur. Mesele ırkçı-sömürgeci Siyonizmin mukaddes beldeye sürdüğü leke (insanlık ailesinin felah öncüleri/önderleri olan nebevi geleneği ırkçı-sömürgeci emellere alet etme, tevhidi perspektife muğayir olma durumu) bağlamında ele almak ve bu lekenin temizlenmesi için direnişin imkan ve kabiliyetlerinin artırılması olarak değerlendirmek daha isabetlidir. Türkiye’de ana akım medya ve akademinin direnişi kriminal/terörist bağlama irca etme, dahası Filistin’in temsilcisi olarak seküler milliyetçi Abbas hükümetini öne çıkarma çabası sebepsiz değil elbette. Meseleyi yerel-kültürel-milli bir çerçevenin içine hapsettiğinizde hem Hamas’ı kriminalize ediyorsunuz hem de ümmet perspektifini yaralıyorsunuz. Orta yolu gösteriyor/hakkaniyete riayet ediyor(muş) gibi yapıp, direnişi “insanlığa karşı suç” işlemekle itham etmek ise Türkiye’nin bilinci yaralı aydınına mahsus bir sığlık. (6)

 

Bilinci yaralı aydınlarımızın evvelemirde bilmesi gereken hakikat şudur ki, İsrail meşruiyeti olmayan bir organizasyondur. İşgal ve sömürü düzenine devlet kılıfı geçirilmiş kötülük şebekesidir. Direniş hareketleri ise bu kötülüğün bertaraf edilmesi için canla başla mücadele eden yapılardır.Nehrin suyundan fazla içenlerin (dünya lezzetlerine meftun olanların, sömürgecilerin çanağını yalamaktan haz alanların, karnı tok köle olmayı meşakkatli özgürlüğe tercih edenlerin) dizlerinin bağı çözüldü… Onlar Calut’un (ırkçı-sömürgeci siyonizmin/ emperyalizmin) mağlup edilemeyeceğine inanıyor… Aşağılanarak yaşamayı izzetli ölüme yeğledikleri için haysiyetli bir yarınları olmayacak... Oysaki hayatı anlamlı kılan şey direniştir...

 

Nizar Kabbani’nin 15 Nisan 1997’de Londra’da yazdığı “Ben Terörizmden Yanayım” şiiriyle bitirelim:

 

Bizi terörizmle suçluyorlar

reddediyoruz diye yeryüzünden kazınmayı

Moğolların,Yahudilerin ve Barbarların ellerinde,

bir taş attık diye

Güvenlik Konseyi’nin camına,

Sezarların Sezarı

Oradan kendi istediğini aldıktan sonra.

Bizi terörizmle suçluyorlar

reddediyoruz diye kurtlarla masaya oturmayı

bir orospuyla el sıkışmayı

Bizi terörizmle suçluyorlar

savunuyoruz diye ülkemizi

tozun onurunu

başkaldırdık diye insanların

ve kendimizin

ırzına geçilmesine.

Koruyoruz diye,çöllerimizdeki

son palmiye ağaçlarını

semalarımızdaki son yıldızları

isimlerimizdeki son heceyi

analarımızın memelerindeki son sütü.

Eğer buysa günahımız,

ne güzel şey bu terörizm.

Ben terörizmden yanayım

kurtarabiliyorsa bir halkı

zorbalardan ve zorbalıktan

kurtarabiliyorsa insanı

insanın acımasız mezaliminden

geri getirebiliyorsa limonu zeytin ağacını

ve götürebiliyorsa kuşları Lübnan’ın güneyine

Gülmeyi de Golan tepelerine.

Ben terörizmden yanayım

kurtarabiliyorsa beni

Yehuda Sezarından

Roma Sezarından (7)

 

Kamil ERGENÇ

NOT: Bu yazı'm Umran Dergisi'nin 351.sayısında aynı başlıkla yayımlanmıştır.

 

Yararlanılan Kaynaklar

1-Frantz Fanon/Yeryüzünün Lanetlileri/Çev. Şen Süer/Versus Yay./ II.Baskı/Syf.33/İst.2013

2-İsrail’in Lübnan Hizbullahı tarafından mağlup edilişini konu edinen bir soruşturma için bkz. Umran Dergisi/ 145.sayı/ syf.41-54/eylül-2006

 

3-Walter Mignolo/Yerel Tarihler Küresel Tasarımlar/Çev.Emre Can Ercan/İnsan yay./I.Baskı/s.10/İst.2023)

 

4-Wael B.Hallaq/Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek( Modern Bilginin Eleştirisi)/Çev. Ahmet Demirhan/Ketebe Yay./I.Baskı/s.28/İst.2020

 

5- Şimdi okuyacağınız cümleler Türkiye aydınının bilincindeki derin yaranın izdüşümüdür: “Filistin davasının cihadi terörle anılır hale gelmesi; her şeyin Filistin koşullarından soyutlanıp sanki Holokost’un yeni bir sayfasıymış gibi okunması, Filistin davasına çok ağır bir darbedir… Filistin’de iktidarın bir bölümünü gasp etmiş bir aktörle karşı karşıyayız ve bu aktör, yani Hamas, Filistin davasının meşruiyetinin erimesinde şimdiye dek hiç olmadığı kadar büyük bir rol oynadı. … Birinci İntifada döneminde Sovyetler Birliği çöküyor, Soğuk Savaş sona eriyor, Ortadoğu’da taşlar yerinden oynuyordu. O dönemde her şeye rağmen İsrail’de de bir sol hareket vardı. Keza dünya çapında bir sol hareket vardı ve Filistin davasının meşruiyeti, Güney Afrika’daki direnişin meşruiyetiyle birlikte ilerliyordu. Yani tarihsel koşullar şimdikiyle mukayese edilemeyecek kadar değişikti….Avrupa’da siyasi sınıflar ya çöküyor, ya radikal sağa kayıyor veya ciddi siyasi krizler nedeniyle yeni alternatif siyasetlerin oluşması çok zorlaşıyor. Batı demokrasilerinde yaşanan krizle İsrail’de yaşanan kriz arasında da bir ilişki var. Bu ilişki aynı zamanda İsrail’de sivil çözüm toplumun yerini askeri çözüm toplumunun almasına yol açıyor. Aslında bu konuda İsrail’i içeren ve ama onu aşan bir araştırmanın çok boyutlu olarak yapılması gerekiyor.” İki bölüm halinde yayınlanan yazının tamamı için bkz. https://artigercek.com/makale/hamit-bozarslan-gazze-icin-etnik-temizlikten-cok-daha-buyuk-bir-tehlike-var-269881

 

6- Bilinci yaralı bir başka Türkiye aydınına ait tespitler: “Hamas ve benzeri örgütlerin insanı insanlıktan çıkarmaya yönelik olan ve bizzat, doğrudan bugünkü dehşeti yaratmayı hedefleyen eylemlerini insanlığa karşı suç sayarken, İsrail devletinin -özellikle hâlihazırdaki ırkçı yöneticilerinin- iğrenç zihniyetini ırkçı, şu anda giriştikleri işi soykırım başlangıcı olarak nitelendirmek ve bundan hareketle siyasî tavır geliştirmek çok mu zor?” yazı uluslar arası düzeyde insanlığa karşı işlenen suçlar alanında uzman Luis Moreno Ocampo ile yapılan röportajdan alıntılarla devam ediyor: “ Ocampo’ya göre, Hamas’ın o günkü eylem dizisi doğrudan doğruya insanlığa karşı suç, çünkü “sivil halka karşı yaygın ve sistematik saldırı”  niteliğinde.Ayrıca rehine almak, savaş suçu. Hamas’ın İsrail’i ortadan kaldırma niyetiyle birleştirildiğinde bunlar soykırım suçuna da kapı açabilir. İsrail tarafında işler biraz daha karışık. Ocampo, sadece Gazze’nin abluka altında tutulmasının bile“bir grubu ortadan kaldırmaya yönelik şartlar yaratma” olarak yorumlanabileceğini ve soykırım suçu kapsamında görülebileceğini belirtiyor. Zorla yerinden etme, bu açıdan bir başka kalem. Ocampo, bugün İsrail’i yöneten faşistlerin giriştiği toplu kıyımı mâzur göstermek için, Batılı politikacılar başta, ezcümle zalim zevatın sarıldığı “kendini savunma hakkı” bağlamında ölçüleri ortaya koyuyor. Elbette, diyor, birileri İsrail’e saldırırsa İsrail’in de onlara karşılık verme hakkı doğar. Bu saldırı İsrail toprakları dışından yapılıyorsa İsrail oralara da saldırabilir. Örneğimizde, İsrail’in Hamas üyelerini öldürmeye hakkı var. Fakat İsrail bu hakka dayanarak sivilleri öldüremez, onları yerlerinden edemez.” Yazının tamamı için bkz. (https://www.gazeteduvar.com.tr/insanliga-karsi-suclar-makale-1643756)

Hamas’ın eylemlerini “insaniyet fikrinin katli”, “gaddarlık”, “terörizm” olarak niteleyen sol’dan iki yazı için bkz.

https: // birikimdergisi. com/ haftalik/ 11524/ kibbutz

https://birikimdergisi.com/guncel/11531/olumune-filistin

Ayrıca Slavoj Zizek’in “antisemitik” yaftaya maruz kalmaktan korktuğu için kelimeleri eğip büken yazısı için bkz. https://birikimdergisi.com/guncel/11523/israille-filistini-ayiran-asil-fay-hatti

 

7-Aktaran Tarık Ali/Bush Bağdat’ta (Irak’ın Yeniden Sömürgeleştirilmesi/Agora Yay./ Çev. Osman Akınhay/ I.Baskı/Syf.10-17/İst.2003)


AddThis
 

Yorum ekle